Ercan Akkar

Tarih: 14.07.2025 10:12

PKK'nin Silah Bırakması ve Kardeşlik Umudu...

Facebook Twitter Linked-in

27 Kasım 1978’de Diyarbakır'ın Lice ilçesine bağlı Fis Köyünde kurulan PKK, 1984'te Eruh ve Şemdinli baskınları ile başlayan silahlı eylemleriyle Türkiye'nin en uzun soluklu ve en kanlı çatışma süreçlerinden birisini başlattı. O günden bugüne, bu topraklarda on binlerce can yitip gitti, milyarlarca dolarlık maddi kayıp yaşandı, ama en önemlisi, insanlık onuru, kardeşlik ve huzur derin yaralar aldı. 

1990’lı yıllarda Hürriyet Haber Ajansı ve Anadolu Ajansı’nın Van Bölge müdürlüklerinde muhabir olarak görev yaptığım yıllarda, bu acıları bizzat yerinde gördüm, yaşadım ve belgeledim. Van, Bitlis ve Hakkari bölgelerinde, çatışmaların gölgesinde geçen yıllarda, kurşun izleriyle delik deşik olmuş evlere, roket yaralarına, boşaltılmış köylere, faili meçhul cinayetlere ve yitip giden hayatlara tanıklık ettim.

Hakkari'nin Yüksekova ilçesinde, 1993 yılında TBMM Araştırma Komisyonu ile birlikte bulunduğumda, adeta bir savaş bölgesine adım atmıştım. Neredeyse kurşun izi taşımayan tek bir ev, tek bir iş yeri kalmamıştı. Bahçesaray’daki Sündüz Yaylası katliamının dehşetini, Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu Van Şube Başkanı Şevket Alpaslan ile Özgür Gündem Gazetesi Van dağıtımcısı Orhan Karaağar’ın faili meçhul cinayete kurban gitmesini, Gevaş’ın Koçak Köyünde öldürülen öğretmen Mehmet İzdal’ın cansız bedenini fotoğraflarken hissettiğim o ağır yükü unutmam mümkün değil. Çukurca’nın Uzundere Beldesinde, metrelerce kar altında boşaltılan köylerin sessiz çığlıklarına, insanların çaresiz göçlerine şahit oldum. Her bir olay, her bir kayıp, sadece istatistik değil, bir insan hikayesi, bir yuva, bir umuttu. 

Türkiye, bu acılı süreçte barış umudunu defalarca sınadı. 1993, 1999 ve 2013 yıllarında başlatılan barış süreçleri, ne yazık ki sabotajlar ve provokasyonlarla yarıda kaldı. Her defasında umutlar yeşerdi, ama her defasında karanlık eller bu umutları gölgeledi. Ancak, 11 Temmuz 2025’te, Irak Kürdistan Bölgesinin Süleymaniye kenti yakınlarında, tarihe geçecek bir an yaşandı.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin çağrısı ile başlayan ve DEM Partisi’nin arabuluculuğuyla ivme kazanan süreçte, PKK’nin 30 üyesi, aralarında üst düzey yöneticilerin de bulunduğu bir törenle silahlarını yaktı. Bu, sadece sembolik bir jest değil, aynı zamanda yıllardır süregelen bir çatışmanın sonlanması için atılmış somut bir adımdı.

PKK’nin silah bırakma töreni, Kürt ve Türk tarihinde önemli bir yere sahip olan Şikefta Casenê bölgesinde, sıkı güvenlik önlemleri altında gerçekleşti. Törene Türk ve Iraklı yetkililer, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi temsilcileri ve DEM Partisi üyeleri katıldı.

Abdullah Öcalan’ın, İmralı Cezaevi’nden yaptığı çağrılarla başlayan bu süreç, PKK’nin 12 Mayıs 2025’te silahlı kanadını feshettiğini duyulmasıyla hız kazanmıştır. Öcalan, Haziran’da kaydedilen ve 9 Temmuz’da yayınlanan video mesajında, ‘Silahların değil, siyasetin ve toplumsal barışın gücüne inanıyorum. Bu ilkeyi hayata geçirmenizi istiyorum,’ diyerek barış sürecine olan inancını vurgulamıştı.

Bu tarihi an, sadece Türkiye için değil, Irak, Suriye ve İran'daki Kürt toplulukları içinde derin bir anlam taşıyor. PKK’nin silah bırakması, yalnızca bir örgütün silahlı mücadelesini sonlandırması değil, aynı zamanda bölgede yeni bir siyasi hareketin doğuşuna kapı aralıyor. Öcalan, PKK’nin ayrılıkçı hedeflerden vazgeçtiğini ve Kürt kimliğinin Türkiye’de tanınmasıyla örgütün kuruluş amacının büyük ölçüde gerçekleştiğini ifade etti. Bu, örgütün demokratik siyasete geçiş yapma kararının bir yansıması olarak görülüyor.

Ancak bu süreç, sadece silahların yakılmasıyla tamamlanacak bir yolculuk değil. Öcalan, Türk Parlamentosu’na bir denetim komisyonu kurulması çağrısında bulundu; bu komisyon, silahsızlanma sürecini şeffaf bir şekilde izleyecek ve barış sürecini yönetecek. Ayrıca, eski militanların siyasi sisteme entegre edilmesi ve Öcalan üzerindeki ‘Tecrit rejiminin’ bir daha dönmemek üzere sona erdirilmesi gibi talepler, sürecin ilerlemesi için kritik önemde. Türkiye’nin bu taleplere vereceği yanıt, barışın kalıcılığı açısından belirleyici olacak.

Barış, sadece silahların susması değil, hak, hukuk ve adaletin tesisiyle mümkün. Yıllarca köşemde yazdığım gibi, hiçbir savaşın kazananı olmaz. Savaşlar, sadece yıkım, gözyaşı ve kayıp bırakır. Ancak adil bir kardeşlik düzeni, hukukun üstünlüğüne dayalı bir toplumsal barış, her şeyi değiştirebilir. Süleymaniye’de yakılan silahlar, bu umudun ilk kıvılcımı olabilir. Eğer bu süreç, provokasyonlara ve sabotajlara karşı korunabilirse, Türkiye’nin ikinci yüzyılı, kardeşlik ve barış üzerine inşa edilebilir. Bu tarihi an, hepimize bir sorumluluk yüklüyor. Siyasetçiler, sivil toplum, medya ve toplumun her kesimi, bu barış sürecini desteklemek ve güçlendirmek için elinden geleni yapmalı. 

Hakkari’nin, Van'ın, Diyarbakır'ın sokaklarında artık kurşun sesleri değil, çocukların kahkahaları yankılanmalı. Yüksekova’da kurşun izleriyle değil, umutla dolmalı evler. Sündüz Yaylası’nda, Koçak Köyünde, Uzundere’de yaşanan acılar ve faili meçhuller, bir daha asla tekrarlanmamalı.

Barış, bir son değil, bir başlangıçtır. Süleymaniye’deki tören, bu başlangıcın ilk adımı oldu. Şimdi sıra, bu adımı kalıcı bir kardeşlik düzenine dönüştürmekte… Hak, hukuk ve adaletin rehberliğinde, bu topraklarda yaşayan herkesin eşit ve özgür bir geleceğe kavuşması için çalışmalıyız. Çünkü sonunda, sadece kardeşlik kazanır. Ve eğer bu kardeşlik adil bir şekilde inşa edilirse, ülke kazanır, hepimiz kazanır.

Yazıma, yıllardır taşıdığım bir dilekle son vermek istiyorum: Barış olsun, kardeşlik olsun, ölüm olmasın. Hak, hukuk, adalet olsun. Bu, sadece bir dilek değil, artık gerçekleşmesi için hepimizin omuz omuza çalışması gereken bir hedef. Süleymaniye’den yükselen bu umut ışığı, Türkiye'nin her köşesine ulaşsın.

Sevgiyle kalın.

 

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —