Veli Beysülen


Yine 'Yasaklar Yok Artık' Masalı

.


Partili Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 25 Ağustos tarihinde Bitlis’te katıldığı toplu açılış töreninde yaptığı konuşma da, "Şunu bugün bir kez daha açık açık söylemek istiyorum; eski Türkiye artık tamamen geride kalmıştır. İnsanımızın kökeninden inancından dilinden dolayı ötekileştirildiği günler artık geride kalmıştır. Terör sopasıyla siyasetin dizayn edildiği, toplumun hizaya sokulduğu, ülkemize istikamet çizildiği günler geride kalmıştır. Yasakların, baskıların, yokluk ve yoksullukların olduğu o eski günler artık bir daha gelmemek üzere tamamen geride kalmıştır.” dedi. Erdoğan konuşmasında ayrıca, “Hukuk ve demokrasi içinde anayasal zeminde şehirlerimize hizmet için çalışanlarla herhangi bir sorunumuz yoktur ve olamaz ama eski günleri özleyenlere çatışmayı gerilimi şiddeti baskıyı özleyenlere bizi eski karanlık günlere tekrar çekmek isteyenlere ise asla eyvallah etmeyiz.”  


Bu konuşmayı dinleyince yaptığım ilk şey oturup kendi kendime muhakeme yapmak oldu. Bir başka deyişle kendimi sorguladım, öyle ya ülkenin en üst yöneticisi konuşuyor ve “Yasaklar yok" diyor. Biz ise yıllardır yasakların toplumu cendereye aldığını görüyor ve söylüyoruz. Bu işte bir yanlış var. Ya biz bu ülkede yaşamıyoruz ya da Cumhurbaşkanı başka bir ülkeden bahsediyor. Bunu düşünürken, Türkiye’de yaşananları film şeridi gibi gözlerimin önünden geçirdim ve yılardır yasakların katlanarak sürdüğünü gördüm. O zaman Cumhurbaşkanı “Yasaklar yok" derken neyi kastediyor diye bir düşüncedir aldı beni.
 
7 Ocak 2024 tarihinde başka bir mecrada yayımlanan “NESİNİ YAZAYIM CANIM EFENDİM” başlıklı yazımda, bir dizi yasaktan bahsetmiş ve demokrasi ile hak arama özgürlüğünün birbirlerini tamamladıklarını, demokrasinin olmadığı yerde özellikle emekçi kesimlerin kaybettiklerini vurguladığımı hatırladım.
 
O zaman, nasıl oluyor da yasakların ülkeyi cendereye aldığı bir süreçte, 22 yıldır ülke yönetiminde tek söz sahibi olan Cumhurbaşkanı her seferinde, “Eski Türkiye yok, yasakların, baskıların, yokluk ve yoksullukların olduğu o eski günler artık bir daha gelmemek üzere tamamen geride kalmıştır” diyebiliyor.
 
Bunları düşünürken, keşke öyle olsaydı, keşke yasaklar bu topraklardan tamamen silinmiş olsaydı demekten kendimi alamadım! Maalesef durum öyle değil ve öyle olmadığını bu ülkede yaşayanların tamamı biliyor. Biliyor ancak, bu ülkede iktidarın yanında konumlanmış, iktidarı kendi dünya görüşünün temsilcisi olarak gören önemli bir kitle, karşı olarak gördüğü kendileri gibi yaşamayan, kendileri gibi düşünmeyen, iktidarın söylediklerinin peşinden sürüklenmeyen, düşünen, araştıran, konuşan ve yazanlar ile iktidarın, toplumun inancını ve etnik kimliğini siyaset malzemesi olarak kullanmasına karşı çıkanlara, yani karşıda olanlara yasaklar getirilmesinden rahatsız olmadığı gibi destekliyorlar.   
 
Hadi onları anladık, çıkarları öyle düşünmelerini gerektiriyor. Peki, bunca yasak varken ülkede anayasal hakların kullanılması bile yasakken, Cumhurbaşkanının yasaklar yok demesine ne demeli. Cumhurbaşkanı neyi kastediyor dersiniz? Beni yine bir düşüncedir aldı. Düşünürken anladım ki, Cumhurbaşkanı kendi dünya görüşünde olan, onun istediği yaşam tarzını benimseyen, laiklik, bilim, insan hakları, demokrasi, özgürlükler karşıtı, her hâlükârda kendisini destekleyenlere yasak olmadığını söylemek istiyor. Yasaklardan nasibini alan ötekiler mi? Onların ne önemi var canım, onlar zaten öteki değiller mi? O zaman onlara yasaklar olması, ülkede yasaklar olduğu anlamına gelmez.   
 
Ne diyor Erdoğan, “İnsanımızın kökeninden inancından dilinden dolayı ötekileştirildiği günler artık geride kalmıştır.” Doğrusu bu ülkede insanlar, kökenlerinden ve inançlarından dolayı hep sıkıntı yaşadılar. Azınlık olarak bilinen bu ülke yurttaşlarının yaşadığı ayrımcılığın haddi hesabı yok. Ne yazık ki bu ayrımcı politika, partili cumhurbaşkanının söylediği eski Türkiye’de de onun yeni dediği ancak tek yeniliği yasakların katlanıp çeşitlenerek sürmesi olan sözde yeni Türkiye’de de aynen devam ediyor.
 
Kimse dilinden dolayı ayrımcılığa uğramadı sözü ise gerçek bir ironi. Maalesef bu konuşmanın yapıldığı bugünlerde cumhurbaşkanının konuştuğu Bitlis’in de içinde bulunduğu bölgede Demokrasi ve Eşitlik Partisi (DEM) mensubu belediyelerin, kent merkezlerinde Türkçe trafik uyarılarının hemen yanına Kürtçesini yazmalarına tahammül etmeyerek sildiren, Kürtçe müzik eşliğinde halay çeken insanları gözaltına aldıran, TBMM’de Kürtçe iki kelime konuşulunca grubu ayağa kalkan ve bu ülke yurttaşlarının önemli bir kısmının anadilini bilinmeyen dil diye tutanaklara geçirten yönetimin en tepesinden gelince inandırıcılığı olmuyor. Ne diyor Cumhurbaşkanı, kimse inancından dolayı ayrımcılığa uğramadı. Peki, Alevilerin yaşadıkları ne olacak? Aleviler bu ülkede Cumhuriyetten önce de Cumhuriyet kurulduktan sonra da inançlarının gereğini yerine getirebildiler mi? Hayır getiremediler. Zira hep baskı altında oldular. Ancak yine de Erdoğan'ın artık yok dediği eski Türkiye’de aleviler hiç olmazsa kamuda işe girebiliyorlardı. Bürokraside görevlere getiriliyorlardı. Ancak ayrımcılık bitti diyen Cumhurbaşkanının iktidarında aleviler kamudan tasfiye oldular. Öyle ki, yargıda alevi diktasına son vereceğiz diyerek FETÖ’cüleri yargının tepesine taşıdılar. 22 yıllık AKP iktidarı döneminde KPSS’de yüksek puan alarak sınav kazanan hiçbir alevi mülakatı geçemedi. Bunlar ayrımcılık değil mi?
 
Asıl garip olan ise Erdoğan'ın, karşısında yer alan herkese terörist diyen, Eski HDP şimdi DEM partiyi sürekli terörle ilişkilendirerek muhalefet partileri onunla görüştüklerinde veya DEM parti seçmenine muhalefete oy vermesini söylediğinde, bunlar terörle iş birliği yapıyorlar diyen, seçim sürecinde muhalefetin ortak Cumhurbaşkanı adayını, kumpas video ile terör örgütüyle işbirliği yapmakla suçlayan, bir siyasi partiyi siyaset arenasının dışına atmak için terörle ilişkilendiren, partinin eş genel başkanlarını, milletvekillerini, belediye başkan ve belediye meclis üyelerini, il ilçe yöneticilerini tutuklatarak, yargıya parti kapatma talimatı vererek, siyaseti terör üzerinden dizayn eden kendisi değilmiş gibi, “Terör sopasıyla siyasetin dizayn edildiği, toplumun hizaya sokulduğu, ülkemize istikamet çizildiği günler geride kalmıştır” demesidir.
 
Peki, toplumu kim nasıl dizayn ediyor? Bir toplumu ancak devlet aygıtının başında bulanan yönetenler dizayn edebileceklerine göre, yönetme erki elinde olmayan muhalefet toplumu hangi araçlarla dizayn edebilir? Aslında 22 yıldır ülkeyi yöneten iktidar. İnsanların yediklerinden içtiklerine, giyiminden oturuşuna, kimin kiminle nasıl yaşayacağından sokakta nasıl yürümesi gerektiğine, kaç çocuk yapacağından çocukları hangi okullara göndereceğine, neyi okuyup neyi okumayacağına, olmadı neyi düşüneceğine neyi düşünmeyeceğine, neyi konuşup neyi konuşmayacağına kısacası insanların yaşam tarzına müdahaleyle toplumu dizayn ediyor.
 

Kuşkusuz iktidarın toplumu dizayn etmeye ilişkin en büyük projesi, seçilmişleri cezaevlerine doldurmasıdır. Bu proje sadece toplumu dizayn etme projesi değil, aynı zamanda seçme ve seçilme hakkına müdahaledir. Bunun adına, benim dediğimi seçmezseniz, seçtiğinizi kabul etmem görevden alırım, içeri atarım diyerek, halkın iradesine yasak koymak denir. Evet, yasaklar bitti diyen Cumhurbaşkanının başında bulunduğu iktidar gerek milletvekillerini tutuklayıp cezaevine atarak gerekse belediye başkanlarını görevden alıp yerlerine kayyum atayarak, bu ülke insanının seçme ve seçilme hakkını kullanmasını yasaklayan bir iktidardır. Bir başka deyişle bu iktidar, YSK’nin halkın önüne koyduğu adayları seçmesini kabul etmiyor ve yurttaşların seçme ve seçilme haklarını yasaklıyor. Ne yazık ki, yurttaşların seçme ve seçilme hakkını yasaklamakla kalmıyor, Yüksek Yargı Organı olan Yüksek Seçim Kurulu'nun (YSK) kararlarını yok sayarak kurulu işlevsizleştiriyor. Zira her seçilen YSK’nin onayı ile aday oluyor ve seçiliyor.   
 
Öte yandan, işçilerin, kamu çalışanlarının ve emeklilerin örgütlenmeleri sürekli baskı altında, grevler yasaklanıyor. Anayasanın 34. maddesi askıya alındığı için sendikalar toplantı ve gösteri haklarını kullanamıyorlar. ülkede basın açıklaması bile yapılamıyor. Bu nedenle ülkenin büyük çoğunluğu, yoksulluğu iliklerine kadar yaşıyor. Milyonlarca emekli ile asgari ücretli bir ev kirasına bile yetmeyen geliri ile yaşam savaşı veriyor.
 

 Ne yazık ki tüm bunlar, Cumhurbaşkanının söylediğinin aksine bu ülke yurttaşlarını cendereye alan yasakların küçük bir kısmı. Belki hatırlarsınız, 1990’lı yıllarda rahmetli Zeki Alasya ile Metin Akpınar’ın oynadıkları “Yasaklar” diye bir oyun dizisi vardı. Orada Zeki Alasya’nın, “yasah hemşerim” diyerek, her şeyi yasaklayan bir rolü vardı. O oyunun oynandığı eski Türkiye’de ülkeyi yönetenlerin uygulamaları hicvediliyordu. Maalesef bugün ülke Devekuşu Kabare Tiyatrosu'nun sahneye koyduğu “Yasaklar” oyununun gerçeğini yaşıyor. Yaşıyor yaşamasına ancak yaşatan, her şeyi eskiye yükleyerek kendisini temize çıkarıyor. Zira onun anlayışına göre, kendisine destek verenlere yasak yoksa ülkede yasak yoktur!  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.