Neslihan Fındıklı


Söz Uçar Yazı Kalır

.


Türkiye’nin anayasal tarihi incelendiğinde, ülkenin çok katmanlı toplumsal dokusunu gözeten, çoğulculuğu esas alan, farklı kimlikleri tanıyan bir anayasa geleneğinin oldukça sınırlı olduğu görülür.
1921 Anayasası bu açıdan istisnai bir metindir; çünkü yerinden yönetim, halk iradesi ve çoğulculuğu kabul ediyordu. Kürtler Meclis’te temsil edilmiş, toplumsal çeşitlilik tehdit değil zenginlik olarak görülmüştü.
Ne var ki sonraki süreçte hazırlanan 1924, 1961 ve 1982 anayasaları, toplumu devletçi bir kalıba sıkıştıran, tek kimlikli bir vatandaşlık anlayışını dayatan ve merkeziyetçiliği mutlaklaştıran bir çizginin devamı oldu.

Bugün tartışılan “yeni anayasa” meselesi sadece geçmişten kalan eksiklerin telafisi değildir; aynı zamanda ülkenin geleceğine dair bir yön belirleme meselesidir.
Özellikle Kürtler açısından, yüz yılı aşkın bir deneyimin yarattığı toplumsal hafıza göz ardı edilemez. Çünkü sözün tutulmadığı, verilen vaatlerin rafa kaldırıldığı, süreçlerin yarım bırakıldığı bir tarih boyunca en çok yara alan hep Kürt toplumu olmuştur.
Bu yüzden biz Kürtler için mesele, bir siyasi partinin beyanı ya da hükümetlerin niyeti değildir; mesele, yazılı, bağlayıcı, anayasal bir güvence talebidir.

Barış sürecinin ne getireceği, ne götüreceği tartışması da burada önem kazanır.
Teorik olarak barış süreci demokratikleşmenin, toplumsal huzurun, ekonomik istikrarın ve kültürel hakların genişlemesinin önünü açabilir.
Fakat tarih bize gösterdi ki, yazılı olmayan hiçbir taahhüt kalıcı değildi.
Söz uçar, ama yazı kalır.
İşte bu yüzden biz Kürtler, artık sözleri değil, yazılı güvenceyi esas alıyoruz.
Barış, sadece silahların susması değildir; barış, hakların tanınması, kimliklerin güvence altına alınması, eşit yurttaşlığın anayasal çerçeveye yerleştirilmesidir.

Ancak mesele sadece Kürtlerin kimlik haklarıyla sınırlı değildir.
Türkiye hâlâ en temel toplumsal sorun alanlarında bile ciddi bir eksiklik içindedir.
Kadın hakları, çocuk hakları, hayvan hakları, engelli hakları, çevre ve ekolojik yaşam hakkı gibi pek çok alanda ülke çağın gerisindedir.

Kadınlar, en temel yaşam hakkı olan “şiddetten uzak yaşama” hakkında bile güvenli bir zemine sahip değildir. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin yarattığı kırılganlık, mevcut hukuki mekanizmaların yetersizliği ve siyasal söylemlerin değişkenliği, kadınların yaşamlarını devlet politikalarının insafına bırakmaktadır.
Yeni anayasa, kadınların eşitliği ve yaşam hakkını yalnızca ilke bazında değil; bağlayıcı hükümlerle korumalıdır.

Çocuk haklarına gelince; eğitimde fırsat eşitsizliği, çocuk işçiliği, erken yaşta evlilikler, kötü muamele, korunamayan mülteci çocuklar gibi sorunlar, ülkenin geleceğinin bile güvencede olmadığını gösterir. Bir anayasa, çocukların üstün yararını merkeze almadıkça, hiçbir demokratik proje uzun vadeli başarı sağlayamaz.

Hayvan hakları ise hukuki olarak hâlâ “eşya” statüsüyle değerlendirilen bir yapı içinde sıkışıp kalmıştır. Sistematik kötü muameleler, yetersiz cezalar ve koruma mekanizmalarının eksikliği, toplumsal vicdanla hukukun çeliştiği bir alan yaratmaktadır.
Modern hukuk, yaşam hakkını yalnızca insanlar için değil, tüm canlılar için tanımlar. Yeni bir anayasanın ekolojik duyarlılığı, çağdaş ülkelerin seviyesinde olmak zorundadır.

Tüm bu sorun başlıkları birleştiğinde ortaya çok net bir tablo çıkıyor:
Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı sadece siyasal değil; ahlaki, toplumsal ve hukuki bir ihtiyaçtır.
Bir ülkede en dezavantajlı kesimler korunmuyorsa, o ülkenin anayasal düzeni eksiktir.
Bir ülkede kimlikler güvence altına alınmıyorsa, o ülke demokratik değildir.
Bir ülkede kadınlar, çocuklar, hayvanlar ve tüm kırılgan gruplar için adalet tesis edilmiyorsa, o ülke modern dünyanın gerisinde kalmıştır.

Yeni anayasa işte tam da bu nedenle gerekli:
Devleti halka göre değil; halkı devlete göre tanımlayan eski anlayışı terk etmek,
yerine toplumun tüm renklerini kapsayan, tüm kimlikleri tanıyan, tüm canlıları koruyan bir düzen koymak için.

Kürtler açısından ise bu ihtiyaç çok daha derindir.
Biz artık sözün uçtuğunu gördük.
Biz artık süreçlerin kesildiğini gördük.
Biz artık vaadin nasıl ertelendiğini, masanın nasıl devrildiğini gördük.
Bu nedenle yeni anayasa, bizim için bir güvenlik meselesi, bir eşitlik meselesi, bir onur meselesidir.
Eşit yurttaşlık ancak kağıda yazıldığında ve hukukla garanti altına alındığında gerçek olur.

Bu ülkenin artık halkların anayasasına ihtiyacı var.
Devletin değil, toplumun; çoğunluğun değil, herkesin; güç sahiplerinin değil, tüm kesimlerin anayasasına…
Etnisite, dil, inanç, cinsiyet ya da canlı türü fark etmeksizin herkesin eşit, onurlu ve güvende yaşadığı bir ülkeye.

Çünkü söz uçar.
Yazı kalır.
Ve bu coğrafya artık kalıcı olana, yani yeni bir anayasa ile güvence altına alınmış toplumsal barışa ihtiyaç duymaktadır.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.