Veli Beysülen

Tarih: 09.04.2025 22:46

Milli İrade Sadece İktidar Mı ?

Facebook Twitter Linked-in

“Milletin ve mili iradenin önünde diz çökeceksiniz. Ya normalleşecek ya da daha da yalnızlaşacak, marjinalleşeceksiniz. Başka yolu yok.” Bu sözler partili Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eski metin yazarı Aydın Ünal’a ait.
 
Evet, 2007- 2015 yılları arasında o zaman Başbakan olan şimdinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşma metinlerini yazan AKP Ankara eski milletvekili Aydın Ünal, 4 Nisan 2025 tarihli Yeni Şafak gazetesindeki köşesinde yayınlanan “Miras Değil Alın Teri” başlıklı yazısında, Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze Türkiye’de burjuvazi arasındaki çekişmeye dair ilginç tespit ve değerlendirmelerde bulunarak, TÜSİAD ile MÜSİAD ve kendisinin Anadolu sermayesi dediği sermaye arasında süren sözde kavgadan dem vurarak, gelinen aşamayı yukarıya aldığım paragrafla özetliyor.
 
Sözde diyorum çünkü Ünal’ın tehdit içeren sertlikteki yazısında eleştirdiği TÜSİAD, yıllardır iktidarın demokrasi dışı tüm uygulamalarına destek verdi. Daha önce yazılarımda birçok defa vurguladığım gibi, özellikle çalışma hayatına getirdiği esnek ve kuralsız çalışma biçimlerinin yanı sıra, işçilerin anayasal hakları, örgütlenme, toplu sözleşme ve grev ile toplantı ve gösteri haklarının kullanmalarını engelleyen kanuni düzenlemeler yaptı ve bu haklarını kullanan işçilerin önüne fiili engeller çıkarmaktan geri durmadı. Özellikle mülki amirlikler ile emniyet birimlerine tanıdığı sınırsız yetkilerle kent sokak ve meydanları anayasal hakların kullanımına yasaklı hale getirildi. Grevler ertelendi, anayasal hak olan sendikaya üye olma hakkını kullanarak sendikaya üye olan işçilerin işverenlerce işten çıkarılmalarına seyirci kaldı. Bu anayasa dışı hukuk tanımazlıklara tepki gösteren işçilerin işyeri önlerinde başlattıkları direnişler kolluk şiddetiyle bastırıldı.
 
Aydın Ünal bu yazıyı, TÜSİAD’ın hükümete yönelttiği çekingen eleştirilere karşı yazmış görünüyor olsa da gerek kullandığı dil gerekse satır aralarına gizlenmiş tehdit içeren vurgulamalarına bakıldığında, demokrasiye genel bakışını yansıtan bir yazıdır. Dolayısıyla sorun Ünal’ın TÜSİAD’a yönelik eleştirilerinde değil, sorun yazının muhalefetin geneline vermek istediği mesaj ve o mesajı vermek için kullandığı üsluptadır. Kısacası sorun kullandığı dil ve o dilin iktidara muhalefet eden herkesi kapsıyor olmasında.
 
Tüm bunlar göz önüne alındığında olaya iki yönüyle bakmakta yarar var. Birincisi Ünal’ın “Milletin ve milli iradenin önünde diz çökeceksiniz” cümlesinde saklı olan muhalefetin tümünü tehdit eden bakış açısı diğeri ise kendisinin tehditvari bir dille “önünde diz çökeceksiniz” dediği milli iradeye, mensubu olduğu iktidarın ne kadar saygı gösterdiğidir.
 
Kuşku yok ki, “diz çökeceksiniz” söylemi başlı başına sorunlu bir söylemdir. Ancak gelin önce, milli iradeyi çok sevdiği anlaşılan Aydın beye birkaç soru soralım. Evet, Aydın Bey, milli irade nedir? Kapsamını açıklar mısınız? Sizce sadece iktidar kanadında yer alan seçilmişler mi milli iradeyi temsil ediyorlar? Sandığa atılan oyların muhalefete verilmiş olanı milli irade sayılmıyor mu? Onun için mi muhalefete mensup seçilmişler tarafınızdan görevden alınıp cezaevlerine dolduruluyorlar? Siz atadığınız kayyumları seçilmişler olarak mı görüyorsunuz? Elbette soruları çoğaltmak mümkün. Ancak iktidarın uygulamaları zaten ortada. Nitekim, 7 Haziran 2015 milletvekili genel seçiminde azınlığa düşen iktidar, seçim sonuçlarını tanımayarak milli iradeyi kendisi ile sınırlı gören anlayışını ortaya koymuş ve sandıktan çıkan iradeye saygı göstermemişti. O günden başlayan süreçte, 2016 yılında dokunulmazlıkları kaldırılan HDP eş genel başkanları ile milletvekilleri tutuklanıp cezaevlerine atıldılar. 2023 milletvekili genel seçimlerinde seçilen Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Can Atalay’ın vekilliği, Anayasa Mahkemesi'nin hak ihlali kararını tanınmayan alt mahkemenin verdiği kararla güya düşürüldü. Öte yandan iktidar, 15 Temmuz 2016 tarihinde paralel yapının kalkıştığı darbe girişiminden sonra ilan ettiği Olağanüstü Hal (OHAL) döneminde, yürürlüğe koyduğu kararnamede bulunan, terörle iltisaklı olmakla suçladığı belediye başkanları ile belediye meclis üyelerinin İçişleri Bakanlığı tarafından görevden alınmaları ve yerlerine kayyum atanması düzenlemesini üç dönemdir kullanıyor. Bu madde ile 2014-2019, 2019-2024 dönemlerinde seçilmiş olan eski HDP şimdi ki DEM parti mensubu birçok belediye başkanı ile belediye meclis üyesi görevden alınarak yerlerine kayyum atandı. Yani iktidar, yargıda kesinleşmiş ceza almamış olan seçilmişleri idari bir kararla görevden alarak milli iradeyi yok sayıyor.
 
Elbette bu uygulama ile iktidar, sadece milli iradeyi yok saymıyor. Aynı zamanda, yargıda kesin hüküm giymemiş olan her bireyin suçsuz olduğu yönündeki evrensel hukuk kuralı olan masumiyet karinesini de yok sayıyor. İktidar daha önceki iki dönemde HDP/DEM Parti mensubu seçilmişlere yönelik yaptığı bu uygulamayı, 31 Mart 2024 tarihinde yapılan yerel seçimlerin ardından CHP’li belediyelere doğru genişletti. Bu genişletme sonucu, üzerinden 1 yıl gibi kısa bir zaman geçmiş olan yerel seçimlerde seçilmiş CHP ve DEM Parti mensubu belediye başkanlarının görevden alındığı toplam 25 milyon insanın yaşadığı kentler, artık yurttaşların seçtikleri belediye başkanları tarafından yönetilmiyorlar. Bir başka deyişle, kendi adaylarına oy vermemiş olan ülke nüfusunun neredeyse üçte birinin oyu iktidar tarafından yok sayıldı. O zaman Sayın Ünal’ın, “Önünde diz çökeceksiniz” dediği iradenin iktidara verilen oyla sınırlı olduğunu söylemek abartı değildir.
 
Yukarıda belirttiğim gibi, sayın Ünal’ın kullandığı dil ayrıştırıcı ve rencide edici bir dildir. Bu dili kullanan insanın 8 yıl gibi uzun bir süre bu ülke yönetiminde tek söz sahibi olan bir liderin konuşmalarını yazan kişi olduğnu düşününce insanın tüylerinin ürpermemesi mümkün değildir. Asıl garip olan ise kendisi milli iradeyi sakatlamış olan bir iktidar mensubunun, insanları “Milli irade önünde diz çökeceksiniz” diye tehdit etmesidir.  
 
Cumhuriyetin kurulmasından günümüze sermaye hareketleri ile yapısını irdeleyen Ünal, adına Anadolu İhtilali dediği kendi dönemlerinde, Anadolu kentlerinde sağladıkları sermaye birikimine sahip olan burjuvazinin sermaye sınıfının hakimi olduğunu vurguluyor. Bunun ise Menderes’le başlayan Özal ve Erbakan’la devam ederek Erdoğan’la tamamlanmak üzere olan bir süreç olduğunun altını çiziyor ve Erdoğan’ın son bir hamle ile İstanbul sermayesi dediği TÜSİAD’ın hakimiyetine son verdiğini açıklıyor. İlginçtir ama Ünal yazısında TÜSİAD’ı ya da onun deyimi ile İstanbul sermayesini Anadolu ihtilalini kabul etmeye ve önünde diz çökmeye çağırırken, Anadolu sermayesinin bu hakimiyeti sağlamasının alın terine dayandığının altını çiziyor. Ancak durum bu kadar basit değil. Zira hiç kimse alın teri ile onun söylediği hakimiyeti sağlayacak birikime ulaşamaz.
 
Zaman zaman yazılarımda, sınıfsal tercihini sermayeden yana yapan AKP’nin kendi sermayesini yarattığını yazarım. Maalesef bu politika ülkede derin bir gelir adaletsizliği yaşanmasına yol açtı. Nitekim araştırmalar, Türkiye’nin gelir eşitsizliğinde dünya ülkelerinin başını çektiğini ortaya koyuyor. Zira artık bu ülkede en zengin ile en yoksul arasında gelir eşitsizliği uçurumu var. Kısacası iktidar, halkın emekçi büyük çoğunluğunun yoksulluğu pahasına sermayeye kaynak aktarıyor. İşte Aydın beyin, “Diz çökeceksiniz” diyerek övdüğü ve “Anadolu İhtilali” dediği yandaş sermaye, genel ve yerel bütçeden kaynak aktarılan sermayedir. Maalesef onun hedef aldığı TÜSİAD, yıllardır emeği köleleştiren çalışma biçimlerini hayata geçirmelerinde kendilerine destek vermektedir. Şimdiki kavga sadece post kavgasıdır. Zaten TÜSİAD'ın anladığı demokrasi, örgütlü toplumsal mücadelenin önünün açıldığı değil, bireysel hak ve özgürlüklerin korunduğu demokrasidir.    
 
Aydın Ünal ve benzerlerinin yaptığı, ucuz emek cenneti haline getirdikleri bu ülke emekçilerinin emeğine el koyan ve merkezi hükümet ile ona bağlı yerel yönetimlerin mal ve hizmet alımı ile kaynak aktardıkları, adına Anadolu sermayesi denen tefeci sermayenin ülke genelinde hâkim sermaye haline getirerek, ondan alacakları destekle iktidarlarının devamını sağlamaktır. Zira bu sermaye yerelde feodal bağlantıları ile halkı yönlendirme imkânı bulunan sermayedir.
 
Kısa ve öz: AKP sınıfsal tercihini sermayeden, sermayenin de yandaş olanından yana yapmış bir iktidardır. Bu nedenle, bu ülkenin emeği ile yaşayan işçisi, kamu çalışanı, emeklisi, esnafı ve çiftçisi tüm emekçileri artık mutlak yoksuldurlar. Tüm bu toplumsal katmanlar, AKP iktidarının 23 yıldır uyguladığı ekonomik ve sosyal politikalardan dolayı hayatlarını idame ettirecek temel mal ve hizmetlere ulaşamıyorlar. Maalesef artık bu ülkede iktidarın kaynak aktardığı küçük bir azınlık dışında kalan büyük çoğunluk mutlak yoksuldur!


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —