Sovyetler Birliği “halkların kardeşliği” derken, Kürtler her dönemde stratejik bir araç olarak kullanıldı. Stalin’den Putin’e uzanan bu politika, Kızıl Kürdistan’dan Rojava ve Afrîn’e kadar sürüyor. Moskova tarih boyunca Kürtlere umut verdi, fakat hiçbir zaman samimi olmadı. Zaman zaman destek sağlamışsa da, peşinden mutlaka ihanet etti. Dış destekler geçici kazançlar sağlasa da, kalıcı özgürlük yalnızca Kürtlerin kendi birliği ve mücadelesiyle mümkündür
Tarih tekerrür ediyor
Kürtler yüzyıllardır kendi topraklarında büyük güçlerin oyun sahasında özgürlük için mücadele ediyor. Bugün de durum farklı değil. Putin’in Suriye politikası ve Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un Kürtlerle ilgili açıklamaları, Stalin’in Kızıl Kürdistan’da başlattığı politikaların güncel yansımasıdır. Rojava’da demokratik özerklik deneyimi ve Afrîn’de yaşanan dram, tarihsel bir döngüyü gözler önüne seriyor: dış destek geçici, gerçek güç yalnızca kendi birliğinizde.
Kızıl Kürdistan: Umutla başlayan, ihanetle bitirilen bir dönem
1923’te Sovyetler Birliği, Azerbaycan sınırları içinde Kürtler için özerk bir yapı olan Kızıl Kürdistan’ı kurdu. Laçin, Kelbecer ve Kubatlı bölgelerinde kurulan bu yapı, modern dönemde Kürtlerin resmi statü kazandığı ilk örnekti.
Ancak kısa süre sonra Moskova’daki merkezi otorite, Kürtlerin kültürel ve siyasal bilincinin güçlenmesinden rahatsız oldu. 1929’da Kızıl Kürdistan’ın özerk statüsü feshedildi; Kürt aydınları tutuklandı, okullar ve gazeteler kapatıldı. Sovyetler, Kürtleri “kullanılabilir ama özgürleşmemesi gereken” bir halk olarak tanımlıyordu. Bu ilk ihanet, Kürtlere bir kez daha dış desteğin gerçek olmadığını gösterdi: vaatler vardı, özgürlük yoktu.
Stalin dönemi: Sürgünlerin ve asimilasyonun kurumsallaşması
1930’lara gelindiğinde Sovyet etnik politikaları sertleşti. Kürtler “Sovyet karşıtı, Müslüman milliyetçi ve tehlikeli unsurlar” olarak damgalandı. 1937–1938 yıllarında Kafkasya’daki binlerce Kürt, Ermenistan ve Gürcistan’ın sınır bölgelerinden Orta Asya’ya sürgün edildi.
Bu sürgünler yalnızca coğrafi bir değişiklik değil, Kürt kimliğini coğrafyasız bırakma stratejisiydi. 1944’te Gürcistan’daki Kürtler de “güvenlik” gerekçesiyle Kazakistan ve Özbekistan’a gönderildi. Yaklaşık 100 bin Kürt, Krasnodar’dan Sibirya’ya kadar uzanan bölgelerde ağır koşullarla karşı karşıya kaldı.
Sokağa çıkma yasakları, izin almadan şehir dışına çıkamama, kimliklerin değiştirilmesi… Tüm bu baskılara rağmen Kürtler, dilini, kültürünü ve inancını korudu. Bu direniş, Kürt halkının en büyük tarihsel mirasıdır.
Mahabad Kürt Cumhuriyeti: Umudun kısa süreli yeşermesi
1946’da İran’ın kuzeyinde kurulan Mahabad Kürt Cumhuriyeti, Kızıl Kürdistan’da yarım kalan umudun ikinci kez filizlenmesiydi. Sovyetler destek verdi, ancak Kürtleri bir koz olarak kullanıp ardından yalnız bıraktı. Cumhuriyet yıkıldı; kurucu lider Qazi Muhammed ve diğer liderler İran tarafından idam edildi.
Cumhuriyetin yıkılmasının ardından Molla Mustafa Barzani önderliğindeki peşmergeler Sovyetler’e sığındı. Barzani burada yıllarca kaldı; ancak Kremlin’in verdiği sözler hiçbir zaman tutulmadı. Sovyetler’in Kürtlere yaklaşımı “taktiksel dostluk”tan öteye geçmedi.
Destalinizasyon: Gecikmiş bir dönüş
1953’te Stalin’in ölümünden sonra başlatılan destalinizasyon süreci, sürgün edilen halklara kısmi dönüş izni sağladı. Bir kısım Kürt eski topraklarına dönebildi; bir kısmı ise Orta Asya’da kalmak zorunda kaldı. Bu zorunlu diaspora, sürgünde doğmuş ama kimliğini korumayı başarmış bir Kafkasya Kürt kuşağı oluşturdu.
Bu süreç bir kez daha gösterdi ki baskı, sürgün ve asimilasyon politikaları Kürt kimliğini yok etmeye yetmedi.
Putin dönemi: Suriye’de Rojava, Afrîn ve Lavrov’un politikaları
Günümüzde Rusya’nın Putin yönetimi, Kürtleri bölgesel çıkarlar doğrultusunda konumlandırıyor. Suriye iç savaşının başlamasıyla birlikte Rojava’da ortaya çıkan demokratik özerklik modeli, bölge için yeni bir umut yarattı: kadın özgürlüğü, yerel demokrasi ve halk meclisleri ile toplumsal dönüşüm gerçekleşti.
Ancak Rusya’nın politikası, Kürtlerin ulusal çıkarlarını korumaktan ziyade kendi stratejik hedeflerine göre şekillendi. Kremlin üç ana yaklaşımı benimsedi:
1. Kürtleri sınırlı destekle denetim altında tutmak,
2. Türkiye ile ilişkileri bozmayacak şekilde Kürt statüsünü sınırlandırmak,
3. Kürtlerin uluslararası tanınırlığını kısaltmak
Afrîn’in düşüşü, bu politikanın somut örneğidir. 2018’de Türkiye’nin Afrîn’e yönelik operasyonunda Rusya, hava sahasını açarak Kürtleri yalnız bıraktı. Stalin dönemindeki Kızıl Kürdistan ve Mahabad örneklerinin güncel bir tekrarı yaşandı: Kürtler pazarlık masasında harcandı.
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Suriye Kürtlerini “özerklik ve ayrılıkçılık” söylemiyle uluslararası kamuoyuna hedef gösterdi. Lavrov’un açıklamaları, Kürtlerin kazanımlarını bölge ülkeleri ve Moskova’nın çıkarları açısından bir tehdit olarak çerçeveledi; bu yaklaşım Kürtleri diplomatik ve askeri anlamda sınırlı kılmak Yani tarih tekerrür ediyor: Stalin’in arşiv odalarında başlayan Kürt politikası, bugün Putin’in Suriye masasında Lavrov’un söylemleriyle devam ediyor.
Gerçek dost kendi birliğidir
Yüzyıllık deneyim gösteriyor ki Kürtler için gerçek dost, kendi birliğidir. Ne Sovyetler, ne Rusya, ne de başka bir güç, Kürtlere kalıcı özgürlük veya statü sunmamıştır.
Rojava örneğinde olduğu gibi dış destek geçici avantajlar sağlayabilir; ancak uzun vadeli özgürlüğün yolu, Kürtlerin kendi kurumsal birliği, örgütlü mücadelesi ve dayanışmasından geçer. Tarih bir kez daha kanıtlıyor: Kürtler için özgürlük dışarıdan verilmez kendi mücadelesiyle alınır
Hafta yeni bir köşe yazısında görüşmek üzere… Hoşça kalın.
