Neslihan Fındıklı


Sahiden Değişen Ne ?

.


Yıl olmuş 2025. 2026’ya sayılı günler kalmış. Takvimler ilerliyor, yıllar değişiyor; ama bazı gerçekler var ki yerinden kıpırdamıyor. Değiştiği söylenen şeyler çoğu zaman yalnızca biçimden ibaret. Dil yumuşuyor, kelimeler süsleniyor, yöntemler modernleşiyor; fakat öz aynı kalıyor. Acı aynı yerde duruyor, inkâr aynı yerde duruyor, adaletsizlik aynı yerde duruyor.

Dünyaya bakıyoruz.
Siyahiler, yalnızca ten renklerinden dolayı maruz kaldıkları şiddeti artık daha görünür kılıyor; dünya nihayet bu acıya kulak verir gibi yapıyor.
Filistinlilerin yıkılan evleri, enkazdan çıkarılan çocukları ekranlara düşüyor; ama her defasında hakikat “denge” denilerek törpüleniyor.
Yerli halkların toprakları hâlâ şirket haritalarında parselleniyor; Amazon’da kesilen her ağaçla birlikte bir halk daha sessizce siliniyor.
Rohingyalar vatansız, Romanlar hâlâ istenmeyen, Ermeniler hâlâ tarihi anlatırken bile kendini savunmak zorunda.

Peki ya bu topraklarda sahiden ne değişti?

Bugün Türkiye’de bir “barış süreci”nden söz ediliyor. Bir örgütün kendini feshetmesinin yarattığı sözde rahatlıkla, bazı ağızlar daha da pervasızlaştı. Dün fısıltıyla kurulan cümleler bugün bağırılarak söyleniyor. Medyada, sosyal medyada, sokakta. Kürtlere küfretmek, tehdit etmek, aşağılamak neredeyse sıradan bir dile dönüştü. Linç gizlenmiyor artık; aleni.

Bir havaalanında, kalabalığın ortasında, bir genç yalnızca “Ben Kürdüm” dediği için hedef alınıyor. Kimlik sorulmuyor, suç isnadı yok; ama çevresinden yükselen sesler aynı noktada birleşiyor:
“Hayır, sen Kürt değilsin.”
“Türksün, öyle olmak zorundasın.”
Bir halkın varlığı, resmi bir işlemle değil; toplumun diliyle inkâr ediliyor. Kimlik, sahibinden zorla geri alınmak isteniyor.

Spor sahaları bile bundan muaf değil. Barışın ve kardeşliğin sembolü olması gereken bir ringde, Irak Bölgesel Kürdistan Yönetimi’nden gelen bir boksör, sevincini “Biji Kurdistan” diyerek ifade ediyor. Kendi kimliğini anmasından daha doğal ne olabilir? Ama bu söz, bir sevinç ifadesi olarak değil, bir suç gibi karşılanıyor. Hakemin ağzından dökülen cümle ise utanç olarak kayda geçiyor:
“Birazdan sana beyaz kefen giydireceğiz.”
Bu, yalnızca bir sporcuya değil; bir halka yöneltilmiş açık bir ölüm tehdidi.

Siyasetin dili de farklı değil. Kendini muhalefet, merkez ya da milliyetçilik adı altında konumlandıran bazı yapılar, toplumsal barışı büyütmek yerine tarihsel yaraları kaşıyarak varlık alanı açıyor. İYİ Parti çizgisinde somutlaşan bu ırkçı siyaset, geçmişle yüzleşmek yerine inkârı yeniden üretmeyi tercih ediyor. Şêx Said ve Seyit Rıza isimleri, aradan geçen onca yıla rağmen hâlâ bir korku nesnesi, hâlâ bir tehdit başlığı gibi dolaşıma sokuluyor. Oysa bu isimler birer slogan değil; idam sehpalarının, sürgünlerin, toplu cezalandırmaların ve kuşaktan kuşağa aktarılan derin acıların adıdır. Barışı değil, nefreti besleyen her dil; bu ülkenin geleceğini biraz daha karartır.

Bugün kitaplar yakılmıyor belki; ama yasak.
Kâğıtlar alev almıyor ama cümleler hâlâ sakıncalı.
Diller resmen inkâr edilmiyor belki; ama fiilen bastırılıyor.
Yöntem değişti, zihniyet aynı kaldı.

Kürt olmak hâlâ bu ülkede bir açıklama gerektiriyor. Önce sakin olduğunu, barıştan yana olduğunu, “öyle olmadığını” anlatman bekleniyor. Kimlik, tek başına yeterli sayılmıyor. Günlük hayatta, haber dilinde, sohbetlerde görünmez bir parantez açılıyor. O parantezin içine korkular, önyargılar ve ezberler dolduruluyor. İnsan, daha konuşmadan yargılandığını hissediyor.

Ama şunu açıkça söylemek gerekiyor:
Biz Kürt halkı barışmak istiyoruz.
Hatta yalnız Kürtler değil; bütün halklar barışmak istiyor.
Çünkü savaşın bedelini halklar ödüyor, kazancını ise başkaları topluyor. Savaş, kimilerinin cebini dolduruyor; ama bizim evlerimize yalnızca acı bırakıyor.

Biz Kürtler çok acılar çektik.
Her Kürt evinde, duvarda asılı ya da bir örtünün altında saklanan fotoğraflar vardır.
Genç yaşta gidenlerin, dönmeyenlerin, adı anıldığında sesin düğümlendiği yüzler…
Her evde bitmeyen bir yas, yarım kalmış bir hikâye vardır.

İşte bu yüzden barış istiyoruz.
İnkâr edilmeden, tehdit edilmeden, kefenle anılmadan.
Kimliğimizle, dilimizle, acımızla ve onurumuzla.

Ve soruyoruz:
Bunca yılın ardından, sahiden değişen ne?

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.