Bu yazı serisinin bir önceki bölümünün son paragrafında, Ortadoğu’nun yoksul Arap devleti, Yemen Cumhuriyetinin “Arap Baharı” sürecinde büyük gösterilere sahne olduğunu ve 33 yıl ülkeyi yöneten, Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih’in görevi yardımcısına devrettiğini belirtmiştim. Yine aynı paragrafta, bu değişikliğe rağmen, huzursuzluğun devam ettiğini ve 2014 yılında İran’a yakınlığı ile bilinen şii’lerin desteklediği Husi’lerin ülke yönetimine hakim olduklarını vurgulamıştım.
Maalesef Yemen’de yönetime hakim olan Husi’lerin İran’a yakınlığından dolayı, Suudi Arabistan öncülüğünde 7 Arap devletinin oluşturduğu koalisyon batıdan aldığı destekle Yemen’e savaş ilan etti. Yani egemen bir devlet olan Yemen, yönetimine İran yanlısı şii’lerin gelmiş olmasını kabullenmeyen, sözde demokrasi ve özgürlük savunucusu batı ile bölgenin çağdışı yönetimleri iş birliği içinde Yemen halkına saldırdılar. ABD ile ortaklarının verdikleri silahlarla, bir dizi insan hakları ihlali yapan ve savaş suçu işleyen Suudi Arabistan’a yaptırım uygulanmadı. Çünkü BM’de ABD’nin korumasındaydı. Zira Suudi Arabistan, en büyük petrol üreticisi olmanın yanı sıra, Suudi zenginleri, büyük miktarda parayı ABD ve müttefiklerinin bankalarına yatırıyorlar. Bir başka deyişle sistemi finanse ediyorlar. Suudi Arabistan, ayrıca, silah tekellerinin en önemli müşterilerinden biridir ve batının silah şirketlerinin kasalarına oluk oluk para akıtmaktadır.
Kuşkusuz emperyalizmin Ortadoğu’da ki vurucu gücü İsrail’dir. Zira İsrail-Arap anlaşmazlığı tarihin en eski anlaşmazlıklarından biridir. İsrail- Arap anlaşmazlığının temelinde etnisite değil dini fanatizm yatmaktadır. Tarihi geçmişi olan, tarihin bu en eski anlaşmazlığını körükleyen ise önemli bir sermaye gücünü elinde tutan Yahudi dini mensuplarının yürüttükleri lobi faaliyetleridir. Kuşku yok ki İsrail, Filistin halkına yönelik soykırıma varan yok etme politikalarını uygulama gücünü, onu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde koruyan ve aleyhinde karar çıkmasını engelleyen ABD’den alıyor.
Binlerce yıldır süre gelen, Arap-İsrail anlaşmazlığını, 7 Ekim 2023 tarihinde Hamas’ın İsrail saldırısı sonrası, İsrail’in Gazze şeridine başlattığı top yekûn yok etme saldırısı üzerine kaleme aldığım ve 23 Eylül 2023 ile 7 Aralık 2023 tarihleri arasında başka mecrada yayımlanan 6 bölümlük, “FİLİSTİN-İSRAİL ANLAŞMAZLIĞININ DÜNÜ VE BUGÜNÜ!” başlıklı yazı serisinde detaylı bir şeklide yazmıştım.
O yazı serisinin 1. bölümünün bir paragrafında, “Ortadoğu tarihin her döneminde dünyanın merkezi konumunda olan bir bölgedir. Özellikle petrol ve Doğu Akdeniz'de Mısır, Filistin Gazze Şeridi ve İsrail kıta sahanlığı içinde zengin doğalgaz kaynakları bulunmasının bölgeye sağladığı stratejik konumdan dolayı çekim merkezi olma özelliğine sahiptir. Ortadoğu'da petrol ve doğalgazın yanı sıra, üç semavi dinin (Musevilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet) kutsal kabul ettikleri mabetlerin bulunduğu Kudüs kentini içinde barındıran Filistin toprağı daha da ilgi çekicidir” demiştim. Yine aynı yazıda, İsrail-Filistin anlaşmazlığının bugününü daha iyi okumak ve ABD ile İngiltere’nin başını çektikleri batı devletlerinin bölgeye ilgileri ile İsrail’e verdikleri desteği anlayabilmek için anlaşmazlığın temeline inmenin ve tarihi okumanın önemine dikkat çekmiştim. Bu değerlendirmeden sonra, Ortadoğu’nun ortasında küçük toprak parçası Filistin üzerinde ki kavganın geçmişi ile bugününü irdelemiştim.
Filistin-İsrail anlaşmazlığının, tarihten gelen etnik ve dini çatışmanın etkisi elbette önemlidir. Ancak günümüz dünyasında, savaşa yol açan anlaşmazlıkları sadece tarihi altyapısı ile okumak bizi doğruya götürmez. Zira günümüz dünyasında, ekonomik çıkarlar ve başta enerji kaynakları, doğal kaynakları kontrole almak, devletlerin temel hedefidir. Bu nedenle, özellikle petrol ve Doğu Akdeniz'de Mısır, Filistin Gazze Şeridi ve İsrail kıta sahanlığı içinde zengin doğalgaz kaynakları bulunması bu bölge üzerinde bitmez tükenmez sahiplenme kavgasına yol açmaktadır. Buradan çıkan sonuç; bölge halklarını özellikle Arapları güvenilmez gören, emperyalizmin İsrail’i bölge üzerinde ki hakimiyetini pekiştirmek için kurduğudur. Kısacası İsrail, Yahudi dini mensuplarının, Tanrı tarafından kendilerine vadedildiğine inandıkları topraklar üzerinde devlet kurmalarına destek veren emperyalizmin bölge de ki vurucu gücüdür.
Kuşkusuz bunun temelin de Yahudilerin, batı dünyasında katliam ve sürgünlerle süren Antisemitizmin tetiklemesiyle, Siyonizm düşüncesi etrafında bir araya gelmeleri yatmaktadır. Özellikle 2. Emperyalist paylaşım savaşı (İkinci Dünya Savaşı) sürecinde, Nazizm’in katliam ve zulmüne maruz kalan Yahudiler, başta İngiltere, emperyalist devletlerin teşvikiyle, Filistin topraklarına hızla göç ettiler ve İsrail’i kurdular. Batının desteği ile 1948 yılında kurulan İsrail’in, kuruluşunda sınırlarını belirlememiş olması, yayılmacı bir politika izleyeceğinin işaretiydi. Nitekim Filistin toprakları üzerinde kurulan İsrail, bir yandan Filistin devletine ayrılan toprakları, işgal ederken diğer yandan ise sınır komşusu Arap ülkelerinin topraklarını işgal etmeyi sürdürdü. Tüm bunlar, tarihten gelen İsrail oğulları ile Araplar arasındaki düşmanlığın, günümüze taşınmasına ve çatışmaların sürmesine yol açmaktadır.
Bugün, İsrail-Arap kavgası iki semavi din, Yahudilik ile İslamiyet arasında süren bir din savaşı olarak görünse de bu savaşın, sürmesinin temelinde emperyalizmin bölgeye hâkim olma politikası yatmaktadır. Zira başta ABD emperyalist batı ülkelerinin, bölge üzerinde hakimiyet kurma politikalarını belirleyen, uluslararası tekellerin çıkarlarıdır. Nitekim İsrail, kuruluşundan bugüne sürdürdüğü işgal ve saldırılarda bu tekellerden önemli destek alıyor. Kısacası İsrail, kendisine Filistin topraklarında yurt sağlayan emperyalizmin, bölgede ki vurucu gücü olmaya devam ediyor.
Evet, 1970’li yılların sonunda, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin (SSCB) Güney komşusu Afganistan’da yönetime el koyan, sosyalist subayların çağrısı ile ülke de istikrar ve düzeni sağlamak amacıyla, bu ülkeye asker göndermesi üzerine, batı, başta Afganistan’ın Güney komşusu Pakistan, olmak üzere, İslam Coğrafyasında ki krallık, Şeyhlik ve beylik gibi, devlet yönetimleri ile iş birliği içinde, SSCB’yi “yeşil kuşak”la kuşatma projesini uygulamaya koydu. Daha sonra isim değişikliği ile Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) adını alan Proje, Kuzey Afrika’dan Yakın Asya’ya geniş bir coğrafya da yıllardır adım adım uygulanıyor.
Uygulayıcıları tarafından asıl amacı gizlense de yakın Asya ve Ortadoğu’ya açılarak, İslam coğrafyasında etkin olmak isteyen SSCB’yi, güneyden “yeşil kuşak” dedikleri, dini esas alan siyasal İslam’ın yönetimde olduğu, ülkelerle kuşatmak olan proje, daha sonra belirtilen coğrafyada bulunan devletlerin yönetimlerini, kitle protestoları ile değiştirmek, bunu sağlayamadıkları ülkelerde iç savaş ve kargaşa başlatmak veya direk işgal etmek gibi değişik yöntemler kullanılmak suretiyle uygulanıyor.
Peki nedir BOP?
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), esas itibariyle 2000’li yılların başlarında ABD tarafından Orta Doğu bölgesinde geniş kapsamlı bir dönüşümü gerçekleştirmek üzere hazırlanmış bir projedir. Açıklanan amacı, bölgede siyasi, ekonomik ve sosyal reformlar gerçekleştirerek daha istikrarlı, demokratik ve gelişmiş bir Orta Doğu oluşturmak olsa da bugün gelinen nokta, amaçta belirtilen hedeflerin tam tersi.
2003 Irak Savaşı sonrası gündeme gelen proje ile sözde bölgedeki mevcut düzenin değiştirilmesi hedeflenmiştir. Proje, demokrasi, insan hakları, ekonomik özgürlükler ve bölgesel iş birliği gibi hedeflerle süslense de asıl amacın ABD’nin, Orta Doğu'da ki çıkarlarını güvence altına alarak, enerji kaynaklarına daha kolay erişimini sağlamanın yanı sıra bölgede bulunan vurucu gücü İsrail'in güvenliğini sağlamaktır. Kısacası proje, emperyalist yayılma stratejisinin bölgede uygulanmasının aracı olarak hazırlanmış ve uygulanmaktadır. Projenin uygulanması ile bölgedeki mevcut dengeler bozulmuş, etnik, dini ve mezhepsel çatışmalar derinleşmiştir. Doğrusu bunda şaşıracak bir şey yok. Zira bölgesel dengelerin bozulması etnik, dini ve mezhepsel çelişkilerin derinleşmesi ve çatışmaların yayılması, BOP’un uygulanmasının ve devam etmesinin sigortasıdır. Bir başka deyişle emperyalizmin, hedefine ulaşmasını kolaylaştıran, ayrışmaları körüklenmesi ve çatışmaya dönüşerek yayılmasıdır.
BOP projesinin uygulayıcıları, her ne kadar bölge de istikrarı sağlamayı hedeflediklerini söyleseler de projenin uygulanmasının oturduğu zemin, siyasi istikrarsızlıklar, iç savaşlar ve terör olaylarıdır. Zira bölge de istikrarsızlığın ve şiddetin sürmesi, yoksulluğun, kan ve göz yaşının hakim olması, projenin uygulanmasını ve asıl amacına ulaşmasını kolaylaştırmaktadır. Bölgedeki 20 ülkeyi etkileyen, adına “Yasemin Devrimi veya “Arap Baharı” denilen, rejim değişikliklerine yol açan bir süreçle Ortadoğu yeniden şekillendirildi. Öte yandan, projenin uygulanması uluslararası sermayenin, Küreselleşme adı altında hayata geçirdiği, Yeni Dünya Düzeninden bağımsız değildir.
Yazı serimiz ile konuyu işlemeye devam edeceğim, bir sonraki bölümde buluşuncaya kadar hoşça kalın.