Veli Beysülen

Tarih: 16.01.2025 01:19

Yeşil Kuşaktan BOP'a Ortadoğu (2)

Facebook Twitter Linked-in

Bu yazı serisinin geçen hafta bu köşede yayımlanan 1. bölümünde, aşiret yapısı güçlü olan Afganistan’da yaşayan en kalabalık aşiretin Peştu aşireti olduğunu belirtmiştim. Yine aynı yazıda, Pakistan’ın kuzeyinde Afganistan sınırında yaklaşık 15 milyon Peştu’nun yaşadığını ve iki ülkede yaşayan Peştuların bir araya gelerek, Peştunistan adında bağımsız bir devlet kurmak istediklerini, Pakistan’ın bunun önüne geçmek için Afganistan’daki genç Peştulara iki ülke sınırında dini eğitim vermek suretiyle, onların etnik milliyetçi duygularla değil, din kardeşliği duygularıyla hareket etmesini sağlamaya çalıştığını yazmıştım. Yazıda ayrıca, Pakistan istihbarat servisinin (ISI) verdiği bu eğitimlerde öne çıkan başarılı ve cesur öğrencileri, bölgede bulunan ABD’li yetkilerle tanıştırdıklarını vurgulamıştım. Bu tanıştırma, sonraki yıllarda SSCB ile onun desteklediği Afganistan merkezi hükümetine karşı verilecek savaşın temellerini atan bir tanıştırma oldu. Zira bu mücahitler, 1978 yılından itibaren Afganistan merkezi yönetimi ile iki devlet arasında imzalanmış antlaşmaya uygun olarak, Afganistan yönetiminin düzeni sağlasın diye ülkeye davet ettiği SSCB’ye karşı yürütülecek savaşın omurgasını oluşturdu. Yani ABD ile müttefikleri, din temelinde yetiştirilmiş devleti şer-i esaslara göre yönetmeyi hedefleyen sözde mücahit cihatçıları desteklemekte sakınca görmediler. Zira hedefleri, yakın Asya ve Ortadoğu’ya açılarak İslam coğrafyasında etkin olmak isteyen SSCB’yi güneyden adına “Yeşil Kuşak” dedikleri siyasal İslam’ın yönetimde olduğu ülkelerle kuşatmaktı. 
 
ABD’nin Afganistanlı mücahitlere desteği, her ne kadar SSCB işgaline karşı direnişe destek olarak gösterilemeye çalışılsa da, ABD Afganistan'da kurulmaya çalışılan sosyalist hükümete karşı, SSCB’nin müdahalesinden altı ay öncesinden başlayarak şeriatçı Afgan mücahitlerine gizlice yardım göndermeye başlamıştı. Peyderpey arttırılarak silah, mühimmat ve eğitim yardımı şeklinde yapılan yardımların toplamının 10 yıl içinde 3 milyar doları aştığı, sonraki yıllarda ABD’de yazılı ve görsel medyada yer aldı.
 
Aslında SSCB’nin hedefi uzun süre Afganistan’da kalmak değildi. Amacı kısa sürede istikrarı sağlayıp ülkeyi terk etmekti. Ancak bu mümkün olmadı. Zira askeri darbe ile iktidarı ele geçirmiş olan Muhammet Ziyaülhak’ın yönettiği Pakistan, ABD ile müttefikleri Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından desteklenen mücahitler, yaptıkları saldırılarla ülke de istikrarın sağlanmasını engelliyorlardı. Özellikle kırsal alanda etkili olan bu gruplar, başta Suudi Arabistan olmak üzere dünyanın değişik bölgelerinden taşınan cihatçı çetelerle sürekli tahkim ediliyordu.
 
1980'de ABD, SSCB’ye karşı savaşan bu mücahitlere yıllık 30 milyon dolarlık yardım yaparken, mücahitlerin Sovyet ordusunun istikrarı sağlayamaması hususunda başarılı olduklarını görünce yardımları sürekli artırdı. 1980'lerin ikinci yarısında sadece ABD'den gönderilen yardım yıllık 630 milyon dolara ulaşmıştı. Bu miktara Suudi Arabistan, İsrail ve Çin'den gelen yardımlar dahil değil. Çok ilginç ama gerçek. Üç semavi din ile resmi bir dini olmayan, ancak tarihten gelen farklı dini inanışların sürdüğü Çin’in yer aldığı bir devletler koalisyonu, Afganistan’da İslam Şeriatı için savaşan, mücahit dedikleri cihatçı çetelere destek veriyor ve para aktarıyordu. Bu yardımların önemli bir kısmını silah yardımı oluşturuyordu. Nitekim ABD, 1985 yılından itibaren mücahitlere Stinger uçaksavar füzesi vermeye başladı. Silahlar hava yoluyla Pakistan’ın Karaçi ve İslamabad havalimanlarına ulaştırılıyor, buradan da Pakistan İstihbarat Teşkilatı ISI aracılığıyla Afganistan sınırındaki radikal İslamcı muhalif gruplara dağıtılıyordu. Tüm silah, mühimmat ve para yardımı sonucu, destekçilerinin mücahit dedikleri cihatçılar, ellerinde güçlü ağır silahlar olan bir grup haline geldiler ve zaman içinde Afganistan’da katliamlar düzenleyip, çocukları ve gençleri zorla silah altına aldılar. Kadınların birçok hakkını elinden alan bu çeteler, Afganistan halkının günlük hayatına kısıtlamalar getirdiler. Koydukları kurallara uymayanları vahşi bir şekilde cezalandırdılar. Yani demokrasi ve insan hakları havarisi Batı, SSCB’yi güneyden kuşatmak için başlattığı “Yeşil Kuşak” projesi ile Afganistan halkını vahşi cihatçı bir grubun eline bıraktı.
 
1989 yılında SSCB’nin ülkeden çekilmesinin ardından sosyalist yönetim 1992 yılına kadar yönetimde kalabildi. Zira SSCB’nin çekilmesiyle, dışarıdan desteklenen cihatçı çeteler ülkeye yayılan genel bir savaş başlattılar. Bu nedenle artarak devam eden şiddet Afgan halkını yıldırdı. Sosyalist hükümetin çekildiği 1992’den 1996’ya kadar kargaşanın artmasından yararlanan Taliban, istikrarı sağlayacağı vaadiyle daha fazla aşiretin desteğini aldı.
 
Peki, Taliban kimdi? Taliban, 1990'lı yılların başında Batı'nın desteğini alarak SSCB’ye karşı savaşan cihatçılar tarafından kurulmuş bir örgüttü.
 
Yukarıda belirttiğim gibi, ülkenin sürüklendiği kaos ortamı ve artan şiddetten yararlanan Taliban, istikrarı sağlama vaadiyle aşiretlerin desteğini aldı ve 1996 yılının Eylül ayında Başkent Kabil’e girerek yönetimi tamamen ele geçirdi. İlk başlarda istikrarı sağlamış gibi görünen Taliban, yönetimde hakimiyetini pekiştirdikçe, katı şeriat kurallarını uygulamaya başladı. Kadınlar ile kız çocuklarına eğitimi yasakladı. Birçok alanda şeriat hukukunu yerleştirdi ve günlük hayata dair yasaklar getirdi.
 
Bu durum 11 Eylül 2001 tarihinde, ABD’de İkiz Kuleler ve Pentagon’a yapılan saldırılara kadar sürdü. ABD bu saldırılardan, daha önce Afganistan’da SSCB’ye karşı omuz omuza olduğu Suudi Arabistan kökenli Usame Bin Ladin’in başında bulunduğu El Kaide örgütünü sorumlu tuttu ve Taliban'dan El Kaide liderlerini istedi. Taliban ise; El Kaide liderlerinin suçlulukları kanıtlandığı taktirde, cezalarını İslami şekilde kendilerinin vereceklerini açıklayarak talebi reddetti. Bunun üzerine ABD'nin Afganistan’a müdahalesi başladı. Daha açık bir ifade ile ABD ve müttefikleri, SSCB’ye karşı destekleyip silahlandırdıkları mücahitlerin kurdukları Taliban'la karşı karşıya geldiler. 
 
ABD ile NATO’nun müdahalesi karşısında çok tutunamayan Taliban, 2001'in sonunda Kabil'i terk ederek Pakistan'a sığındı. Taliban’ın yönetimi bırakması üzerine,
ABD ve NATO öncülüğündeki birliklerin desteğiyle Afganistan'da yeni bir hükümet kuruldu. Ancak NATO’nun sürdürdüğü hava operasyonlarının sivil kayıplara yol açması, Taliban militanları sürek avında yapılan ev baskınları ile yerel aşiretler arasında yeniden başlayan mücadele, bazı bölgelerde Taliban’ın halk arasında sempati kazanmasına yol açtı. Nitekim Pakistan’da iki ülke sınırında bir araya gelen Taliban militanları, bu destekten de aldıkları cesaretle, bir süre sonra yabancı askerlere karşı saldırılara başladılar. Bu süreçte Pakistan’dan ülkeye geçen Taliban militanları, kırsal bölgelerde halktan aldıkları destekle saldırılarını artırdılar ve 2012 yılında Başkent Kabil'e sızarak, NATO üslerine geniş çaplı saldırılar düzenlediler. ABD ile NATO’nun 2014 yılında, bundan sonra birliklerinin doğrudan savaşa katılmayacaklarını ve sadece Afgan ordusunu eğitmekle yetineceklerini açıklamalarından cesaret alan Taliban, hız verdiği kanlı saldırılarla kırsalda bazı bölgelerin kontrolünü yeniden eline geçirdi.
 
Taliban bu süreçte "İşgalci Güç" olarak tanımladığı ABD ile defalarca masaya otursa da her seferinde taraflar anlaşamadan masadan kalktılar. En son Şubat 2020'de Katar’ın Başkenti Doha’da yapılan görüşmelerde Taliban, ABD'nin ülkeden çekilmesi karşılığında politikasında değişikliğe gideceğine, katı kuralları yumuşatacağına dair taahhütlerde bulundu ve anlaşma sağlandı. Böylece ABD, 20 yılın sonunda ülkeyi güya savaştığı Taliban’a teslim ederek Afganistan’dan çekildi.
 
Maalesef, ABD öncülüğündeki sözde demokrasi, özgürlük ve insan hakları savunucusu batı dünyası ile Ortadoğu’da bulunan monarşi yönetimleri iş birliği yaptılar ve Afgan hükümetinin uluslararası sözleşmelere uygun antlaşma çerçevesinde, istikrarı sağlasın diye ülkesine davet ettiği SSCB’ye işgalci diyerek, ona karşı savaşsınlar diye eğittikleri, ağır silahlarla donattıkları, şeriatçı Taliban Afganistan’da yönetimi tekrar ele geçirdi. İlginç olan ise; Taliban’a dün terörist örgüt diyen ülkelerin, bugün Taliban yönetimi ile ilişkilerini geliştirmek için sıraya girmiş olmalarıdır.
 
Bu arada bir iş adamı olan, ABD’nin desteği ile Afganistan’da cihatçıların saflarında kendisi savaştığı gibi onlara maddi destekte bulunup, militan devşirme çalışmalarında aktif görev alan El Kaide örgütü lideri Usame Bin Ladin, 11 Eylül 2001 saldırıları sonrası ABD tarafından başına ödül konan ve aranan isim haline geldi. Daha sonra ABD yaptığı uzun çalışmalar ve istihbarat faaliyetleri sonucu, Temmuz 2010'da Pakistan’ın Abbottabad kentinde ikamet ettiği tespit edilen Bin Ladin’in, görevlendirilen özel birlikler tarafından ikamet ettiği komplekse yapılan baskın sonucu öldürüldüğünü ve cesedinin Umman Denizi'ne bırakıldığını açıkladı.
 
Yazı serimiz devam edecek. Bir sonraki bölümde buluşuncaya kadar sağlıkla kalın.


                                           
 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —