Veli Beysülen

Tarih: 13.11.2025 02:25

Neden Hukuk Devleti Değil de Yargı Devleti ?

Facebook Twitter Linked-in

Türkiye, hiçbir zaman tam anlamıyla evrensel kriterlerin hâkim olduğu bir hukuk devleti olamadı. Zira bu ülkenin hep ötekileri oldu ve bu ötekilere hukuksuzluk reva görüldü. Daha önce de yazdım, bu ülkede iki türlü öteki var. Bunlardan biri sistemin dışladığı ebedi ötekiler, diğeri ise günün iktidarının ötekileridir. Ülkeyi yönetenler, bu iki tür ötekini hukuksuzluklarının kılıfı olarak kullanırlar.
 
Evet, Türkiye geçmişten günümüze hiçbir dönem gerçek bir hukuk devleti olamadı. Ancak kabul etmek gerekir ki, hiçbir dönemde 23 yıllık AKP iktidarındaki kadar hukuksuzluk yaşanmadı. Ülkede artık delilden suçluya değil, suçludan delile gidiliyor. Burada suçludan delile gidiliyor derken, alınan her insanın suçlu olduğunu ve onun alınmasıyla delillerin ortaya çıkarıldığını kastetmiyorum. Kastettiğim şey, yargının önce insanları suçlu diye aldığı, sonra bu insanları suçlayacak deliller oluşturduğudur. Maalesef bu süreçte delil oluşturmak için kullanılan yöntemler, evrensel hukuk kurallarına göre tek başına delil oluşturmaya yetecek yöntemler değildir. Bu yöntemler, kolluk sorgulamasından savcılık aşamasına oradan mahkeme süreçlerine kadar kullanılan gizli tanıklık ve itirafçılıktır. Özellikle gizli tanıkların, kod adlarla dosyalara konmaları yargı süreçlerinde savunmadan kaçırılmaları, savunmanın soru sormasının kısıtlanması gibi yöntemlerin kullanılması, adil yargılanma ve serbestçe savunma yapabilme haklarının ihlalidir.
 
Kuşkusuz delilden suçluya gitmek yerine suçlu ilan edilenin suçluluğunu kanıtlamak için delil oluşturmak, evrensel hukuk kurallarının, özellikle masumiyet karinesi ilkesinin çiğnenmesidir. Zira evrensel hukukun değişmez ilkesi olan masumiyet karinesine göre, hiçbir insan yargının en alt kademesinden başlayarak adil ve şeffaf bir şekilde yargılanıp suçluluğu kanıtlanmadığı ve cezası en üst yargı mercii (yargıtay) tarafından onaylanıp kesinleşmediği sürece suçlu ilan edilemez. Maalesef Türkiye son yıllarda sorgulama aşamasından yargılamaya bu ilkenin yok edildiği ve insanların peşinen suçlu ilan edildiği bir ülkedir. Özellikle iktidar muhaliflerinin, bu ilke yok sayılacak şekilde suçlu ilan edilmeleri, bunun ise yürütme tarafından yapılması, Türkiye’yi hiçbir zaman tam olarak ulaşamadığı hukuk devleti özelliğinden daha da uzaklaştırmaktadır.
 
Maalesef gayri hukuki yöntemlerle suçlu ilan edilen ve gözaltına alınıp tutuklanan insanlar, haklarında herhangi bir iddianame olmaksızın aylarca cezaevinde tutulmaktadırlar. İlginç olan ise; ülkede bunca hukuksuzluk yaşanırken, iktidar sözcüleri ile Adalet Bakanının sürekli, "Türkiye bir hukuk devletidir" demeleridir. Halbuki 2018 yılında geçilen tek adam yönetiminde kuvvetler ayrılığı ilkesi tamamen yok edildi ve yargı direkt yürütmenin başına bağlandı. Bu özelliğinden dolayı toplumun tamamı özellikle siyaset kurumu yargı tarafından dizayn ediliyor. Önceki yıllarda Kürt siyasi hareketi ile sosyalist sola uygulanan hukuksuzluk, 31 Mart 2024 yerel seçimlerinden bu yana seçimlerde birinci parti çıkan iktidar alternatifi CHP’ye yönelmiş bulunuyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve CHP'nin Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu, belediye başkanı seçildiği 2019 yılından bu yana sürekli hedefte oldu. 19 Mart 2025 tarihinde evinden gözaltına alınan İmamoğlu hakkındaki iddianame 237 gün sonra, 11 Kasım 2025 tarihinde mahkemeye sunulabildi. İddianame mahkemeye sunulmadan önce, dosya üzerinde bulunan gizliliğe rağmen iddianameden bölümlerin iktidar yandaşı yazılı ve görsel medya da yer alması, sözde yorumcu ve uzmanlarca değerlendirilmesi ve yorum yapılması ise tam bir hukuk garabetidir. Öte yandan, iddianamenin savcı tarafından mahkemeye sunulmadan önce basına açıklanması ise ayrıca tartışılması gereken bir uygulamadır. Özellikle bir başsavcının, siyasi bir kişi veya kuruma karşı hazırlanmış iddianameyi basın aracılığıyla kamuoyuna duyurma ihtiyacı hissetmesi ve bunu basın aracılığıyla yapması, üzerinden atlanmaması gereken istisnai bir uygulamadır. Elbette bunu hukukçular değerlendirecektir. Ancak bence savcının bu yöntemi izlemesinin iki nedeni olabilir: Bunlardan birisi iddianamenin siyasi olması diğeri ise ağır suç işlendiği imajı vererek aslında içi boş olan iddianamenin önemsenmesini sağlamaktır. Elbette daha yeni çıkmış olan ve mahkeme tarafından kabul edilmesi beklenen iddianameye ilişkin önümüzdeki günlerde siyaset tarafından çok şey söylenecek ve hukukçular iddianamenin detaylarına dair hukuki değerlendirmelerde bulunacaklar. Dolayısıyla detaylar ortaya çıktıkça konuyu zaman zaman değerlendirmenin daha doğru olacağını düşünüyorum.   
 
Yukarıda belirttiğim gibi, Türkiye, hayatın her alanında pek çok hukuksuzluğun iç içe yaşandığı bir ülkedir. Ancak ülkeyi yönetenler, Türkiye’nin hukuk devleti olduğu yönündeki illüzyona devam ediyorlar. Özellikle Adalet Bakanının mikrofonu gördüğü yerde, "Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir" deme ihtiyacı duyması düşündürücüdür. Düşündürücüdür, çünkü Türkiye bir hukuk devleti olmadı ve bu uygulamalar devam ettikçe de olmayacak.   
 
Tüm hukuksuzlukların ayyuka çıktığı ve Türkiye’nin hukuk devleti olup olmadığının çok daha yüksek tonda tartışıldığı bugünlerde, Cumhurbaşkanının kendisine sorulan bir soruya verdiği cevap, iktidarın hukuk devleti anlayışını gözler önüne serdi. Zira Cumhurbaşkanı, 5 Kasım günü partisinin grup toplantısından çıkarken gazetecilerin 10 yıldır cezaevinde olan HDP önceki eş genel başkanları Salahattin Demirtaş ile Figen Yüksekdağ ve diğer Kobani Davası sanıkları hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) kesinleşmiş hak ihlali kararıyla ilgili sordukları soruya, "Bu ülke yargı devletidir, yargı ne karar verirse biz uyarız." demesi, Türkiye’nin hukuk devleti değil, yargı devleti olduğunun açıkça ilanıdır. Kuşku yok ki, Cumhurbaşkanının verdiği bu cevap, hukuk devletini vurgulamak için farklı kelimelerin kullanılması değildir. Zira Cumhurbaşkanının, "Türkiye yargı devletidir" demesi hukuk devleti olmadığı anlamına geliyor. Çünkü hukuk devleti, evrensel hukuk normlarının uygulandığı, yargının bağımsız olduğu, herkesin hukuk karşısında eşit olduğu, yargılanıp yargının tüm aşamalarından geçen kesinleşmiş cezaya çarptırılmayan hiçbir insanın suçlu ilan edilmediği devlettir. Maalesef Türkiye, yargının bağımsızlığını kaybettiği ve iktidarın siyaseti dizayn etme aracı olarak kullandığı ülkedir. Dolayısıyla Türkiye, hukuk devleti olma hedefinden iyice uzaklaşmıştır. Bu nedenle Türkiye, yargının kurumsal yapısının tahrip edildiği, son olarak Tayfun Kahraman davasında olduğu gibi, alt kademe yargının hatta yerel mahkemelerin Anayasaya göre uyulması zorunlu olan uluslararası yargı organı AİHM ile Anayasal üst yargı organı, Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımadığı bir ülkedir.
 
Yukarıda Türkiye’nin hiçbir zaman gerçek bir hukuk devleti olamadığını belirttim. Ancak kabul etmek gerekir ki darbe dönemleri hariç, AKP dönemindeki kadar hukuksuzluğun tavan yaptığı bir dönem yaşanmadı. Ne yazık ki, Türkiye AKP iktidarında sistemli bir şekilde uygulanan hukuksuzlukların yol açtığı derin bir hukuk krizi yaşıyor. Elbette ülke bir süreçten geçerek bu noktaya geldi. Eminim hatırlıyorsunuzdur, Cumhurbaşkanı Erdoğan 28 Şubat 2016 tarihinde, “Anayasa Mahkemesine saygı duymuyorum ve kararını da tanımıyorum demişti.” Yine Erdoğan, 21 Kasım 2018 tarihinde AİHM’nin Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılması yönünde verdiği karara karşı, “AİHM kararı bizi bağlamaz, karşı hamlemizi yapar, işi bitiririz” demişti. Evet, görüldüğü gibi aslında Türkiye adım adım yargı devleti olma noktasına geldi.  
 
Kuşkusuz hukuk devleti ile yargı devleti aynı şeyler değildir. Zira hukuk devleti, kurumsal olarak birbirlerinin yetki alanına girmeyen, alt yargının üst yargının alanına girmediği ve onun kararlarına uymak zorunda olduğu devlettir. Yine hukuk devleti başta masumiyet karinesi olmak üzere, evrensel hukuk kurallarının uygulandığı, hukukun bağımsız olduğu, üstünlerin hukukunun değil hukukun üstünlüğünün temel düstur olduğu, idarenin hukukun alanına müdahale etmediği, yargıda kesinleşmiş ceza almamış hiçbir insanı kendisine muhalif olması ile etnik, dini, mezhepsel veya ideolojik farklılığından dolayı suçlu ilan etmediği devlettir. Yargı devleti ise yargının yetkilerinin iç içe geçtiği, alt yargı birimlerinin üst yargı organlarının kararlarını tanımadığı, kuvvetler ayrılığı ilkesinin uygulanmamasından dolayı yargının idarenin istem ve talepleri doğrultusunda iş ve işlemler yaparak kararlar verdiği devlettir. Kısa ve öz: hukuk devleti, evrensel hukukun, yargı devleti idarenin istek ve taleplerinin geçerli olduğu devlettir. O zaman Cumhurbaşkanın, “Bu ülke yargı devletidir” demesi, toplumu yargının kararlarını kanıksamaya yönlendiren bilinçli bir söylemdir!

                


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —