Neslihan Fındıklı


Neden Kürtlükten Korkuldu ?

.


Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana devletin en büyük korkularından biri Kürtlük fikri oldu.
Ama bu korku bir isyandan veya bölünme arzusundan değil, bir halkın kendi kimliğiyle, diliyle, kültürüyle var olma iradesinden doğuyordu.
Sanki Kürt kelimesi bir tehditmiş, Kürdistan demek bir suçmuş gibi gösterildi.
Oysa gerçek tehlike, kimliklerin varlığında değil, onları yok sayan zihniyetteydi.

İsmet İnönü’nün Kürt Raporu ve Türkleştirme Politikaları

1935 yılında dönemin Başbakanı İsmet İnönü, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu gezip gözlemler yaptıktan sonra, Kürt nüfusu, kültürü ve devletle ilişkisini ele alan bir rapor hazırladı.
Bu rapor, Kürtleri anlamaktan çok onları dönüştürmeyi hedefliyordu.
Satır aralarında açıkça görülüyordu: devletin görevi Kürtleri Türkleştirmekti.
İnönü’nün önerileri, sadece bir öneri değil, uzun yıllar sürecek bir asimilasyon politikasının temel taşlarıydı:

🔹Kürt nüfusun yoğun olduğu bölgelere Türk nüfus yerleştirilecek,

🔹Kürtçe yasaklanacak,

🔹Kürt çocukları devlet okullarında sadece Türkçe eğitim alacak,

🔹Kürt memurlar batıya tayin edilip dağıtılacak,

🔹Köy ve kasaba isimlerinin, şarkıların ve kültürel geleneklerin Türkçeleştirilmesi sağlanacaktı.


Bu maddeler, bir halkı anlamaktan çok onu yok etme, kimliğini unutturma hedefini barındırıyordu.
Birlik, eşitlikle değil, benzeşmeyle sağlanacaktı.
Ve bu anlayış, yıllar boyunca devletin zihninde bir refleks olarak kaldı; yalnızca dili ve yöntemleri değişti.

Günümüzdeki Yankıları

Aradan neredeyse yüz yıl geçti ama o zihniyet hâlâ varlığını sürdürüyor.
Bugün hâlâ “Kürt” ya da “Kürdistan” kelimesi söylendiğinde bir sessizlik oluşuyor, tedirginlik hissediliyor.
Devletin dili değişti; ama refleksi hâlâ eski.
Kürtler haklarını dile getirdiğinde hâlâ hedef gösteriliyor, hâlâ suçlu ilan ediliyor.

Son zamanlarda Kürt siyasetinde, bazı çevrelerin Türkleştirme veya entegre olma söylemleri dillendirilse de, bu kabul edilemez bir durumdur.
Kürt halkı bu tür söylemler için bedel ödememiştir ve bu söylemler, Kürtlerin tarihsel mücadelesinin gerçekliğini yansıtmaz.
Bir asırdır süren bastırılmışlık ve inkârın ardından, Kürt halkının kimliğini koruma iradesi, hiçbir entegre politikayla değiştirilemez.

Bu durum, yalnızca devletin değil, toplumsal zihniyetin de ne kadar derin bir baskı mekanizmasına sahip olduğunu gösteriyor.
Kürtlerin kendi kimliklerini ifade etme özgürlüğü hâlâ bir tartışma konusu.
Yüzyıllık bastırılmışlık, yüzyıllık suskunluk…
Ve bu suskunluk, Kürtlerin kendi kimliklerini sahiplenmesini bile gölgeleyen bir korku alanı yarattı.

Eleştirel Bir Bakış

Bu tarihsel ve güncel tablo, aslında bir gerçeği gözler önüne seriyor:
Devletler, halkları “birlik” adı altında kimliklerinden mahrum bırakmak isteyebilir; ama bu tür politikalar toplumu köklü biçimde yara almış hale getirir.
Kürtler, dört ayrı ülkede, milyonlarca nüfusuyla varlık göstermiş bir halktır.
Ve kendi ülkesini kurmak, kimlik ve kültürünü özgürce yaşamak istemek, en doğal, en insani haklarıdır.

Bir halkın kimliğini yok saymak, onu bir tehlike olarak görmek, yalnızca o halkın değil, devletin de kendini hapsedeceği bir döngü yaratır.
Ne yazık ki tarih boyunca ve günümüzde hâlâ, Kürtlerin bu doğal hakkı baskı ve korku politikalarıyla engellenmeye çalışılıyor.
Ama gerçek değişim, korkuyu değil, kimliği tanımakla başlar.
Ve bir halkın kendi geleceğini tayin etme hakkı engellenemeyecek kadar doğaldır.

Sonuç

Bugün hâlâ Kürtlük korku salıyor; hâlâ birçok kişi bu gerçekliği konuşmaya cesaret edemiyor.
Ama bana göre, bu kadar geniş bir nüfusa sahip, dört ayrı ülkede toprağı bulunan Kürtlerin kendi ülkesini kurma hakkı en doğal haktır.
Bu hak bir lütuf değil, tarihin, coğrafyanın ve insan olmanın gereğidir.
Kimliğini inkâr eden hiçbir halk özgür olamaz.
Ve hiçbir devlet, bir halkın varlığından korkarak güçlü kalamaz.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.