Veli Beysülen

Tarih: 28.08.2025 00:55

Canlı Yaşam Tehdit Altında!

Facebook Twitter Linked-in

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), tatile girmeden iki önemli Kanun kabul etti. Bunlardan biri 9 Temmuz 2025 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak, yürürlüğe giren 7552 Sayılı "İklim Kanunu" diğeri ise  24 Temmuz 2025 tarihli Resmi Gazete yayınlanarak yürürlüğe giren 7554 sayılı "Maden Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Torba Kanun."

İktidar kanadının, yangından mal kaçırırcasına muhalefet partilerinin, meslek ve emek örgütleri ile bu alanlarda faaliyette bulunan sivil toplum kuruluşlarının görüşlerini alma gereği duymadan, ben yaptım oldu dayatmasıyla, meclisten geçirdiği iki kanunda Türkiye'nin geleceği açısından hayati öneme sahip. Doğrusu bu kanunlar, ortaya çıkaracakları sonuçlarla üzerinde bulunduğumuz coğrafyada canlı hayatı riske atan kanunlardır.

Kuşkusuz iki kanunun acil ihtiyaç duyulan düzenlemeler katogorisinde, iktidar blok'unun dayatmacı mantığıyla, üniversitelerin, sendikaların, meslek odalarının ve sektör bileşenleri ile toplumsal muhalefetin görüş ve önerileri alınmadan demokratik katılımcılıktan ve şeffaflıktan uzak, meclis tatile girmeden alel acele çıkarılmaları, üzerinde düşünülmesi gereken bir durumdur. Elbette bunun nedeni yerli ve yabancı sermayeye imtiyazlar tanıyan kanunlar olmalarıdır. Zira iki kanunun yeni yasama yılına kalmış olsa, tartışmalar yaşanacak ve toplumda farkındalık oluşacaktı. Bu nedenle, kanunlar meclis tatile girmeden ivedilikle yeterince tartışılmadan kabul edildi.

Ben bu yazıda özellikle Maden Kanununda yapılan düzenlemeler, bu düzenlemelerin  olası sonuçları üzerinde durmaya çalışacağım.

Dünya genelinde, özellikle gelişmiş batı devletlerinde yapılan kanunlar, teknolojik gelişmelerin yol açtığı teknik zorunluluklar, değişiklik dayatmadığı sürece  değiştirilmez ve onlarca yıl yürürlükte kalırlar. Maalesef Türkiye, sermaye ve iktidar partilerinin çıkar için, bazı alanlara özel sık sık kanun değişikliği yaptıkları  ülkedir. Öyleki bu değişiklikler bazen adrese teslim, birilerine çıkar sağlamak üzere yapılır.

Nitekim 4 Haziran 1985 tarihinde yürürlüğe giren 3213 sayılı Maden Kanunu 40 yılda 31 kez, yani nerdeyse 1 yıl 3 ayda bir değiştirilmiş. Bu değişikliklerin çoğunluğu 2002 yılında iktidar olan AKP döneminde yapıldı.

7554 sayılı kanunla maden kanununda yapılan son değişiklikle, maden arama izni ve ruhsatlandırma da esas alınan, çevresel etki değerlendirmesi işlemleri Çevre Bakanlığından alındı. Bundan sonra maden ruhsatı izin süreçlerini, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına bağlı, Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü (MAPEG) yürütecek.

Kanun değişikliği ile ÇED için ilgili kamu kurumlarının değerlendirme yapma ve rapor verme süresi 3 aya indirildi. İlgili kurum raporunu 3 ay içinde vermezse kendisine 1 ay ek süre verilecek, yine cevap vermezse cevap vermiş sayılacak. ÇED Gerekli Değildir” ibaresinin Çevre Kanunu metninden çıkarılması toplumsal muhalefetin kaygılarını gidermek açısından önem taşımakla birlikte, süre kısıtlaması getirilmesinin amacı, ÇED aşamasında ilgili kurumların yeterince araştırma yapmalarının önüne geçmektir. Zira belirtilen 3+1 toplam 4 ayda raporunu vermeyen ilgili birimin, raporuna gerek duyulmadan ÇED otomatik olarak onaylanacaktır.

Esas itibariyle, Maden Kanunu'nun yanı sıra Çevre Kanunu, Mera Kanunu, Elektrik Piyasası Kanunu ve Yenilenebilir Enerji Kanunu gibi çok sayıda düzenlemeyi doğrudan etkileyen kanun düzenlemesi ile bu Kanunlarda bulunan, doğayı korumaya dair düzenlemeler ya esnekleştirildi ya da tamamen kaldırıldı. Böylece maden sahalarının madene açılmasında ruhsat ve izin süreçleri şirketler lehine hızlandırıldı.

Bakın TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, teklif meclise verildiğinde konuyla ilgili yaptığı açıklamada ne diyor: “Maden Kanunu, 4 Haziran 1985 yılında yürürlüğe girdiğinden bu yana 30 kez değiştirildi. Bu değişikliklerin çoğu madencilik faaliyetlerini kolaylaştırırken doğa koruma önlemlerini zayıflattı. 2004'te eklenen maddeler madenciliği büyük ölçüde serbestleştirdi. Örneğin Madde 7'de yapılan değişiklikle ormanlar, milli parklar, özel çevre koruma alanları gibi pek çok bölge madenciliğe açılabilir hale geldi. Her yeni düzenleme, doğanın ve yaşamın üzerindeki tahribat riskini arttırdı. Ancak üzülerek söylüyorum ki, bugüne kadar yapılan hiçbir değişiklik doğal ve kültürel varlıklar üzerinde böylesine büyük bir baskı yaratmamıştı. Bu teklif, doğayı korumayı engel olarak gören bir bakış açısına dayanıyor. Kamu yararını şirket lehine tanımlayan bu yaklaşım, yaşamın kaynağı olan doğal varlıklarımızı korumaktan tamamen uzak.”

Evet TEMA Vakfı başkanınında belirthiği gibi bundan sonra, çevre ve doğayı koruma girişimleri ile eylem ve etkinlikler engel olarak görülecek. Sadece engel olarak görülmeyecek. Aynı zamanda maden tekellerinin çıkarları için, doğa tahribatına muhalefet edip karşı çıkmak, “milli güvenlik” sorunu olarak görülecek ve  muhalefet edenler daha sert tedbirlerle susturulacak.

Nadir Toprak Ekenentleri (NTE) denen  stratejik öneme haiz kritik mineraller doğrudan ulusal çıkar hatta milli güvenlik meselesi olarak tanımlanacak. Bu maden sahalarının belirlenmesi yetkisi ise Cumhurbaşkanlığın da olacak. Ayrıca bazı maden sahaları, ihale dışı tutulacak ve istenen şirkete tahsis edilebilecek. Yine maden bölgeleri “özel güvenlik bölgesi” ilan edilerek, giriş çıkışa kapatılacak. Böylece buraları işleten şirketler, devletin koruması altında olacak.

Bu işin birde acele kamulaştırma yönü var. Öyle ki acele kamulaştırma ile temel insan haklarından olan, özel mülkiyet hakkının ihlal edilmesinin yolu açıldı. Kuşku yok ki, artık hiç kimse için tapu güvencesi yok bu ülke de. Düşünsenize; akşam toprağınız var ve o toprakta yapacaklarınızı düşünerek uykuya dalıyorsunuz, sabah kalktığınızda birde bakıyorsunuz ki gece yarısı yayınlanan bir Cumhurbaşkanı kararı ile  toprağınız elinizden alınmış. Yani siz artık topraksız yurttaşınız. Üstelik bu duruma tepki gösterip karşı çıkarsanız artık vatan hainisiniz.

Halbuki acele kamulaştırma: bazı olağanüstü şartların varlığı halinde, idarenin olağan kamulaştırma işlemlerinde beklemek zorunda olduğu bazı süreçleri sonraya bırakarak, kişilere veya şitketlere ait taşınmazlara derhal el koymasına olanak sağlayan olağan kamulaştırmanın dışında kendine özgü istisnai bir kamulaştırma yöntemidir. Ortada savaş,  sel ve deprem gibi, olağanüstü doğa olayı söz konusu değilse, maden arama ve işleme için, hangi olağanüstü duruma göre acele kamulaştırma yapılacak muamma.

Yeni düzenleme ile işletme ruhsatlarından alınan ücret  %30 indirildi. Ancak bütçe dengeleri bozulmasın diye eskiden %50 olan peşin ödeme %70'e çıkarıldı. Yani eskiden 100 liranın 50 lirası peşin alınırken, yeni düzenleme ile 70 liranın 49 lirası peşin alınacak.

Yukarıda belirttim, milli park alanları, zeytinlikler, orman alanları hepsi maden faaliyetlerine tahsis edilebilecek. Madene açılacak zeytinliklerde bulunan zeytin ağaçları, ruhsat sahibi tarafından taşınacak, taşınamayan ağaçların yerine, tespit edilen alanda ağaç sayısının iki katı zeytin ağacı dikilecek. Bunun ne kadarı olur, hazır ürün veren ağaçların yerine dikilecek fideler kaç yıl sonra ürün vermeye başlar, aradaki zaman için sahibine herhangi bir ödeme yapılacak mı ya da paralı ruhsat sahibi, zeytinlik sahibine para vererek onu susturacak mı, bu durumda devlet müdahale edecek mi? Bu soruların tamamı cevapsız.

Türkiye madencilik sektörü; gerek çalışma koşulları, iş sağlığı ve güvenliği yönünden gerekse çevreye verdiği zarar yönünden son yıllarda sürekli gündemde olan bir sektördür. Kuralsızlığın kural haline geldiği Türkiye'de bu sektörde büyük kazalar ve can kayıpları yaşandı. Soma  Ermenek, Kozlu, Siirt ve İliç maden kazaları yol açtıkları can kayıplaıyla bu ülke insanının hafızasında yer ettiler. Yüzbinlerce ton zehirli liç toprağının yürüdüğü ve 9 emekçi insan dahil, önüne gelen herşeyi yuttuğu  İliç maden faciasının çevreye verdiği zarara dair bilgiye sahip değil bu toplum. Madencilik sektörü sadece iş kazaları ile değil, yol açtıkları doğa tahribatı, ile de sürekli gündemdeler. Son günlerde Uşak'ta, altın madeni işleten şirketin, aşırı su tüketiminin kenti susuz bıraktığı haberleri basına yansıdı.

Özellikle iletişim teknolojisinde kullanılan cihazların, ana aksamları ile silah yapım teknolojisinde kullanılan, kritik ve stratejik Nadir Toprak Elementleri ile ekonomik değeri yüksek altın gibi madenlerin, değerlerinin çok altında bedellerle yabancı maden kartellerine açılması, bu şirketlerin maden ayrıştırma da kullandıkları kimyasalların doğaya verdiği zararların yanı sıra  büyük ekonomik kayığlara yol açmaktadır. Kuşku yok ki, bu madenlerin uluslararası tekellerce işletilip, dışarıya aktarılması ülke güvenliği açısından da tehlikelidir.  

23 yıllık AKP iktidarı döneminde, kamu madenciliği büyük oranda tasfiye edildi. Verilen binlerce maden arama ve işletme ruhsatı ile Türkiye coğrafyası, delik deşik edildi. Başta ABD ve Kanada menşeeli olanları olmak üzere, uluslararası maden kartelleri, iktidar yandaşı ortaklarıyla birlikte hummalı bir faaliyet içindeler. Bu faaliyetlerin yeterince denetlenmemesi, kuralsızlığı kural haline getirdi. Koruma altında olması ve girilmemesi gereken alanlar ile özel mülkiyetler, bir gecede maden sahası ilan ediliyor ve insanların mülklerine el konuluyor. Kısacası ülkede canlı yaşam bir bütün olarak tehdit altında. Bu emperyalizmin dünyayı yeniden paylaşım da Türkiye coğrafyasında ki değerleri talan etme politikasıdır.

Tüm bunlar gösteriyor ki, muhalefet partileri, bilim insanları, meslek birlikleri, doğayı korumayı amaç edinmiş sivil toplum örgütleri, sendikalar ve demokratik kitle örgütleri bu talana dur diyecek ortak bir platformda buluşup, toplumu verilecek mücadelenin öznesi haline getirmezlerse bu talanı durdurmak mümkün olmayacak!

             


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —