Veli Beysülen


Seçim Neden Kazanılamadı ?

.


Aradan bir yıldan fazla zaman geçmiş olsa da muhalefet cephesinde, seçimin kazanılamamasında kimin sorumlu olduğuna dair tartışmalar devam eden, 14 Mayıs 2023 birinci tur Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri ile 28 Mayıs Cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçimlerinin demokratik bir ortamda, adil bir yarış olarak gerçekleşmediğini, bu ülke de yaşayan hemen herkes biliyor.   Zira Türkiye’de devletin kurumsal yapısının yok edildiği, her şeye tek kişinin karar verdiği yeni yönetim sisteminde tek adamın söylediğinin dışında bir şey yapılması mümkün değildir.  Dolayısıyla, Türkiye artık tek adamın kararlarının geçerli olduğu, yasaların bile tek adamın veya başında bulunduğu iktidar blokunun ihtiyaçlarını gözeten anlayışla yapıldığı parti veya tek adam devletidir. Dikkat ettiyseniz Partili Cumhurbaşkanı konuşmalarına “benim işçim, benim köylüm, benim memurum, benim emeklim, benim askerim, benim polisim” demek suretiyle, hitap ettiği her toplumsal gurubun kendisinin olduğunu vurgulayarak başlıyor. O zaman, seçimleri başlangıcından sonuçlanmasına kadar organize etmekle görevli, herkesin bağlı olduğu tek kişinin veya onun başında bulunduğu iktidarın yönettiği ülke de adil bir seçim yarışı beklemek anlamsızdır.   
 
Öte yandan zaman zaman yazılarımda belirttiğim gibi, Türkiye, geçmişte sistem içi merkez siyasetin yetersiz kaldığı, aşamalarda emperyalist batının vurucu gücü NATO bünyesinde ki, açık ve gizli odakların bilgisi dahilinde ve tabii ki onların yol göstericiliğinde askeri darbelerin yapıldığı bir ülkedir. Bu darbeleri yapıldığı dönemle sınırlı görmek onların gerçek amacını gözden kaçırmaya yol açar. Çünkü darbelerin, her birinin, yapıldığı dönemde yükselmekte olan demokrasi ve özgürlük taleplerini bastırmak ve geleceğin toplumunun alt yapısını kurumsallaştırmak gibi iki önemli görevi vardı. Bu nedenle, Türkiye’de darbeler, sistemin ihtiyaç duyduğu biat kültürüyle yetişmiş bireylerden oluşan geleceğin toplumunu oluşturmak için gerekli tedbirleri aldılar. Nitekim 12 Eylül faşist darbesi, eğitim sistemini Türk-İslam sentezine oturttu. Zira kutsal devlet ideolojisi ile uluslararası sermayenin buluştukları, yeni dünya düzenine uygun nesiller yetiştirmek ancak bu proje ile mümkündü.    

Daha önce 6’lı masa toplantılarının sürdüğü süreçte, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in, toplumun hassasiyetleri var gerekçesi ile CHP’nin mevcut Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, aday olmasının önünü kesmeye çalıştığı süreçte yayımlanan “HEDEFİNİZ DÖNÜŞTÜRMEK DEĞİLSE, MEVCUDA MAHKUM OLURSUNUZ!” başlıklı yazımın bir paragrafında konuya ilişkin şu değerlendirme de bulunmuştum.  “Maalesef sistemin darbelerle siyaset ile toplumu dizayn etme politikaları sonucu, Türkiye de son yıllarda merkez siyasetin, sistemin belirlediği sınırları aşmamak için, gerekçe olarak kullandığı, milliyetçi muhafazakâr toplumsal yapı siyasette belirleyici konuma geldi. Ne yazık ki, geçmişte darbelerle baskı altına alınan toplumun, bilimsellikten uzak, Türk-İslam sentezine dayalı tekçi eğitim sistemine mahkûm edilmesi nedeniyle, artık baskın olan, milliyetçi muhafazakâr toplum, merkez siyasetin dışına çıkma ve tolumu ileriye doğru dönüştürme projesi olmayan, siyasi yapı ve siyasetçiler için artık güvenli bir limandır. Mevcut iktidarın kullandığı “Yerli ve Milli” sözü ile ona muhalefet edenlerin, “Toplumun Hassasiyetleri Var” sözünün vardığı nokta bu toplum yapısına teslimiyettir. Tüm bu nedenlerle, milliyetçi ve muhafazakâr toplumsal yapı, yeni bir vesayet biçimi olarak karşımızdadır. Şüphesiz, bunun en önemli nedeni, belirtilen siyaset anlayışının toplumu dönüştürme iddiasının olmamasıdır. Bunu sağ siyaset açısından anlamak mümkündür. Ancak sistemin dayattığı siyaset çizgisinin dışına çıkma iddiası olması gereken, sosyal demokrat veya sosyalist sol siyasetin böyle bir gerekçeye sığınması kabul edilir bir durum değildir.”
 
Evet, kuşku yok ki, hedefi toplumu ileriye doğru dönüştürmek olmayan siyaset, mevcut toplumsal yapıya teslim olmuş demektir. Ancak burada öncelikle irdelenmesi gereken konu, siyasetçinin mevcudu dönüştürme hedefinin neden olmadığıdır? Çünkü normalde mevcut iktidara muhalif olduğu iddiası taşıyan ve iktidarı hedefleyen her siyasetçinin veya siyasi partinin, mevcut yapıyı ileriye doğru değiştireceğine dair iddia sahibi olması gerekir. Tabii bu söylediğim, kendisi de mevcut yapıyı siyaset yapma zemini olarak kullanan siyasetçiler ile onların yönettikleri siyasi partiler için geçerli değil. Zira bu tür siyasetçiler, faydacı bir yaklaşımla, söylem ve eylemlerini mevcut toplumsal yapıyı kullanmak üzerine oturturlar. Yukarıda da belirttiğim gibi bu durum, sağ, milliyetçi muhafazakâr siyaset açısından anlaşılır bir tercih olup, garipsenecek bir yanı yok. Sorun sosyal demokrat olduğu iddiası ile siyaset yapanların, bu konuda sergiledikleri tutumda.
 
Yakın örnek 2023 seçimleridir. Zira 2023 seçimleri bu konuda sistem içi siyaset açısından turnusol görevi yaptı. Zira başta Meral Akşener ve partisi ile onlar gibi düşünen sözde demokratlar, sosyal demokratlar, seçim sürecinde toplumun hassasiyetlerine sığındılar ve zamanın CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığının önünü kesmek için, yoğun bir çaba içinde oldular. Bu amaçla Akşener, süreçte çıktığı yurt içi gezilerinde özellikle esnaf ziyaretlerinde “seçilecek aday” göstereceğiz mesajı vererek, toplumu bu yönde beklentiye sevk etti. Çok ilginçtir, başta Akşener bunu söyleyenler “seçilecek aday”a dair kriterlerini hiç açıklamadılar. Açıklayamazlar dı çünkü, onların gizli kriteri Kemal Kılıçdaroğlu’nun mezhebiydi.
 
Esas itibariyle, bu yazı da amacım, dokunulmazlıkların kaldırılması, yüzünü sola değil sağa dönmesi ve Ekmeleddin İhsanoğlu gibi birini aday yapması gibi Türkiye siyasetinde bir yığın yanlış yapmış, dört dörtlük devletçi bürokrat Kemal Kılıçdaroğlu’nu savunmak değil. Amacım; Türkiye siyasetinin, devleti yöneten veya yönetmeye talip olan siyasetçilerce, insanların etnik ve dini kimlikleri üzerinden şekillendirilmesi sığlığına dikkat çekmektir.
 
Evet, Kılıçdaroğlu bir aleviydi ve onlara göre Türkiye toplumu, bir Alevi’yi Cumhurbaşkanı seçmeye hazır değildi. Aslında onlar dillendirmeseler de Kılıçdaroğlu’nun adaylığının önünde bir engel daha vardı. Kendisi söylemese de o aynı zaman da bir Kürt’tü. Gerçi onlar ne Aleviliğini ne de Kürtlüğünü açık söylemediler. Söyleseler, bu ülkenin milyonlarca Kürt ve Alevi yurttaşından oy alamazlardı.  Dolayısıyla, kaçak döğüştüler ve “seçilecek aday” gibi dolaylı bir söylem tutturdular. 
 
İşin ilginci, Kılıçdaroğlu’nun kendi partisinin içinden, azımsanamayacak sayıda insanın aynı düşünce de olmasıydı. Seçimlerden sonra, CHP Kurultayı yapılıp Kılıçdaroğlu, genel başkanlığı kaybettiği halde buna dair tartışmalar sürüyor. daha önce partiden ihraç edilmişken, yeni yönetimin ilk iş olarak CHP üyeliğine geri kabul ettiği, Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’ın başını çektiği bir ekip Kılıçdaroğlu’nu adaylıkta ısrar ederek, seçimi kaybettirmekle suçlamaya devam ediyor. Özcan ile Kılıçdaroğlu son günlerde sosyal medya üzerinden yeni bir tartışmaya tutuştular. Ben tartışmanın detaylarına girmeyeceğim. Zira tartışma bu yazının konusu değil, bu yazının amacı, 21. yüzyıl Türkiye'sin de insanların, siyasi düşüncelerinin, ilkelerinin ve ideolojilerinin değil, etnik köken, din ve mezheplerinin seçilmelerinin önünde engel olarak görülmesidir.
 
Bakın tartışmanın başını çeken Tanju Özcan, Sosyal Medya hesabı X üzerinden yaptığı son paylaşımlarından birinde ne diyor. “Size karşı özel bir kinim veya nefretim yok. 13 yıl boyunca başarısız olarak, koltuk sevdası uğruna bizim ve çocuklarımızın geleceğini kararttığınız için öfkem var. Bizi, çeyrek asır süren Erdoğan iktidarına mahkûm ettiğiniz için yoğun bir kızgınlığım var. Bu kadar ekonomik sıkıntıya ve dış politikadaki başarısızlıklara rağmen, bu beceriksiz Erdoğan’ı yenemeyip, oğlum dahil milyonlarca genci ağlatmanızı hazmedemiyorum.”
 
Bu paylaşım, seçimlere yön veren devasa devlet aygıtını ve onun kullanışlı araçlarını gözden kaçıran, sığ bir bakış açısı ile yazılmıştır. Oysa Özcan’ın dediği gibi, seçimi birey olarak Kılıçdaroğlu değil, onun etnik kimliği ile mezhebi kazanamadı. Kaldı ki Özcan bu paylaşımıyla, seçimin kazanılmamasının baş sorumlusu olan, masadan kalkan ve masayı kumar masası diye niteleyeni aklıyor. Erdoğan çeyrek asırdır Kılıçdaroğlu yüzünden mi bu ülkeyi yönetiyor? Yoksa Özcan’da dahil, milliyetçi muhafazakâr toplum hayranlarının, insanları ötekileştirmeleri sayesinde mi yönetiyor? Kuşkusuz tüm bu sorulara cesaretle verilecek cevaplar seçimin muhalefetçe kazanılamamasının gerçek nedenlerini ortaya koyacaktır.
 
Yukarıda belirttiğim gibi, derdim Kılıçdaroğlu’nu savunmak değil. Derdim, sözde sosyal demokratlarında içinde oldukları önemli bir kitlenin, Kılıçdaroğlu’nun etnik kimliği ile mezhebini seçim kazanamamanın gerekçesi yapmaları sığlığının görülmesini sağlamaktır. Zira bunu yapanlar, devletten ve siyasetten gelen diğer birçok engeli gözden kaçırıyorlar. Maalesef onların görmedikleri, devletin tekçi yapısının, ülke siyasetini rehin aldığı ve bu rehin almanın siyaseti, merkezden milliyetçi muhafazakâr uca kaydırdığıdır. Bu günkü, iktidar blokunun yapısı da bunun en bariz örneğidir. Kim ne derse desin, çeyrek asırdır, ülkeyi aynı adamın yönetmesinin nedeni, Milliyetçi muhafazakâr toplum yapısından rahatsız olmayan ve onu siyaset yapmanın zemini olarak kullanan sözde muhalif siyasetçilerin tamamıdır!
                                                         

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.