Veli Beysülen


Siyasi Strateji Değişikliği Mi ?

.


"Özellikle ciddi sağlık sorunları olan, yaşı kemale ermiş bulunan ve köklü bir aileye mensup olduğu da bilinen Sayın Ahmet Türk’ün istismar edilmesi, İmralı’yla DEM Parti arasına çomak sokma sinsilikleri CHP’nin başını çektiği kara kampanyanın dış bağlantılı mahsulüdür." Bu açıklama, Öcalan gelsin Mecliste konuşsun sözünün arkasında olduğunu söyleyen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, 5 Kasım 2024 tarihinde TBMM Grup toplantısında yaptığı konuşmadan. Uzun bir konuşma da söylenen çok şey var, ancak Devlet Bahçeli’nin geçmişte eski HDP bugünün DEM partisi için söyledikleri ile taban tabana zıt olan bu paragrafın iyi okunması gerektiğini düşünüyorum.
 
Zira Bahçeli, bugüne kadar DEM partiyi (HDP) terör örgütünün siyasi uzantısı olarak suçlamış ve kapatılması gerektiğini sürekli dile getirmiş bir siyasetçidir. Şimdi ise CHP’yi İmralı ile DEM partinin arasını kesmekle suçluyor. Peki İmralı’da kim var. Bahçeli’nin DEM partiyi siyasi uzantısı olmakla suçladığı örgütün lideri Abdullah Öcalan. Ben bu açıklamayı okuyunca aklıma gelen ilk soru şu oldu, ne oldu da Bahçeli, CHP veya başkalarını, dün terör örgütünün uzantısı olmakla suçladığı parti ile örgüt liderinin arasını kesmekle suçlama gereği duydu!
 
Elbette Bahçeli bunu durup dururken söylemiyor. İktidar Blok’unun ulaşmak istediği hedefleri var ve bu hedeflere ulaşmak için, bugüne kadar izlenmiş ve izlenmeye devam eden siyasi strateji de değişikliğe gidilmesi gerekiyor. Dolayısıyla, iktidar Blok’unun izlediği siyasi stratejinin dümeninde oturan Bahçeli’nin, yeni stratejiye geçişi dillendirmesinden daha doğal ne olabilir ki. Elbette siyaset değişikliğinin bir hedefi var. Bu hedefin ne olduğunu anlamak için ise Bahçeli’nin konuşmasının devamına bakmak gerekiyor. Bakın ne diyor Bahçeli: "Diyorlar ki, yeni anayasa hazırlık süreci için tahkimat yapıyormuşuz. Diyorlar ki, Sayın Cumhurbaşkanımızı bir kez daha seçtirmek için yol arıyormuşuz. Eğer terör hayatımızdan sökülüp atılırsa, eğer enflasyon canavarına kesif bir darbe indirilirse, Türkiye siyasi ve ekonomik istikrarın zirvesine çıkarsa, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın bir kez daha seçilmesi doğal ve doğru bir tercih değil midir? Bu kapsamda lazım gelen anayasal düzenlemeyi yapmak önümüzdeki görevler arasında olmayacak mıdır?”

Evet, bu açıklamalar birlikte okunduğunda Bahçeli’nin, CHP’yi, İmralı ile DEM partinin arasını kesmekle suçlayıp, Özgür Özel’i suyu bulandırmakla itham etmesinin altında Cumhur İttifakının Erdoğan’ın, adaylığının önünü açacak Anayasal düzenlemenin yapılması hedefine ulaşmak için destek arayışı olduğu açıkça görülüyor. İlginç olan Bahçeli’nin, Erdoğan’ın yeniden seçilmesini ekonomik ve siyasi istikrara ulaşmanın tek yolu olarak göstermesi ve “enflasyon canavarına kesif bir darbe indirilirse” demesidir. Adama sormazlar mı 22 yıldır bu ülkeyi başkaları mı yönetiyor? Enflasyon canavarının nedeni “faiz neden enflasyon sonuç” diyen Erdoğan’ın izlediği ekonomi politikası değil mi? ekonomik istikrar dediğiniz yoksuldan toplananın varsıla aktartılması ve milyonların sefaleti pahasına bir avuç sermaye sahibinin servetine servet katması mı? Elbette bu soruları çoğaltmak mümkün, ancak gerçek şu ki, bu yönetim anlayışı ile ülkenin, ekonomik, sosyal ve siyasal istikrara ulaşması mümkün değil! Sadece ekonomik istikrara değil, 22 yıldır izlediği ayrıştırma politikası ile ülkeyi kamplaştırmış bu yönetim anlayışı ile Türkiye barışı sağlayıp sorunlarını çözecek ortamı da yakalayamaz. Çünkü ülke ciddi bir güven bunalımı var.

Bu açıklamalar ile son günlerde yaşananlar birlikte değerlendirildiğinde, yeni ve daha demokratik bir anayasa söyleminin hedefinin, onlar her ne kadar bir dönem daha deseler de Erdoğan’a ömür boyu Cumhurbaşkanlığı yolunu açacak, anayasal düzenleme yaptırmak olduğu açıktır. Bunun için iktidarın elinde tuttuğu iki yüzlü bir madalyon var. Bu madalyonun bir yüzünde Devlet Beyin, yüksek sesle söylediği, “Kürtler başka terör başka” ve “Öcalan gelsin mecliste konuşsun” gibi, Kürt siyasetini yanına çekmeye çalıştığı politika var. Diğer yüzünde ise dediğimizi yapmazsanız, canınıza okuruz politikası var. Kısacası iktidar, demokratik siyaset yapmaya çalışan Kürt siyasetini “havuç sopa” siyaseti ile istediği zemine çekmeye çalışıyor.

Maalesef iş o kadar basit değil. Zira bir yandan bunlar konuşulurken diğer yandan ise 29 Ekim Cumhuriyet Bayramının hemen ertesinde 30 Ekim Çarşamba günü, Esenyurt Belediye Başkanı Prof. Dr. Ahmet Özer sabah Saat: 05.00’te evinden gözaltına alınıp ışık hızıyla tutuklandı. Hiç vakit kaybetmeyen hükümet, Beyoğlu Kaymakamlığından İstanbul vali yardımcılığına kaydırdığı Can Aksoy’u kayyum olarak atadı. Esenyurt’un seçilmiş Belediye Başkanının tutuklamasının ve yerine kayyum atamasının yarattığı dalgalanma devam ederken, 4 Kasım Pazartesi günü Türkiye, iktidarın bir rutinini daha yaşadı ve 31 Mart 2024 tarihinde seçilmiş olan, DEM parti mensubu 3 belediye başkanı görevden alınarak, yerlerine kayyumlar atandı. Görevden alınan Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk’ün dediği gibi, “görüştüğü yerlerden istediği cevapları almamış olacak ki” iktidar, Mardin Büyükşehir, Batman ve Şanlıurfa/Halfeti Belediye Başkanlarını görevden alarak yerlerine memur atadı.
 
Şimdi soru şu: Bir yandan Öcalan, Mecliste konuşsun derken diğer yandan 8 ay önce ilçe, il ve Yüksek Seçim Kurullarının onayından geçerek aday olmuş ve seçilmiş belediye başkanları neden görevde alınır? Kime neyin mesajı veriliyor? Planın bir sonraki adımı ne? Yıllardır tecrit altında tutulan ve ailesi ile görüştürülmeyen Öcalan, durup dururken mi aklınıza geldi?
 
Görevden alınan belediye başkanlarına isnat edilen suç, terör örgütü üyeliği. Sanıyorum suçlamayı yöneltenlerin elinde üyelik belgeleri yok. Olsa, onu şimdiye kadar çarşaf çarşaf ifşa etmişlerdi. O zaman bu suçlama soyut, belirsiz hatta sanal delil üretilmesi muhtemel muğlak bir suçlamadır. Kaldı ki, bu belediye başkanları, 8 ay önce Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı Adli Sicil Müdürlüğünden aldıkları, “Yukarıda kimlik bilgileri bulunan, kişinin herhangi bir sabıka kaydı yoktur.” şeklinde ki, temiz belgesini ilgili seçim kuruluna ibraz etmişlerdir. İddia sahipleri, belediye başkanlarının seçildikten sonra suç işlediklerine dair belge de sunamadıklarına göre, yargı mensuplarının görev yaptıkları, yerelde ilçe, il genelde ise Yüksek Seçim Kurulunun (YSK) onayı ile aday olmuş ve yine bu kurulların düzenledikleri mazbatalarını alarak göreve başlamışlardır. O zaman, şu soruyu sormak her vatandaşın görevi. Devlet, bu kişilerin aday olmalarına onay vererek, seçmene tuzak mı kurdu? Ya bu başkanların adaylıklarına onay veren seçim kurulları görevlerini yapmadılar ya da görevden alanların ileri sürdükleri gerekçe hukuki değildir. Kaldı ki suçlama sadece bir iddia. Yani görevden alınan belediye başkanları, yargılanıp kesinleşmiş cezaya çarptırılmış değiller.
 
Kuşkusuz görevden alınan belediye başkanlarının, herhangi bir yargı kararı olmaksızın suçlu ilan edilmeleri ve görevden alınmaları masumiyet karinesinin yok sayılmasıdır. Zira Hukukta, kendisine herhangi bir suç isnat edilen kişi, yargılanmadığı ve üst yargı organlarınca (Yargıtay) onanıp kesinleşmiş cezaya çaptırılmadığı sürece suçsuzdur. Dolayısıyla, gerek görevden alan içişleri Bakanlığının gerekçesinde gerekse konuyla ilgili açıklamalarda bulunan yetkili yetkisiz kişilerin açıklamalarında başkanların, evrensel hukuk normu, “masumiyet karinesine” aykırı suçlu ilan edilmelerinin kendisi suçtur.
 
Görevden alınan, 80 yaşını geçmiş, ömrü boyunca şiddeti reddetmiş, görevden alındıktan sonra yaptığı açıklamada bir kez daha ısrarla vurguladığı gibi, hayatı, barış, demokrasi ve özgürlük mücadelesi içinde geçmiş bunun için bedel ödemiş, bilge insan, duayen siyasetçi Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı, Sayın Ahmet Türk 3. Defa görevden alındı. Her seferinde terörle ilişkilendirilerek görevden alınan Ahmet Türk, bir sonraki seçimde tekrar temiz belgesi almakta ve Yüksek Yargı Organı YSK’nın onayı ile aday olup oyunu arttırarak seçilmektedir. O zaman sayın Ahmet Türk’e yönetilen suçlama temelsiz ve uydurmadır. Sadece Ahmet Türk değil, görevden alınan diğer başkanlar hakkında da kesinleşmiş yargı kararı bulunmamaktadır. O zaman görevden alma, hukuki temelden yoksun siyasi bir karara dayanmaktadır. Hukukun yerine siyasetin geçmesi çok vahim sonuçları olabilecek bir durumdur. Bu hukuksuzluk, gelenek haline gelmemesi için, toplumun tamamı tarafından reddedilmelidir. Zira kişilerin işlemedikleri suçlarla suçlanmaları ve bunun üzerinden siyasi anlayışa veya bireye menfaat sağlayacak pazarlığa girilmesi kabul edilemez!
                               
 
 

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.