Neslihan Fındıklı

Tarih: 01.09.2025 10:32

1 Eylül Dünya Barış Günü

Facebook Twitter Linked-in

Barış… Nedir barış?

Bir kelime midir yalnızca? Yoksa insanlığın bütün umutlarını içinde taşıyan, varoluşumuzun en yalın, en saf hali mi?
İnsan bazen düşünüyor: Eğer savaş insanın kendi elleriyle ürettiği bir felaketse, barış neden hâlâ hayal gibi uzak duruyor önümüzde?

Savaş dediğimiz şey de bir isim sonuçta. Ama ne tuhaftır ki bu isim, kanla, gözyaşıyla, ölümle anılıyor. İnsanlığın kütüğüne işlenmiş kara bir mühür gibi… Peki barış? O da bir isim değil mi? Fakat barış, ne zaman dile gelse, yürekte bir serinlik, zihinde bir umut bırakıyor. Demek ki mesele sadece kelimeler değil; biz, kelimelere hangi anlamı yüklediğimizde gizli.

Barış, bir çocuğun gülüşüdür belki. Gözlerinde korku taşımayan, oyununu yarıda bırakmayan bir çocuğun gülüşü… Ama aynı zamanda barış, yorgun bir dedenin iç çekişidir de. Hayatının en güzel yıllarını savaş meydanlarında tüketmiş, hâlâ geceleri aynı kabuslarla uyanan bir dedenin “yeter artık” deyişidir. Barış hem çocuğun geleceğinde hem de dedenin geçmişinde yankılanan tek ortak istektir.

Ve aslında barış, yalnızca bireylerin değil; toplumların, halkların, nesillerin özlemi olmuştur. İnsanlık tarihi boyunca savaşlar, kralların, generallerin, iktidar hırslarının sonucunda çıkmıştır. Ama barışa duyulan özlem, hep sıradan insanların kalbinde yaşamıştır. Çünkü savaştan kazanan daima bir avuç kişi olmuş, ama kaybeden hep milyonlarca masum olmuştur. Barış ise, herkese kazandıran tek yoldur. İşte bu yüzden barış, savaşın gölgesinde sadece bir özlem değil, aynı zamanda bir gerekliliktir.

Bazen kendime soruyorum: Neden insanoğlu kendi varlığını korumanın yolunu başkasını yok etmekte aradı? Neden savaşmak daha kolay geldi de yaşatmak daha zor?
Oysa barış, savaşmaktan çok daha basittir. Bir masaya oturmak, bir lokmayı paylaşmak, bir el sıkmak kadar yakındır aslında. İnsanlık barışa en uzak olduğunda bile, barış yine de en yakınımızdadır; kalbimizde, elimizin ucunda… Ama biz nedense hep uzağa bakarız.

Barış, bazen sessiz bir sabahın serinliğinde saklıdır. Çanların ya da ezanların birbirine karıştığı bir şehirde yankılanan uyumda vardır. Aynı sokakta farklı dillerden şarkı söyleyen insanların birbirini dinlemesinde vardır. Barış, farklılıkların tehdit değil zenginlik olduğuna inandığımız an başlar. Çünkü barış, herkesin kendisi olabildiği ama aynı zamanda herkesin yan yana yaşayabildiği bir düzendir.

Dünya Barış Günü bize şunu hatırlatır: Savaş insanın tabiatı değildir, öğrenilmiş bir yanılgıdır. Barış ise unuttuğumuz hakikattir. İnsanın insana kıymadığı, sömürmediği, ezmediği bir dünyayı kurmak mümkündür. Ama bunun için önce kendi içimizdeki savaşı bitirmemiz gerekir. Çünkü insan, önce kendi içinde barışı öğrenmeden dünyaya barışı getiremez.

Çünkü barış, sadece sınırların susması, silahların bırakılması değildir. Barış, adaletle yaşamak, eşitçe paylaşmak, insanın insana güvenmesidir. Barış, bir toplumun vicdanıdır. Ve vicdanı olmayan bir yerde barış da olamaz.

Belki de asıl soru şudur: Biz barışı gerçekten istiyor muyuz? Yoksa barışı yalnızca savaşın yıkımını gördüğümüzde mi hatırlıyoruz?
Barışın kıymeti, savaşın gölgesinde değil; yaşamın tam ortasında anlaşılmalı. Çünkü barış, bir günün anmasıyla sınırlı kalmamalı; her gün yeniden üretilmeli.

Asıl mesele, barışın bir “gün” değil, bir “yaşam biçimi” olmasıdır. Eğer bunu başarabilirsek, o zaman savaş yalnızca bir kelime olarak kalır. Ve “barış” kelimesi, dedelerin isyanı değil; çocukların adı, gençlerin umudu, toplumların ortak hafızası olur. Barış, sadece bir gün kutlanmaz; her sabaha eşlik eden bir alışkanlık, her kuşağa devredilen bir miras, her insana yakışan bir erdem olur.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —