Psikoterapist Haydar Alper Eser

Tarih: 06.08.2025 10:21

Bu Sahtelik Yarın da Sürecek

Facebook Twitter Linked-in

Günaydın, iyi günler, iyi akşamlar, iyi geceler ya da günün hangi saatinde okuyacağınızı bilmediğim için o saatin önüne biraz buruk bir ‘’iyi’’ temennisi koyarak yapacağım tüm girişler ile başlayayım. Vicdanın ve umudun kendisini kurtardığına inanan, vicdana ve umuda dair sorunlar yaşayan ve ödün vermemek için kapıyı çalan insanları galiba halı yıkama işçileri karşılıyor. Bazı ruhsal halılar, bugünlerde biraz pahalıya yıkanıyor. Çok kişinin sabahın ilk saatlerinde benimle de paylaştığı son derece sansasyonel bazı haberler, sahte diplomalar, sahte akademisyenler, sahte terapistler, sahte insanlar ve istedikleri gibi sahte bir ülke ile karşı karşıyayız. Tanım gereği değil; gerçekten karşı karşıyayız. İçine her türlü pislik bulaşmış, halkına parmak ve kılıç sallayan bir ülke ile zaten nasıl yan yana olabiliriz ki?

‘’Hocam, bu haberi gördünüz mü?’’ Elbette gördüm. Sövdüm de üstelik. Görmekle kalmak yakışmazdı kazanmaya çalıştığım lokmaya. Ancak akut tepkim geçtikten sonra oturup her soruna yaklaştığım, her hastalığı kurcaladığım gibi kurcaladım bunu. Gerekçesi neydi? Bu toplumda hangi eksiği gidermek üzere yola çıktı? Bütüncül bir çıkarım yapabilir miyiz? Cezalandırmanın ötesinde, bilinçlendirme mümkün mü diye hayli soru sordum ben bana. Buradaki ‘’ben’’ ve ‘’bana’’ kavramlarını şehir lügatı gereği kullanmıyorum bu kez. Zira bu kültür, vulgariteyi cehalet ile eşleştiriyor. İçi boş olan buğday başaklarının dik durmasına da heyecan ve arzu duyuyor. Her şey gibi bunu da hak ettik deyip moralinizi bozacağım. Hırsızı savunmuyor ancak hırsızın kapısını çalanı ve ‘’benden kaç seans çalmak istersin?’’ diyeni suçluyorum. Çünkü ‘’öz’’ nedir yitiriyor insan bu tüketim çağında. Buna uyanan birkaç şarlatan da varoluş maskesi takıyor. Kendi varoluşumuzdan uzak gördüğümüz kişilerden medet ummaya da psikolojik destek diyorlar artık! Can sıkıcı! Gelelim hırsızın değil de çaresiz olduğunu düşünen halkın suçuna.

Yolu adliyeden geçmiş, adli psikolojiye bir nebze olsun kafa yormuş kişiler için bir motto sunayım. ‘’İlk suç, herhangi bir suç olup olmadığını kontrol etmemek’’ bence bu devirde. Verilene, sunulana, gösterilene ve inandırılmaya çalışılana inandığımız için; şekil ve ambalaj odaklı düşündüğümüz için en çok istismar edilen konu bu oluyor işte. Lüks mekanlar, daha lüks mobilyalar, muhakkak altın varaklı çerçeveler içerisinde çoğunun birbirine verdiği sertifika, belge ve bilumum A4 kağıtları. Daima reklamcılardan edinilmiş plaketler, öyle hatıra ya da hafıza oluştursun diye değil üstelik uçan kuşa, atılan adıma, alınan nefese verilen plaketler. ‘’Kurumumuzda şehriye kestiği için bu plaketi almaya hak kazanmıştır.’’ Birilerinin hak ettiğine kanaat getiren üst akıl da onlar kadar sahte zaten. Şeffalık yok. Ulaşmak zor olduğu için araya adam sokarak gittiğiniz odalarda o kişinin bir terapist mi yoksa şovmen mi olduğunu bilmiyorsunuz. O kişiler de daima hoş kokulu odalarında oluyorlar. Fular ve gözlük takıyorlar. Pahalı markaları üstelerine geçiriyorlar. Bu kadar varlıklı olmasına rağmen hala size yardım etmeye çalışması size uhrevi geliyor. Ne kadar da prososyal diye düşünürken prodüzenbaz çıkıyor. Sonra susuyor herkes. Kimse aracını o otoparka bırakmamış gibi susuyor. Kimse gittiği mekânlarda böbürlenerek ‘’ben falanca kişiye gidiyorum’’ dememiş gibi susuyor. O kişiler süpervizyon oturumlarında bitki çayı içiyorlar, biz fırça yiyoruz. Onlar gün boyu sakinler, biz daima terliyoruz. Yaptıkları yayınlar ücretli dergilerden basma. Aldıkları ödülleri bu işi düzenleyen bir grup asalak düzenliyor. İstersem yarın sabah ‘’en başarılı, en iyi, en yakışıklı’’ meslektaşınız olabilirim. Düşünsenize yeteri miktar parayla yakışıklı bile olabiliyor insan. Burada tebessüm edip ‘’Estağfurullah Hocam’’ diyenler varsa gözlerinden öperim.

Bu hangi talebin arzı sorusu artık yanıt buluyor. Bu ‘’terapistim’’ dediği kişiye hayran olan, onu daima bir bilirkişi gören hatta hafiften tanrısal ruh üflendiğini düşünen delirmeye ramak kalmışların tarzı. Onlar devlet, üniversite veya eğitim ve araştırma hastaneleri koridorlarına gitmeyen, telefonla iş bitirenlerin tarzı. Çok bilmiş, çok okumuş hatta son kertede ‘’ben de terapist sayılırım yani Hocam’’ diyen görünür zorba ve gizli zavallıların tarzı. Ruh Sağlığı alanının ‘’Lisans mezunu kişiler seans yapabilir mi?’’ diye tartıştığı, derneklerinin ise ‘’şu kesime en çok ben yakınım’’ deyip meclis bahçesi ve lokantasında gezdiği bu ülkede bir hakkımız yok! Eğitimi de hukuku da yedikleri, kendi aralarında pay ettikleri yetmezmiş gibi konu bize de geldi. Her sorunu maneviyat ile tanrısal tanımlar ile çözen, terapisti hakkında ‘’Allah dostu biridir’’ diye aymazlıkla bahseden kavimlere uygun şarlatanlar boy gösterdi. Kimi mütedeyyin kesimi söğüşlüyor kimi liberal ve laik kesimi. Eh, buralarda yurtsever kesimi söğüşlüyorlar tabi. Oyları kendilerine verdikleri gibi terapiye de kendilerine gidiyorlar. Aynı anda hem süpervizörüm, hem hocam hem de amcamın/dayımın oğlu/kızı ile harika bir mesleki birlik hedefliyorum. Ağzımızı açtığımız an şeytan addediliyoruz. Çay istemeye utandığınız yerlerden, soru sormaya sıkıldığınız yerlerden, kendinizi yargılanıyor hissettiğiniz yerlerden, kendini açma konusu dışında adeta onun derdini dinlediğiniz yerlerden uzaklaşın. Bu bir yönlendirme de değil artık. Vallahi bizlere de yakınlaşın demiyorum. Ancak temel ilke herkesin bileceği gibi (şarlatanlar hariç) ‘’şayet fayda sağlayamıyorsan; zarar da verme’’ ilkesi. Nerden bilsin ki ‘’şayet para kazanamıyorsan; ağzını dahi açma’’ ilkesini savunanlar. 

Bu tipleri hiçbir toplumsal olayda göremezsiniz. Terapistin daima tarafsız olması gerektiğini savunurlar. Ilık ılık açıklamalar ile rüzgâr nerden eserse oraya dönerler. Neden mi? Çünkü bizlerin taraflı olması rahatsız eder onları. Hakkı, gerçeği savunduğumuz an maskelerine dair bir tehdit görürler bizi. Kendiniz bir hasta/danışan olarak fişlenmekten o denli korkuyorsunuz ki böyle anlarda hak nasıl aranır bilmiyorsunuz. Abuk derneklerin yönetiminde boy gösteren, mutlaka cix ekranlarda kuaförden yeni çıkmış şekilde beliren, sorulara her daim oportünizm gözlüğüyle bakan, tarafsızlık adı altında salaklığı ve vicdani baskılanmayı savunan, danışanıyla oturup kalkan, hediyeleşen ve hatta tatile giden ve hatta ziynet kabul eden ve hatta yan yana oldukları her saniye iyileştirdiğini düşünen kendini öz anlamda var edememiş ve galiba edemeyeceğini kabul eden güruhu elemek için sorun. Duvarda asılanı değil, zihinden kusulanı sorun. Kibar konuşmasını değil, gerçeklerle arasının nasıl olduğunu sorun. Telefonla iş yapanı değil, kendinizi bataklığa düşmüş gibi hissettirmeyeni sorun. 

Ruh sağlığını koruyan bir avuç insanla çalışıyoruz. Bu azınlığın da bu haberlerle yıkılması ve ‘’yahu kime güvenelim artık’’ diye iç çekmesini de iyiye yoruyoruz. Kendi zihninize, mantığınıza, sezginize güvenin. Falanca kişinin tavsiyesi falanca kişi için iyi olabilir. Her tarapist kayıp bir ayakkabı barındırır ve sizler Külkedisi olarak gelirsiniz görüşmeye, ekol sorun, eğitim durumunu sorun, fikir alın. Kaçanı kovalayın, sıkıştırın, yakalayın. Ekmek kolay kazanılmıyor. Emek verip hesabınıza aldığınız üç kuruşu da bu ülkenin ‘’temiz insanlarına’’ kaptırmayın. Herkesin artık tanıdığı bir çalışan var. Fikir almak için dahi olsa arayın. Zaten sokakta rastlarsınız bize. Yas terapistiyim deyip ‘’üzgünüm’’ demeyiz. Çıkar taziyenize geliriz. Hastanede yatan çocuk için ‘’geçmiş olsun’’ demeyiz. Bakarsınız ki bir palyaço geziyor koridorda. Çünkü sokak ve klinik aynıdır bizler için. Kavgamız da kahrımız da marjinaldir! 

Bu işi hakkıyla yapan herkese, tüm cephe arkadaşlarıma bin selam. Geri kalanları da zaten kendi çaresizlikleri yok edecek. Kolumuzda altın bir bilezik yerine ruhumuzda altın bir etik olsun. Koca taşlar süpürülsün yolumuzdan. Ahmet’i (Erhan) ve Ziad’ı (Rahbani) analım bugünlerde. Düşleyelim iyi bir ülkeyi. Görüşürüz ey haklılar! Eh, tam da bu yüzden mutsuzlar!

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —