Yeni yıla sayılı saatler kala.Gözlerimi kapattığımda, sabaha başka bir ülkede uyanıyorum sanki. Takvim aynı, yıl değişmiş ama ülke bambaşka. Sokaklar telaşlı değil; insanlar yarın nasıl geçineceğini değil, hafta sonu nereye gideceğini konuşuyor. Maaşlar öyle yüksek ki, “Bu ay ne alsam?” diye kararsız kalan bir halk var. Market raflarında etiketlere bakarken iç geçiren insanlar değil, hangi ürünü deneyeceğine karar veremeyen insanlar dolaşıyor.
Okullar… Ah o okullar…
Eğitim almış, çağını yakalamış, bilimi kutsayan, çocukları ezberle değil düşünmeyle büyüten okullar. Çocuklar korkuyla değil merakla giriyor sınıflara. Öğretmenler borç hesabı yapmıyor, müfredat yetiştirme kaygısıyla değil çocuk yetiştirme sevinciyle ders anlatıyor. Ülkem, dünyanın sayılı ülkeleri arasında; ama bu sayı silah gücüyle değil, insan kalitesiyle ölçülüyor.
Ve ne kadar renkliyiz…
Ne kadar gerçek bir renk cümbüşü bu. Kürt kendi dilinde okuyor, Laz kendi dilinde şarkı söylüyor, Ermeni tarihini saklamıyor, Süryani yok sayılmıyor. Herkes kendi kimliğiyle bu ülkenin eşit parçası. Renkler tehdit değil, zenginlik. Ayrı okullar var belki ama duvarlar yok. Kimse kimsenin dilinden, inancından, soyadından rahatsız değil.
Kadınlar özgür…
“Gece dışarı çıkma” denmiyor. “Gülme”, “sus”, “itaat et” kelimeleri sözlükten silinmiş. Çocuklar güvende. Hiçbir çocuk çalışmak zorunda değil, hiçbir çocuk mezar taşına dönüşmüyor. Sabah haberlerinde ölüm yok, şiddet yok. Ütopyamda haberler kısa sürüyor çünkü acı az.
Düşünsenize…
Yeni yılda böyle bir sabaha uyandığımızı. Alarm çalıyor ama içimiz sıkışmıyor. “Bu yıl da mı böyle geçecek?” korkusu yok. Umut, temenniden ibaret değil; günlük hayatın bir parçası.
Ama sonra gözlerimi açıyorum.
Ve ülkem, ütopyamdan uzak bir yer olarak duruyor karşımda.
Asgari ücret hayatta kalma sınırı. İnsanlar çalıştıkça yoksullaşıyor. Eğitim çökmüş, çocuklar sınav makinesi. Okullar bilgi değil korku üretiyor. Beyinler göçüyor, kalanlar hayatta kalmaya çalışıyor.
Bu ülkede çocuk işçiliği var.
Bu ülkede kadın cinayetleri var.
Bu ülkede düşünce suç.
Bu ülkede hapishaneler dolu ama vicdanlar boş.
Bu ülkede bir tweet kader belirliyor, bir cümle hayat söndürüyor.
Bu ülkede Kürt olmak hâlâ açıklama gerektiriyor.
Alevi olmak temkinli yaşamayı öğretiyor.
Ermeni olmak susmayı, Süryani olmak görünmez olmayı.
Bu ülkede farklı olan herkes biraz fazla yoruluyor.
Ve tam da böyle bir ülkede, her yeni yıl yaklaşırken aynı tartışma başlıyor:
“Yeni yıl kutlamak günah mı?”
“Çam ağacı haram mı?”
“Mutlu olmak bize yakışır mı?”
Sanki asıl günah bu ülkede yaşananlar değilmiş gibi…
Sanki çocukların aç yatması, kadınların öldürülmesi, gençlerin geleceksiz bırakılması değilmiş gibi…
Sanki adaletsizlik, yoksulluk, ayrımcılık günah değilmiş gibi…
Birbirine “mutlu yıllar” demeyi tartışıyoruz ama birbirimizin acısını görmezden geliyoruz. Oysa yeni yıl kutlamak ne günah ne sevap; sadece bir umuttur. İnsanların “belki bu yıl değişir” deme hakkıdır. Bir geceliğine bile olsa nefes alma isteğidir.
Benim günahım buysa, razıyım.
Ütopya kurmaksa günah, kabul ediyorum.
Daha adil, daha özgür, daha insanca bir ülke hayal etmekse günah; ben o günahı seve seve işlerim.
Çünkü bu ülkenin en büyük eksiği umut değil, hayal kurmaktan vazgeçmiş olmasıdır.
Ve ben, yeni yıla sayılı saatler kala, inadına hayal kuruyorum.
Belki bir gün.
Takvim değiştiğinde ülke de değişir.
Belki bir gün ütopya, sadece bir yazı olmaz.
Yeni yılınız kutlu olsun.
Ütopyası olanların, vicdanı olanların, hâlâ inatla insan kalanların yılı olsun.
