Psikoterapist Haydar Alper Eser

Tarih: 11.07.2025 21:04

Nihayet Şizofreniz Hepimiz!

Facebook Twitter Linked-in

Tanıdan, tanıdıktan, tanışıklıktan uzak, hastalara ve yakınlarına özür, adaylarına da dikkatle diyerek görmenizi istediğim yerlere parmaklarımı tıklatayım. Bugünlerde ‘kül devrinde’ değil belki ama ‘kendine bir başka dünya kurmuşların devrinde’ yaşıyoruz. Karşılıklı bir şizofreni hakim. Hastaların anlattığı şeylerin doğruluğuna inanan, bir süre sonra bunları reddetmeye devam edenleri de taşlayan bir delirme düzeni. İstenen oldu. Kutlayalım birbirimizi. Yeterince zehirlendik, yeterince gezdik sınırlarda. Hastalar, kliniği ele geçirdiler. Ülkemizi toplumsal şizofreni cennetine çevirdiler. Delirdiğinin farkına varmayan çoğunluk; kalanlara deli muamelesi yapıyor son yirmi küsur yıldır. 

Tanım vermek mi gerekir ‘Toplumsal Şizofreni’ için? ‘Kolektif Nevrozdan’ artık bahsedemiyor olmak, nevrozun son yıllarda iyiden iyiye psikoza dönüştüğünü öne sürmek bir tanım sayılmaz mı? Birileri kendi oluşturdukları dünyaya, kendi iddia ettikleri gerçekliğe inanıyor. Demektir ki yaşadığımız dışında bir dünyaları da var artık. Bu da sınırda gezen kişilik bozukluğunun volta atmaktan canı sıkılmış ve sınırı aşmış demektir.  Gün içinde en çok şahit olduğum sorulardan biri belki de bu yüzden ‘yahu biz ne yaşıyoruz?’ ve benzerleri oluyor. İnsan; yaşadığını tanımlayamadığı anda ne yazıktır, inciniyor.

Sosyallik yok, sosyal güvence yok, sosyal bir yaşam yok, sosyal bir devlet hiç olmadı. Sosyal kelimesiyle başlayan bir tek medya var. O da her felaketten düşük profilli mizah yaratmaya çalışan asalaklarla dolu. Her sabah ‘Günaydın Türkiye’ der gibi ‘Gözaltı Türkiye’ ile uyanıyoruz. Ardından birkaç çerez ve ‘Algıda Geçicilik’ izliyor bunu. Sonra ‘Tutuklu Türkiye’ ile akşam haberlerini izliyoruz. Bayraklar yarıya iniyor, ardından hızla iki katına çıkarılıyor. Şayet bu bir oyunsa, gerçekten iyi oynanıyor. Ruh sağlığımız daha az değişken hale geliyor. ‘Dibi gören daha nereye düşecek kirve’ diyenler varsa şayet aranızda durdurun onları. Zira dip tanımının da artık değişken olduğuna şahit oluyoruz. Evimin yıkımını izlerken bahçem yanıyor. Bahçeye damacanayla su taşıyor halk, yine kahraman olmak zorunda kalıyor. Öyle aceleyle çıkıyorlar ki evden, öyle can havli ile geçiyor ki hayatımız; pelerinimizi de evde unutuyoruz.

Peki ya aklın pelerinleri? Uçmaya mı yarıyor yoksa uçmasını mı engelliyor? Bir genel tanımımız yok artık. Yazar kasa yerine DSM fırlatmayı düşünüyorum sağa sola. Bu eylemden anlayacaklarına inansam yapacağım. Fakat herhangi bir eylemi anlayacaklarına inanmıyorum. Anlamaları için o eylemi gerçekleştirmem gerekir. Ben ise o eylemi zihnimde tasarlarken kapım çalınıyor. Henüz tasarı haldeyken iyi niyetli bir vatandaş zıkkımlanmam için çay getiriyor. Avukatımı bekliyorum sürekli. Bu ülkede Godot’yu yanlış anlamış olabilir miyiz? Sizce Samuel Beckett; Godot derken avukatını bekleyen mağduru, insaniyetli bir karar vermesini bekleyen hâkimleri ya da takvimden istinaf için gün bakan zabıt kâtibini kast ediyor olabilir mi? Kendisi tanrı ile ilgisi olmadığını söylemişti. Ancak buraların istinaf mahkemesi ‘Allah’a havale etmek’ neticede. Varoluşçuluk artık yokedişçilik, susturuşçuluk, koyvermişçilik, tepkisizleşmecilik ve kimbizenediyebilirkiciliğe dönmüş halde. Bu tımarhanede anlam aramaya çalışanların alnını karışlamak pek mantıksız değil. 

Buralar güç yerleri. Bu ülke her seçim Adler’i başa getiriyor ‘Psikoloji Bakanlığı’ için. Son açıklamasında Adler’in de ‘ulan oğlum ben bunu mu kast ettim, ahmak mısınız!’ diye feveran bir tepki gösterdiğini aktarabilirim. Kaynak sormayın lütfen. Her şey gibi bu da bir yönerge olsun. Araştırılma dosyası olarak sunulsun. Adler’i çarpıtan ve işine gelencilerin oyları tarafından reddedilsin. Çok psikoloji içerikli bir yazı olmadı. Galiba ben de bozdum. Eski tadım yok artık. Kaç maddede kendimizi bunlardan nasıl koruyacağımızı falan yazmadım. Bir iki maddede halledebiliriz bu konuyu. Terazide iki kefe var. Ya Ndaş olacaksın ya da mutsuz. ‘Ndaş’ diye bilerek yazdım. Hangi kelimenin hakaret dosyası sayılacağı pek net değil. Siz kendi zihninizden doldurun. Ben kendi zihnimle doldurmaya kalktığım vakitler sorun yaşıyorum zira. İmza vermeye gidiyorum, savunma yazmamı istiyorlar. İnanın bu sıcakta ülkeyi kurtaramam. İnanın bu sıcakta ülke de beni kurtarmak istemez. Biz iki kurtarılamayan, birbirimizi seven ama ayrılmak zorunda kalan melodram taraflar oluruz. Ne o beni basar bağrına ne de ben kucak dolusu sarılma cesareti gösteririm. Sarılırken kolum kalkmaz sonra pişman oluveririm. Akıl sağlığımızın günden güne tahrip edildiği bugünleri iç çekerek anımsarız. 

Psikiyatri koridorunda vardiya nöbetinde tespih sallayan uzun saçlı ve hayli kara bir çocuk görürseniz o kişi benim. ‘Hocam sizin ne işiniz var burda?’ gibi sorular sormayın, üzülürüm. Sizinle aynı depresyonu, aynı kaygıyı, aynı paniği yaşıyor olmak; hakkım değil mi? Neticede bende herkes kadar evinden, işinden, dilinden, mezhebinden, fikrinden, duruşundan, görüşünden, susuşundan vurulmuş biriyim. Benim de dertlerim var. Jenerasyonum bambaşka bir gerçeklikte yaşıyor örneğin. Odağımı fazlasıyla dış dünyada tutuyorum. Öfkeden tırnaklarımı kemiriyorum bazen. Son seansım olabilir. Son yazım, son bakışım, son hafıza kalıntım. Allah ve ölüm korkusunu aşan milyonlar bugün nezaret ve hane korkusu ile tehdit ediliyor. Ben hep ortamların bilirkişilerine kuşkuyla baktım. Paranoya mı bunlar yoksa doğuştan paranoid miyim sonranın işi. Evde babama kuşku duydum. Okulda hocama, hastanede doktora, sanayide ustaya, mahallede ağabeye ve seansta kendime kadar sıçradı bu.

Ancak hata etmişim. Bugünlerde ne umut kaldı ne onur elimizde. Ne tebessüm bıraktılar ne de inanç yüzümüzde. Yirmişer, otuzar yıllık ziyan olmuş, kurban edilmiş, kendisi hiç istemese de çoğunluk tarafından boynu vurulmuş sağlıklı insanların sağlıklı tepkileri var. Kanına, vicdanına dokunan son sağlıklı birkaç kişi kaldık. Elimdeki tespihin taneleri kadar belki. Bir avuç yüzü asık ama yine de tümden asık olmamak için uğraşan. Asma hakkı istemelerinin boşuna olmadıklarını ve bunca şeye rağmen hala düşünen, hala konuşanların varlığının hala birilerini irite ettiğini bilen birileri. ‘Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi’ sözü hükmünü yitirdi. Yalanistan’da artık ‘ne kadar vicdanınızı sorgulatırsak o kadar iyi’ çağıdır. Sartre öldü. Kabbani ‘Allah’ın yönetmediği, Horoz’un hükmettiği memleket’ derken aslında biz tavukların kaderini yazdı çok önceleri. Artık her kelime biraz fazlalık sayılır. Zihnimiz özgür olmadıktan sonra, dilimize dünyalalar verilse ne çıkar? Elli beş geçiyor. Seansa gireceğim. Katilimin gözlerinden Brecht öpsün. Işıkları kapatın. Karanlıkta da buluruz yolumuzu. Ne güneşe ne de lambaya ihtiyacımız var. Yanan ciğerlerimizin ışığı aydınlatıyor artık önümüzü.

"Ey mutsuzlar! 

Kardeşinizi boğazlıyorlar, siz göz yumuyorsunuz.

  Çığlıkları duyuluyor ama siz susuyorsunuz.

  Aranızda dolaşıp kurbanını seçiyor zorbanın teki

  Sessiz kalırsak bize dokunmaz diyorsunuz.

  *** yiyorsunuz!"  

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —