İran Yeni Şiir akımının en güçlü temsilcisi Füruğ Ferruhzad’ın bir şiiri vardır ‘’Bahçeye Acıyorum’’ isminde. Okuyanınız, duyanınız oldu mu? Bizler galiba Füruğ’un bahçesinde yaşıyoruz. Gün geçmiyor ki kötü haber duymayalım, gün geçmiyor ki çocuklar bunu duymasın diye mutfağa koşmayalım. Gündemden kaçmak için desosyalize olmaya çalışan ebeveynler de durumun vahametini anlatıyor bizlere. El kadar bir çocuk, el kadar coğrafyada bulunamıyor. Basına yansıması, yayın yasakları, köy ziyaretleri derken son iki haftadır gündemimiz belli her yerde konuşuluyor, merak konusu. Zira bu toplum ancak travma yaşarsa kendini ‘’var’’ hissediyor. Diken üstünde ve teyakkuzda olmanın şehridir artık Diyarbakır. Malum olaya dair yapacağım tek şey susmak olmalı. Ama sonrası var. Okullar açılıyor. Bu durum çocuklara nasıl yansıyacak? Ne diyor Füruğ?
Bizim komşular bahçelerinde çiçek yerine
Makineli, top, tüfek ekerler hep toprağa.
Bizim komşular kapak koyarlar hep
çini havuzlarının üstüne.
Ve çini havuzlar,
-İstemese de kendileri-
gizli barut depoları.
Evet, bizim komşularla onun komşuları aynı. Kan davaları, namus cinayetleri, oldu bittiye gelen binlerce karar ve artık duyarsız hale gelmiş hafızalara sahip komşularımız. Komşularımızı evcilleştiremiyoruz. Komşularımız birbirini uyarmak için ateş açan, tarla yakan kişiler halindeler. İnanın ki bunların nasıl ‘’komşumuz’’ olduğunu bizler de bilmiyoruz. Şebeke suyuna sakinleştirici katma fikrim ise daima reddediliyor.
Sekonder (İkincil) Travmatik Stres
Bazı şeyleri sen yaşamasan da sen etkilenebilirsin bunlardan. Sekonder (ikincil) travma da böyle bir şey diyelim en basit haliyle. Bugün merak konusu olarak bilinen süreç okulların duvarlarına giren çocuklar, aileleri ile kapıda vedalaşma seramonisi izleyen öğretmenler için bir sekonder travmatik problem haline gelebilir. Karşımıza korkular, kaygılar şeklinde çıkar. Okul fobisi, iletişim ve davranış değişimleri. Belki de regresyon süreci. Tekrar parmak emmeler, tekrar alt ıslatmalar tekrar parmak emmeler ve daha onlarcası. Medyada ve tüm sosyal yaşamda günlerdir trajik içerikler duygusal fon müzikleri ile temsil ediliyor. Herkes ‘’kim daha merhametliyse o kadar takdir alır’’ skeçlerini oynamakta. Olayı görmezden gelen kadar büyüten de var. Bir yere koşuyoruz, olması gereken bu. Peki yolda yanından geçtiklerimize de zarar verebileceğimizi düşündük mü? Yaşamın konuştuğu anlarda susmayı ne zaman öğreneceğiz?
Doomscrolling
Bitmeyen bir haber akışı oldu. Falanca ekip şuraya gitti, falanca kişi açıklama yazdı. Ünlü düşünür şunu dedi, halk şairi şiir yazdı. Elde telefonlar ile ‘’nasıl daha çok öğrenebilirim’’ derdine düştük. Kaydırdık, kaydırdık, en aşağılara indik. Bu konu ile ilgili bütün görselleri, gönderileri gördük sonunda. Sonra yorulduk oturduğumuz yerden. Hiç hareket etmedik ama halsizleştik, başımız zonklamaya başladı, çocuklara işkence edilen bu dünyayı dünyada ilk kez biz kabul etmiyormuşçasına kabul etmedik. ‘’Felaket Kaydırmacası’’ denilen kavram bu. Özellikle kriz durumlarında medya eli ile işleniyor. Stres hormonunu besliyor. Bizi teyakkuzda tutmaya devam ediyor. Gerçi aklı, gözü, kulağı olan için sosyal medyaya şöyle bir girip çıkmak bile felaket kaydırmacası artık. Zira felaket dışında olan hiçbir şey sunulma/paylaşılma değeri kazanmıyor. Ben bir kahve içmeye gidiyorum, anlatacak felaketlerim var. Siz de yorulmuşsunuzdur. Dilerseniz sizler de anlatın. Nasılsınız?
Merhamet Yorgunluğu
Türk dil kurumu tarafından Merhamet sözcüğü “bir kimsenin veya bir başka canlının karşılaştığı kötü durumdan dolayı duyulan üzüntü, acıma” olarak tanımlanmaktadır. Diyarbakır Dil Kurumu’na göre ‘’oy kurbban olaydım sahan nasıl kıydilar?’’ sorusu eşliğinde ağıtlar ve feryatlar barındırır. İnsan olan için vardır. İnsan olduğunun kanıtı olarak vardır. Bir şeyler yapmak istersin. Maddi, manevi, mesleki ve daha elden ne gelirse. Yeter ki bulunsun, yeter ki sağ olsun, yeter ki ölmesin dersin. Bu sırada kendi çocuğunla aran nasıl? Son iki haftadır daha mı çok başını okşuyorsun onun? İlla kaybetme korkunuzun mu gün yüzüne çıkması gerekiyor ebeveyn olmanız için? Yorul yorul nereye kadar? İnsansın, tükeneceksin. Tükenmişlik Yüzyılı’na sen de uyacaksın! Ne diyordu şiirinin devamında Füruğ?
Ve bizim sokağın veletleri
doldururlar okul çantalarını
küçük bombalarla.
Serseme dönmüş bizim evin avlusu.
Bizim sokakların veletleri de okula başlayacak. Bazı veletler başladı dahi. Çoğu için sıkıcı geçen, etkinlik bulamadıkları bir şehirde yaz tatili sürecinin ardından son iki haftalarına da ‘’acaba’’ diye başlayan korku soruları eşlik etti. Bu sorular ve yarattığı iklim okullara/kreşlere de taşınmayacak mı dersiniz? Evde alınan nefes bile okula taşınır. Yeter ki tehdit olmasın. Okulda alınan nefes bile eve taşınır. Yeter ki ihmal olmasın. Peki kurumlar bu sürece hazırlar mı? İlk gün gelen çocukların ailelerine bağlanma temelli birkaç cümle söyleyip gidecekler mi çalışanlar? Somatizasyona dikkat edilecek mi? Öğrenme sürecine etki edip etmediğine dair kayıtlar tutulacak mı? Nasıl aşacağız bu ‘’her an her şey başımıza gelebilir’’ anksiyetesini?
Önleyici Psikolojik Danışmanlık
Henüz bir problem yaşamayan öğrenciler olacaktır. Ancak yarın medyaya ne düşer, akranından ne duyar bilemeyiz. O halde var olan iyilik halini arttırmaya, çevresel dinamikleri iyileştirmeye, riskleri ise azaltmaya ve tahammül edilebilir seviyelere getirebilmek gerek. kurumun idarecileri bir yandan da esnaf gibi dükkan dükkan gezebilmeli, öğretmenleri her zamankinden daha dikkatli ve insani davranmalı. Servis Şoförleri ulaşım sürecini daha güvenli ve eğlenceli hale getirebilmeli. Eve girdiklerinden emin olmalı bugünlerde. Aileler ise bireysel anlamdaki mahremiyeti çocuklarına öğretmelerinin zaruri olduklarını bildikleri kadar artık kimseye güven olmayacağını ve ‘’aile mahremiyetini’’ de kurmaları gerektiğini anlamalılar. Füruğ’un bahçesindeki balıklar artık saldırgan ve tekinsiz zira.
Psikolojik Anlamda Bazı Yardımlar
Kurumlara klinik bir bakış açısı getirebilmek gerek. Rehberlik hizmetleri ilk adımı, çocuk/ergen terapistleri ise ikinci adımı oluşturabilmeli burada. Terapi Merkezleri ile okulların arasını iyileştirmeliyiz. Ebeveynler kendi aralarında yapacakları sohbete bir ‘’yetişkin sohbeti’’ tanımı getirmeli. ‘’Çocuktur anlamaz’’ diye başlanan cümlelerin sonunda iz kalıyor. Kendi küçük güvenlik önlenmelerimizi alabilir, çocuklara da bunları öğretebiliriz. Çantalara ‘’tehlike anları için düdük’’ eklenebilir. Çocuğun çıkmayan sesini, geri çekilen karakterini düşünmek zorundayız. Dönem içerisinde yapılması gereken sınıf rehberlik etkinliklerine dair yeni yazılar yazarım. Bu şehirde travma mı bitermiş, yarın başka bir gündem olur, eskimiş hafızalarımız neyi tutmuş ki bunu tutacak? Her şey gibi, maddi ve sosyal ağlar gibi pedagojik açıdan da ‘’gün kurtarma’’ derdine düştüğümüz bir zamandayız. Hele çocuğu bu beladan da koruyalım, bakalım daha başımıza neler gelecek diyerek yaşıyoruz artık. Özel sektörde kendini pedagog olarak tanıtan kimselere ve ‘’seni asla bırakmayacağım’’ diyen flörtlerinize itibar etmeyiniz.
Başka travmalarda buluşmak üzere!