Türk futbolu, uzun yıllardır sahadaki oyundan çok saha dışındaki gelişmelerle gündeme geliyor. Transfer politikaları, hakem tartışmaları, kulüp yönetimindeki kaos ve en önemlisi teknik direktör kıyımları… Daha ligin 4’ncü haftası geride kalmışken Fenerbahçe’nin dünya çapında büyük umutlarla getirdiği Jose Mourinho’nun gönderilmesi ve Beşiktaş'ın taraftar baskısıyla Hollandalı teknik adam Giovanni van Bronckhorst’a veda etmesi, bu kısır döngünün en güncel örnekleri oldu.
Mourinho'nun gelişine bakıldığında manzara bambaşkaydı. Havalimanında on binlerce taraftar, meşaleler, tezahüratlar, büyük bir coşku… Adeta bir şampiyonluk kutlaması gibiydi. Ancak gidişi ise tam tersine, sessiz ve yalnız oldu. Hiçbir uğurlama, hiçbir destek, hiçbir kalabalık yoktu. Bu tablo aslında Türk futbolunun en net özetidir; gelirken cafcaflı karşılanan hocalar, giderken sessizce uğurlanır.
Beşiktaş cephesinde ise tablo farklı görünse de sonuç aynı oldu. Futbolcuları protesto eden taraftarlar, faturayı hocaya kesti ve van Bronckhorst’un görevi kısa sürede sona erdi.
Peki, ligin daha 4’ncü haftasında yaşanan bu ‘teknik direktör kıyımı’ bize ne anlatıyor?
1. Türk Futbolunun Kronik Sorunu: İstikrarsızlık
Türkiye’de teknik direktörlük adeta bir ‘risk mesleği.’ Avrupa’nın köklü kulüplerine baktığımızda, yıllarca aynı hocayla çalışan, projelere zaman tanıyan bir kültür görüyoruz. Örneğin Arsenal'in efsane hocası Arsene Wenger, 22 yıl boyunca kulübün başında kaldı. Alex Ferguson, Manchester United'i 27 yıl yönetti. Bu uzun soluklu birliktelikler, sadece saha sonuçlarıyla değil, kulüp kültürünü inşa etmekle de ilgilidir.
Türkiye'de ise tablo tam tersi. Ortalama bir teknik direktörün görev süresi 6-8 ayı geçmiyor. 4’ncü haftada hoca göndermek, aslında sabırsızlığın ve günübirlik düşünmenin en açık göstergesi.
2. Yabancı mı Yerli mi? Bitmeyen Tartışma
Türk futbolunda teknik direktör konusunda yıllardır bitmeyen bir tartışma var: Yabancı hoca mı, yerli hoca mı?
Yabancı teknik adamlar genellikle büyük umutlarla, yüksek maaşlarla geliyor. Ancak sözleşmelerine koydukları yüklü tazminatlar, kulüpler için büyük bir yük haline geliyor. Mourinho örneği bunun en güncel kanıtı. Başarısız olunduğunda hocayı göndermek kolay olmuyor; çünkü milyonlarca Euro boşa akıyor.
Yerli hocalar ise bu yükü hafifletiyor ama onlara da yeterince güvenilmiyor. Birkaç kötü sonuçta onlar da kapının önüne konuluyor. Oysa uzun vadeli bir proje, yabancı ya da yerli fark etmeksizin hocaya sabırla destek vermekten geçiyor.
3. Taraftar Baskısı, Medya ve Siyaset
Türkiye'de taraftar, kulüp üzerinde olağanüstü bir etkiye sahip. Sosyal medyanın gücüyle birleşen bu baskı, yöneticilerin kararlarını doğrudan etkiliyor. Birkaç maç kötü gidince tribünler homurdanmaya başlıyor, sosyal medyada ‘istifa’ sesleri yükseliyor ve yönetimler bu baskıya dayanamayarak kolay yolu seçiyor: hocayı göndermek.
Medya da çoğu zaman bu baskıyı körüklüyor. ‘Geldiği gibi gider’ manşetleri, ‘kurtarıcı hoca’ haberleri, aslında futbolun profesyonelce yönetilmesini engelliyor.
Buna ek olarak, siyasetin futbol üzerindeki etkisini de göz ardı edemeyiz. Büyük kulüplerden alt liglerdeki takımlara kadar, yöneticilerin seçimi ve kulüp politikaları çoğu zaman siyasi ilişkilerle şekilleniyor. Bu da futbolun sahada değil, masa başında yönetilmesine yol açıyor.
4. Alt Liglerde Daha Vahim
Bir Tablo Süper Lig’de yaşanan teknik direktör kıyımları manşetlere taşınsa da, aslında tablo alt liglerde çok daha ağır. 1’nci Lig, 2’nci Lig ve 3’ncü Lig’de teknik direktör değişiklikleri neredeyse haftalık hale gelmiş durumda. Sezonun yarısı bitmeden 4-5 kez hoca değiştiren kulüpler var.
Bu istikrarsızlık, sadece kulüpleri değil, genç futbolcuların gelişimini de olumsuz etkiliyor. Her hocayla birlikte sistem değişiyor, oyuncular sürekli farklı taktiklere maruz kalıyor ve uzun vadeli bir futbol kültürü oluşmuyor.
5. Galatasaray'ın İstikrarı ve Diğerleri
Bu tabloya bakıldığında göze çarpan en önemli farklardan biri Galatasaray'ın göreceli istikrarı. Sarı-kırmızılı ekip, Okan Buruk yönetiminde sabır göstererek başarıya ulaştı. Trabzonspor da zaman zaman aynı yolu deniyor. Ancak Fenerbahçe ve Beşiktaş’ta sabır yerine sürekli değişim tercih edildiği için başarı gelmiyor.
Dolayısıyla 4’ncü hafta sonunda Fenerbahçe ve Beşiktaş'ın geriye düşmesi, aslında tesadüf değil. Yıllardır süren yönetim anlayışının doğal bir sonucu.
6. Çözüm Ne?
Türk futbolunda teknik direktör kıyımının sona ermesi için öncelikle zihniyet değişikliği gerekiyor: Uzun vadeli projeler: En az 2-3 yıllık planlar yapılmalı, teknik direktörler kısa vadeli sonuçlarla değil, uzun vadeli vizyonla değerlendirilmelidir.
Altyapıya yatırım: Hocaya sabır göstermek, aynı zamanda altyapıya önem vermek ile mümkündür. Sürdürülebilir başarı, transfer şovlarından değil, kulüp kültüründen doğar.
Taraftarın eğitimi: Futbol sadece sonuç değil, bir süreçtir. Taraftarların bu bilince ulaşması gerekiyor.
Mali disiplin: Yabancı hocalarla yapılan sözleşmelerde kulüpler kendilerini güvence altına almalı. Aksi halde her başarısızlık, milyonlarca Euro zarara dönüşüyor.
Siyasetten arınma: Futbol, siyasi etkilerden uzak bir şekilde, profesyonel kriterlerle yönetilmelidir.
Sonuç itibariyle kısır döngü kıralmalı. Fenerbahçe'nin Mourinho serüveni, Beşiktaş'ın van Bronckhorst ile erken veda kararı ve havalimanında coşkuyla karşılanan hocaların sessizce uğurlanması…
Aslında Türk futbolunun en acı gerçeği bu; sabır yok, istikrar yok, güven yok. Başarı için sabır yerine sürekli değişim tercih ediliyor, faturalar teknik direktörlere kesiliyor. Ancak gerçek değişim, kulüp yönetim anlayışında ve futbol kültüründe olmalı. 4’ncü hafta sonunda yaşanan ‘teknik direktör kıyımı’, Türk futbolunun aynasıdır. Bu aynaya bakıp ders çıkarmak yerine kırmaya devam edersek, yıllar sonra da aynı tartışmaları yapmaya mahkûm olacağız.
Sevgiyle kalın.