Bir çocuk kimin koruması altındadır? Bir çocuk herhangi bir tehlike ile karşı karşıya geldiğinde kime sığınır? Onu dış tehlikelerden koruma görevi kimindir? Elbette başta anne, baba ve kardeşleriyle bir arada yaşadığı çekirdek aile bireyleri ile amcalar, teyzeler, dayılar, halalar onların çocukları kuzenlerden oluşan daha geniş aile bireyleri, yaşadığı çevre ve yurttaşı olduğu devlet.
Evet devlet. Hani şu her kötü olay ve infiale neden olan cinayetten sonra yetkilileri, “Olay bütün detaylarıyla aydınlatılacak! Hiçbir şey karanlıkta kalmayacak! Ucu nereye giderse gitsin sonuna kadar gidilecek! Kimsenin şüphesi olmasın tüm sorumlular gerekli cezaları alacak!" diyen devlet. Maalesef Türkiye bugünlerde bir kez daha aynı senaryoyu yaşadı ve aynı sözleri devletin ilgili makamlarında oturanlardan duydu. 21 Ağustos tarihinde Diyarbakır’ın Bağlar ilçesine bağlı kırsal Tavşantepe Mahallesi'nde kaybolan 8 yaşındaki çocuk Narin Güran’ın cesedi, 8 Eylül 2024 tarihinde köyün yakınındaki derede suyun içinde bulundu. 80 haneli, şu anda 60 hanenin ikamet ettiği belirtilen bir köyde birdenbire ortadan kaybolan 8 yaşındaki çocuğun ölü bedeni, tüm aramalara rağmen kaybolduktan 19 gün sonra, dere yatağında bir çuval içinde üzerine taşlar yığılmış şekilde bulunabildi. Başta, "Narin’i kim, niçin öldürdü?" sorusu olmak üzere cevabı aranan birçok soru var şimdi. Soruşturmanın seyri, gözaltına alınan ve tutuklananlara bakıldığında cinayetin aile içinde işlendiği görülüyor. Olayın baş sorumlusunun ceset bulunmadan birkaç gün önce gözaltına alınan ve tutuklanan, aynı zamanda köy muhtarı olan Narin’in amcası olduğu, diğer aile bireylerinin de kendisine yardım ettiği veya olayı bildikleri halde sakladıkları anlaşılıyor.
İlginç olan, cinayetin işlendiği Tavşantepe Köyü'nün tamamının günlerce suskunluğa bürünmesiydi. Yani bir köy, 8 yaşındaki bir çocuğun katledilmesinde mafyanın, "Bir şey görmedim, duymadım, bilmiyorum, konuşmam” anlamına gelen omerta (susma) suskunluk yasasını uygularcasına topluca suskunluğa büründü ve günlerce konuşmadı. Halbuki Narin henüz 8 yaşında bir çocuktu. Yani hayatın acımasız yönleriyle henüz tanışmamış, her şeyi güllük gülistanlık bilen bir çocuktu Narin. İnsanların, hele hele en yakınlarının kendisini hayattan koparacak kadar canavar olabileceklerini hiç düşünemezdi. Kuşkusuz hayat yolculuğuna yeni çıkmış ve henüz onun başında olan bir çocuğun bunları bilmemesi olağandı. Olağan olmayan, en yakınlarının onu hayattan koparması ve bir köyün topluca susmasıydı.
Peki, bir köy topluca neden konuşmadı? Konuşmamalarını isteyen kimdi? Yoksa konuşurlarsa başlarına daha da kötü şeyler mi gelecekti? Kim veya kimler hangi güçle onları korkutmuştu? Tüm bu sorular cevaplanmayı bekliyor.
Narin, insanın tüylerini diken diken edecek şekilde canavarca katledildi. Ve belki bu özelliğinden dolayı toplumun dikkatlerini üzerine çekti ve oluşan kamuoyu baskısı yetkilileri adımlar atmaya zorladı. Bu toplumsal baskı olmasa, günler sonra da olsa ceset bulunmayabilir ve cinayet ortaya çıkarılmayabilirdi. Zira cesedin gizlendiği yerin köye çok uzak olmayan, daha önce ekiplerin arama yaptıkları yer olması düşündürücüdür. Yine aynı köyle ilgili geçmişte yaşanmış karanlık olaylar olduğuna dair iddiaların ortada dolaşıyor olması, bu cinayetin üstünün kapatılmak istendiğine dair kuşkulara yol açıyor.
Elbette cinayeti işleyen veya işleyenler cezalara çarptırılabilirler. Zira olayın basın ve kamuoyuna yansıması ile birlikte, ciddi bir kamuoyu baskısı oluştu ve halk sorumların ağır cezalara çarptırılması konusunda baskıyı arttırıyor. Ancak sorun cinayeti işleyenlerin ceza almaları ile bitmiyor. Zira özellikle bir köyün topluca susması, üzerinde hassasiyetle durulması gereken bir durumdur.
Ne diyor AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu, “bizlerin bazen bilmediği, bazen de bilip söylemememiz gerekenler var, çünkü aile bizim dostlarımızdır.” Ensarioğlu bu açıklaması ile bir itirafta bulunuyor. Nedir derseniz, siyasetin bu feodal yapıyı kullandığıdır. Bu önemli bir itiraftır. Zira yıllardır Türkiye merkez siyaseti, bölge siyasetini feodal toplumsal yapı üzerinden yürütüyor. Osmanlı’dan Cumhuriyet dönemine yüz yıllardır aşiretçilik üzerine inşa edilen ağa, bey ve şeyhlerin söz sahibi oldukları, geri bıraktırılan, eğitimsiz, okumayan, tarikatların hurafelerle uyuttuğu, dindarlığın ve aşiretçiliğin menfaat için kullanıldığı, sonuçta feodal toplumsal yapının toplumu rehin aldığı bir durum söz konusu. Ve maalesef bu toplumsal yapı onlarca yıldır Türkiye siyasetinin oy devşirme aracıdır. Özellikle sağ iktidarlar, seçimlerde aday yaptıkları aşiret reislerinin, halkın üzerinde kurdukları baskı ile uzun yıllar oy aldılar. Kısacası her şeyi ile geri bıraktırılmış ve özellikle son yıllarda aşiret ağaları üzerinden baskılanan bir halk gerçeği var. Üstelik 1990’lı yıllarda bölge halkına dayatılan koruculuk sisteminde, bu aşiret reislerinin önemli bir kısmı korucu başıdır. Aşiret reisliğinin yanı sıra, korucu başı olmalarının kendilerine sağladığı dokunulmazlıkla bölgede yaşayan yoksul halk üzerinde yoğun baskı kurdukları bilinen bir gerçektir.
İşin ilginci, böylesine hunharca cinayeti işleyen Narin’in ailesinin “bilinen, tanınmış bir aile” veya “nüfuzlu aile” şeklinde tanımlanmasıdır. Nasıl tanınmış aile? Ne yapmış da tanınmış? İnsanlığa bilim ve sanatla mı hizmet etmişler? Aslında bu soruların cevabı Ensarioğlu’nun açıklamasında saklı. Kuşku yok ki bunun adı toplumsal çürümedir. Özellikle son 40 yıldır Kürt halkı haklarına sahip çıkmasın anlayışıyla, bölge üzerinde uygulanan devlet politikası ve onu kullanan yerel çıkar çevreleri bu çürümede baş role sahipler. Ancak bu çürümeyi son yirmi yılla sınırlı tutup sadece mevcut iktidarı sorumlu tutmak, hastalığın teşhisini yanlış koymak ve yanlış tedavi uygulamak olur. Elbette AKP iktidarı ile son 8 yıllık ortağı MHP’nin bölge politikalarının bugün yaşananlarda önemli payı var. Ancak bu geçmişi aklamanın gerekçesi yapılmamalıdır. Zira onlarca yıldır, iktidarı ve muhalefetiyle Türkiye merkez siyasi partileri, kendilerince nüfuzlu dedikleri aşiret reislerini ve şeyhleri siyasi aktörler olarak kullandılar. AKP iktidarı sadece geçmişten devraldığı mirasın üzerine kendi politikalarını koyarak daha kötüsünün yaşanmasını hızlandırdı. Bu hızlandırma ile kötülük örgütlü güç haline geldi ve Narin cinayetinde su yüzüne çıkan görüntüsü ile organize suç işler noktaya ulaştığını gözlerimize soktu.
Bugün 12 Eylül! Evet bugün, bölgenin geri bıraktırılmasına karşı halkı bilinçlendirmeye çalışan demokratik Kürt siyaseti ile kırdan kente tüm Türkiye’de toplumsal uyanışa öncülük ederek ezilen halklar ile işçi sınıfını haklarına sahip çıkacakları mücadeleyi sahiplenmeye çağıran sol, sosyalist ve komünist siyasi partilerin, işçi sınıfı mücadelesinin öncüsü sendikaların ve demokratik kitle örgütlerinin kapatıldığı, yüzbinlerce insanın gözaltına alındığı, insanlık dışı işkencelerden geçirildiği, kaybedildiği ve cezaevlerine doldurulduğu faşist darbenin 44. yılı. Bugün yaşadıklarımız; inkârcı, tekçi 12 Eylül faşizminin bu ülkeye dayattığı, Türk-İslam sentezinin eseridir. Öte yandan, ülkede hukuk ve adalet artık mumla aranıyor. Suçlular adaletsizlikten ve cezasızlıktan cesaret alıyor ve pervasızca suç işliyorlar. Narin ve benzerleri için adalet istemenin cesaret istediği bir süreç yaşanıyor. Ne yazık ki, tüm bunların yaşandığı Türkiye’de timsah gözyaşları bir kez daha sele dönüştü. Ey Timsah gözyaşı dökenler! Silin gözlerinizdeki o sahte yaşları, ayağa kalkın ve Narin’in mezarına dönüp ona hesap verin. Bakın Narin size sorular soruyor. Ey annem, babam, kardeşlerim, amcalarım, dayılarım, teyzelerim, halalarım, kuzenlerim! Siz yeni çıktığım hayat yolculuğumun başlangıcında beni neden hayattan kopardınız? Ben ki, korktuğumda sizin kucağınıza sığınır ve kafamı göğsünüze gömerdim. Nasıl kıydınız bana? Şimdi bedenim neden soğuk toprağın altında? Ey Tavşantepe Köyü ile Kadim Kent Amed ya siz, siz nasıl seyrettiniz hayattan koparılışımı? Ey dağda gezen kurttan, havada uçan kuştan haberdar olduğunu söyleyen güçlü ve kudretli devlet! Benim, minik yurttaşın Narin’in, güven içinde büyümesinden ve mutlu bir hayat sürmesinden sen sorumlu değil miydin? Sorumlu isen neden görevini yapmadın ve beni yaşatamadın? Beni hayattan koparan bataklığı neden görmedin ve kurutmadın? Bu mu senin kudretin? Beni hayattan koparanlar, benim hayattan koparılmamı sessizce seyredenler ve benim can güvenliğimi sağlamayanlar şimdi hepinize soruyorum: Benim geleceğe dair güzel düşlerim ve hayallerim, sizin hangi karanlığınızın önünde engeldi ki beni el birliği ile hayattan kopardınız? Neden… neden… neden?