Veli Beysülen


Seçmen iktidarı terk etti mi?

.


Türkiye, 22 yıllık AKP iktidarının uyguladığı politikalardan dolayı siyasi, hukuki, ekonomik ve kültürel çöküntü yaşıyor. Bence Türkiye'nin yaşadığı en büyük çöküntü, 1980'li yıllardan bu yana uygulanmakta olan rant ekonomisinin yol açtığı ahlaki çöküntüdür. Kuşku yok ki, her şeyin para kazanmaya dayandırıldığı yeni liberal ekonomik model, toplumsallığı ve dayanışmayı yok etti ve bireycilik toplumu sardı. Maalesef bu ekonomik model, özellikle günün iktidarının etrafında kümelenen küçük bir azınlığın ülke kaynaklarının kontrolünü ele geçirmesine yol açtı. Köyden kente göçün yoğunlaştığı süreçte, üretimin yerini kent rantından para kazanmak aldı. Kent rantının öne çıkması, ülke kaynaklarının bu rantı sağlayan proje ve yatırımlara kaymasına yol açtı. Üretime dayanmayan bu ekonomik model, kısa vadede belli bir kesime kazanım sağlıyor olsa da sürmesi mümkün olmayan, tıkanması kaçınılmaz bir modeldir. Buna AKP'nin ucuz emeğe dayanan ekonomik politikasının yol açtığı gelir adaletsizliği ve onun sonucu olan derin yoksullukta eklenince toplum ister istemez arayış içine girdi.

Elbette 22 yıllık AKP iktidarından hoşnutsuzluk bir günde ortaya çıkmadı. 2013 yılında gezi süreciyle işaretleri görülmeye başlayan hoşnutsuzluk; 7 Haziran 2015 seçimlerinde AKP'nin meclis çoğunluğunu kaybetmesiyle açığa çıktı. Ancak iktidar demokrasiye darbe yaparak 7 Haziran 2015 seçimlerinin sonucunu tanımadı. Seçimlerin 1 Kasım 2015 tarihinde yenilenmesine karar verilmesiyle başlayan süreçte, kent merkezlerinde patlayan bombalar ve toplu katliamların yanı sıra; Kürt sorunun demokratik yollarla çözümüne dair politikanın terk edilmesi üzerine çatışma ortamına geri dönüldü.  Böylece şiddetten gözü korkan seçmen, AKP'yi 1 Kasım seçimlerinde yeniden tek başına iktidara taşıdı. Ardından iktidar ortaklığının kendisine sağladığı olanakları kullanarak, yargı ile emniyette birçok makamı eline geçirmiş olan paralel yapının başvurduğu 15 Temmuz 2016 darbe girişimini fırsata dönüştüren iktidar, Olağanüstü Hal (OHAL) ilan etmek suretiyle bir yıl içinde demokrasiye ikinci darbeyi yapmış oldu. Bununla da yetinmeyen AKP-MHP iktidar bloku, 3'er aylık periyotlarla uzatarak devam ettirdiği   OHAL ortamında yaptığı anayasa değişikliğini refetandumda kabul edilmiş gösterdi ve 2018 yılında tek adam yönetimine geçti. Kısacası iktidar, halkın hoşnutsuzluğunun açığa çıktığı ilk eylem olan Gezi protestolarından itibaren, dozunu arttırarak sürdürdüğü otokratik yönetim anlayışı ile adım adım uygulamaya koyduğu güvenlikçi politikalarla, halkın hoşnutsuzluğunun açığa çıkmasını baskıyla engelledi.

Kuşku yok ki, iktidar blokunun övünç kaynağı olarak kullandığı, yazılı ve görsel medya eliyle topluma empoze ettiği güvenlikçi politika, ülke kaynaklarının önemli bir kısmını yutmaktadır. Tüm bunlar üst üste konduğun da 31 Mart yerel seçimlerinin iktidar blokunun kaybıyla sonuçlanmasına şaşırmamak gerekir. O zaman seçmen çok açık bir şekilde iktidara bu politikaları terk etmesi mesajı vermiştir. İktidar bundan pay çıkarır mı, sermayeye kaynak artarmaya dayanan ekonomi politikası ile oy devşirme aracı olarak kullandığı güvenlikçi politikayı terk eder mi henüz belli değil. 22 yıldır Türkiye’yi yöneten AKP iktidarı, 31 Mart yerel seçimlerinde seçmenden aldığı esaslı uyarıyı dikkate  alıp politikasında değişikliğe gidecek mi onu zaman gösterecektir. Ancak gerek başında bulunduğu ittifak bileşimi gerekse güvenlik politikalarının merkezinde yer alan devlet bürokrasisi ve sermaye grupları ile yaptığı kader birliği, böylesi bir politika değişikliğini çok da olanaklı kılmıyor. Kısacası seçimlerde ortaya çıkan itirazın ağırlığına rağmen, MHP'nin denetimi ve yönlendirmesi altında uygulanan tek adam rejiminin mevcut politikayı terk etmesi kolay değil.

Peki, iktidar blokunun AKP kanadı sandıktan aldığı bu güçlü uyarıyı görmezden mi gelecek? Elbette görmezden gelmeyecek. Gelmeyecek  ancak yeni politik çizgisinin ne olacağı mesajı nasıl okuduğuna bağlı. Kuşku yok ki, ülkenin yaşadığı ekonomik ve sosyal çöküş, iktidardan çok muhalefetin ne yapacağını daha da önemli hale getiriyor.

AKP seçim sonuçlarını, ekonomik sıkıntıların yarattığı çaresizliğin yansıması olarak okuyup, emekliler ile çalışanlara yönelik kısmı iyileştirme tedbirleri aldığında onları geri kazanacağını düşünüyorsa, buna ilişkin adımları mutlaka atacaktır. Ancak yukarıda açıklamaya çalıştığım gibi, Türkiye'de 10 yılı aşkın bir süredir baskılanan genel bir hoşnutsuzluk söz konusudur. Elbette bu hoşnutsuzluğun sandığa yansımasında günlük ekonomik sıkıntıların etkisi vardır. Ancak süreç tek belirleyenin günlük ekonomik sıkıntılar olmadığını gösteriyor. Zira Türkiye, yazının girişinde belirttiğim gibi birçok alanda iç içe geçmiş ağır sorunlarla boğuşan bir ülkedir. Burada önemli olan iktidarın hoşnutsuzluktan neyi anladığı ve ne tür tedbirler geliştireceği değil, muhalefetin özellikle seçimlerden birinci parti olarak çıkan CHP'nin, geliştireceği politikalarla bu hoşnutsuzluğu hanesine artı olarak yazıp yazmayacağıdır.

Türkiye'de ister sandığa gidip muhalefet partilerinden birisine oy veren olsun isterse iktidarla bağını tam olarak koparmamak için şimdilik sandığa gitmeyen olsun, artık iktidardan kopma ile kopmama arasında bocalayan önemli bir seçmen kitlesi mevcut. O zaman, bu seçim sonucuna yol açan günlük ekonomik sıkıntılar ile genel hoşnutsuzluğun bir araya gelmiş olmasıdır. Öyle olmasa seçmen 10,5 ay önce seçtiği iktidara ciddi bir itirazda bulunmazdı.

Esas itibariyle tartışılması gereken;  itirazda bulunan toplumun, bunu iktidarın genel politikalarının yol açtığı ekonomik krizin esas nedenlerinin bilincinde olarak mı, yoksa günlük tepkiyle mi yaptığıdır. Üzerinde düşünülmesi gereken, toplum dünyada örneği bulunmayan Türkiye'ye özel partili cumhurbaşkanlığı sisteminin denge ve denetim mekanizmalarını işlevsiz hale getirmesinden dolayı sınırlanamaz gücün keyfiliğe yol açtığını, demokrasiden uzaklaşıldığını ve ülkenin otoriter bir anlayışla yönetildiğini, bunun ise temel hak ve özgürlükleri yok edip adaletsizliğe, hukuksuzluğa, çeteleşmeye, yoksulluğa,  neden olduğunun farkında olup olmadığıdır. Ancak hangi saiklerle oy vermiş olursa olsun, nihayetinde bu seçimin ortaya çıkardığı bir gerçek var, o da bu iktidarın politikalarından hoşnut olmayan ezici bir çoğunluğun alternatif arayışında olduğudur.

İtirazını oy verirken bilinçli yapanlar, heyecan içinde geleceğe umutla bakmaya başlamış olsalar da sadece ekonomik sıkıntıları nedeniyle uyarı mahiyetinde oy verenlerle, sandığa gitmeyen küskün seçmenin iktidara geri dönmemesi, muhalefetin iktidara benzemek yerine onun reddedilen politikalarının karşıtı politikalar geliştirmesi ile mümkündür.

Kuşkusuz burada iş en çok Cumhuriyet Halk Partisi'ne düşmektedir. Zira mevcut yönetimin mağdur ettiği milyonlarca insan, iktidardan kopuşa hazır olduğunu ortaya koydu ve yerelde de olsa CHP'ye bir kredi açtı. Dolayısıyla, CHP'li yerel yöneticilerin hizmet tercihi ve hizmet etme becerisi, AKP iktidarından memnun olmayan kesimlerin bundan sonraki  tercihlerinde belirleyici olacaktır.

Elbette seçmenin iktidardan tam kopuşunu sağlayacak olan sadece yerel yönetimlerin yapacakları değildir. 31 Mart seçimlerinde CHP'nin Türkiye'nin birinci partisi olmasını sağlayan, iktidardan kopan memnuniyetsiz seçmenden ziyade muhalefet partilerinin seçmeninden aldığı oydur. Özellikle Türkiye'nin metropol kentlerinde daha önce farklı partilere oy vermiş olan muhalif seçmenin önemli bir kısmı CHP adaylarına oy vermiştir. Elbette burada bilinçli tercih yapan seçmenin başında Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM) seçmeni gelmektedir. Zira sonuçlar,  DEM seçmeninin AKP-MHP blokuna karşı, seçimi kazanabilecek en yakın adaylar olarak gördüğü CHP adaylarına oy verdiğini ortaya koyuyor. Öyle olduğu içindir ki, seçimden 15 gün önce başlayan Newroz kutlamalarında, Türkiye'nin büyük kentlerinde milyonlarca insanı alanlara taşımış olan DEM parti, bu kentlerde %2-3 oy almıştır. Elbette bunda CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in "Türkiye İttifakı" söylemi ile adayların "Kent Uzlaşısı" söylemlerinin önemli etkisi vardır. O zaman CHP'nin cesur adımlar atarak iktidarın toplumu ayrıştıran politikasını boşa çıkaracak politikalar geliştirmesine ihtiyaç vardır. Bu çerçevede yerine ve zamanına göre, toplumun ezilen geniş kesimlerinin yararına olan konularda Türkiye'nin üçüncü Partisi DEM parti ile iş birliği yapmaktan kaçınmaması gerekir. Böylesi bir işbirliği, aynı zamanda Türkiye'nin iç barışını tesis edecek ve gerçek bir demokrasiye ulaşılmasının yolunu açacaktır.

2014 ve 2019 yerel seçimlerinde seçilmiş olan HDP'li belediye başkanlarını görevden alarak yerlerine kayyum atayan iktidar blokunun bu yönteme başvurma ihtimali göz ardı edilmemeli. İktidar alamadığı bölge, il, ilçe ve belde belediyelerini bu yolla kontrolüne almaktan kaçınmayacaktır. Cumhurbaşkanının seçim akşamı yaptığı balkon konuşmasında sandıktan çıkan iradeye saygı gösterecekleri yönündeki açıklaması kimseyi rahatlatmamalı. Nitekim sayımın devam ettiği saatlerde yaptıkları yargı darbesi ile Van Büyükşehir Belediye eş başkanı seçilmiş olan Abdullah Zeydan'ın mazbatasını vermemeye çalışmaları bunun işaretidir. Yargının araçsallaştırıldığı bu irade gaspı girişimi, gelecekte yapacaklarının provasıdır. Bu irade gaspı girişimi, başta Van olmak üzere, tüm Kürt illeri ile Türkiye'nin birçok metropolünde gerçekleşen protestolar ve muhalefet partilerinin tepki vermeleri üzerine şimdilik geri püskürtülmüş bulunuyor. Ancak AKP-MHP bloku fırsatını yakaladığında kayyum uygulamasını hayata geçirmekten kaçınmayacaktır.

Şimdi başta CHP ile DEM parti, muhalefet partileri ülkenin gerçek bir demokrasiyle yönetilmesinin sağlanması için parlamentoda ve yerel yönetimlerde iktidar potikalarının yoksullaştırdığı kitlelerin sorunlarını çözecek düzenlemeler yapmak üzere işbirliği içinde hareket etmeyi hedeflemeliler. Zira ancak bu yapıldığında, AKP'den kopmakla kopmamak arasında kararsız duran seçmen, alternatifsiz olmadığını görecek ve muhalefete yönelecektir!

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.