Neslihan Fındıklı

Tarih: 07.12.2025 09:44

Kürt ve Kırgın

Facebook Twitter Linked-in

Neresinden tutunamayacağımızı bilemeyeceğimiz bir ırkçılığın içinde geçmekteyiz.

Ben İstanbul’da doğup büyüdüm. Beton binaların arasında, kalabalığın göbeğinde… Ama buna rağmen, hep kenarda yaşayan, hep saklanan bir yanımız vardı. Öyle günlerden geçiyorduk ki, “Doğulu” olduğumuzu söylemek bile ürkütücü gelebiliyordu. Sanki bir kelimenin içinde suç gizliydi. Sanki memleketin adını söylemek bile ihbar gibiydi.

Hiç unutmam… Akşam karanlığı şehrin üzerine çökünce annem lambaları açmaz, sesimizi bile kısmamızı isterdi. Polis arabasının ışıkları pencereden süzülürse, annemin eli hemen sobaya giderdi: kitaplar, kasetler… Çıtırdayarak yanardı. Alevlerin içinde sadece kağıtlar değil, bizim sesimiz, bizim hafızamız da kül olurdu. Ben o zamanlar 3-4 yaşlarındaydım. Ama küçük bir çocuk bile hisseder karanlığın neyi sakladığını.

Bir gün kitapların arasında beyaz uzun sakallı, bakışlarında yorgunluk taşıyan bir dedenin resmi dikkatimi çekti. Karl Marx’mış meğer… Ama ben onu bir düşüncenin sureti sanmıştım. Bakışlarında başka bir dünya vardı. Sobaya atılan kitaplar, annemin titrek elleri, dışarıdaki siren sesi… Hepsi birleşince kafamda tek bir soru doğuyordu: Neden?

Evde yüksek sesle konuşulmayan ama usulca fısıldanan bir dil vardı. Sokakta konuşmak yasak, okulda asla duyulmayan… Ben büyüdükçe anladım ki o dil benim anadilimdi. Benim öğrenmemem gereken, benim bilmemem gereken dil… Çünkü yasaktı. Bir dilin yasak olması kadar acı bir şey yokmuş meğer; insanın içindeki sesi susturmak gibi.

Okula başladım. Harfleri birleştirip kelimeler çıkarmaya başladım. Kendimi kitaplara verdim, yaşımdan büyük cümleleri anlamaya çalıştım. Ve öğrendim ki başka bir dünya varmış gerçekten. Bizim var olamadığımız, ama var olmayı inatla sürdürdüğümüz bir dünya… Yasakların cazibesini o zaman anladım. Çünkü insan yasaklandığı şeye tutunur. Biz de dile, düşünceye, kimliğimize tutunduk.

Fakat büyüdüm. Şehir değişti, yıllar değişti ama bir şey hiç değişmedi: Kürt olduğumu söylediğimde yüzlerde beliren o mesafeli bakış. Bazen küçümseyen, bazen korkan, bazen alttan alta düşmanlık kokan… Bir insanın kimliğiyle sınanması kadar yorucu ne var? Savaş haberleri açıldığında suçlu gibi susmak, şehit cenazesi olduğunda gözleri üzerine çekmek, memleketini söylerken içinden sessizce izin istemek…

Ben barışamadım bu gerçekle.

Kürtlerin adı hep bir yerlerde zan altında. İyi olduğunda “insan”, kötü olduğunda “Kürt”… Yıllar geçti, sokaklar değişti ama zihniyet değişmedi çoğu yerde. Hâlâ bir dil için korku, hâlâ bir kimlik için şüphe… Ve biz hâlâ bu topraklarda yaşıyoruz; kimileri misafir sanıyor ama biz ev sahibiyiz aslında.

Tarihi anlatılar büyüdükçe kulağıma çalınan başka gerçekler de vardı.
Bir gazeteci, bir yazar, bir halkın dili olan Musa Anter…
Sırf Kürt olduğu için, düşüncesi olduğu için faili meçhule kurban giden nice insanın adı gibi kazındı zihnime. O sadece bir isim değildi; bir dilin, bir kültürün susması için susturulan bir nefestir.

Siyasetçiler, aydınlar, gazeteciler…
Mehmet Sincar’dan Vedat Aydın’a, daha nice adı haberlerde fısıltıyla geçenlere kadar…
Kimileri yok sayıldı, kimileri sus pus edilmiş sokak köşelerinde yitip gitti.
Büyüdükçe anladım ki bizim hikâyemiz sadece evde sobaya atılan kitaplardan ibaret değildi;
bir milletin hafızası, düşüncesi ve söz hakkı da yıllarca ateşe atıldı.

Bazen düşünüyorum; belki de ben en çok çocukluğuma kırgınım. Sobada yanan kitaplara, gizlice konuşulan kelimelere, annemin kapı gözetleyen gözlerine… Çünkü bir çocuk hiçbir şeyi saklamak zorunda kalmamalıydı. Bir dil saklanacak şey olmamalıydı.

Bugün yetişkinim. Hâlâ aynı göğün altında, aynı şehirlerin içinde… Irkçılık hâlâ nefes kadar yakın. Kimseye düşman değilim ama barışık da değilim bu düzenle. Çünkü barışmak unutmak demek biraz. Ben unutmadım. Unutmayacağım da.

Benim hikâyem tek değil. Benim hikâyem binlerce çocuğun yanan kitaplarının kokusudur.
Ve biz, kül olmuş sayfaların arasından yeniden filizlenen cümleler gibiyiz:
Yasaklandıkça büyüyen, susturuldukça çoğalan…

Her gün Kürtlüğümüze küfredenler ve içimize inanılmaz acılar ekleyenler…
Belki de kırıldım, kırgınım; kendimi yazmak istedim sadece.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —