Neslihan Fındıklı


Kendi Çığlığımız İçinde....

.


Görsel bir körlük içinde debeleniyoruz artık. Gözlerimiz önümüzdeki hayatı görse de ruhumuz görmüyor; kalbimiz hissetmiyor. Her gün birbirinin aynısı; sabah uyanıyoruz, aynı boşluk, aynı sessizlik, aynı yorgunluk… Hayat, anlamını yitirmiş bir oyunun sahnesi gibi; biz ise perdenin önünde kendi rollerimizi oynayan figüranlar gibi. Zaman, ardı arkası kesilmeyen bir nehir gibi akıp gidiyor; bizse bu akışın içinde savrulmuş yapraklar gibi, yönümüzü kaybetmiş, çaresiz, umutsuz.

Ülkemiz yorgun. İnsanların gözleri dertten, yürekleri sıkıntıdan kararmış. Geçim derdi, borçlar, işsizlik, hayatın yükünü taşıyamayan omuzlar… Her gün biraz daha tükenen umutlar, içimizde sessizce çürüyen hayaller. Sokaklar, köşe başları, duvarlar hepsi sessiz birer tanık; kırık dökük hayatların çığlıklarını içine çekmiş. İnsanlar kendi yalnızlıklarında boğuluyor, kendi içlerinde çırpınıyor ama sesleri duymayan bir dünya var.

Bazen kendi içimde bile bir çığlık atmak istiyorum: “Ne yapıyoruz? Nereye gidiyoruz? Bu acı neden?” Ama çığlık, boğazımda sıkışıyor, dudaklarımda hapsoluyor; kelimeler yetmiyor. İşte insanın kendi çığlığı tam burada başlıyor. Dışarıda hiçbir ses yok; kimse duymuyor. Ama içimizde, kalbimizde, ruhumuzda yankılanıyor. Her nefes, bu çığlığın sessiz bir direnişi gibi. Her küçük adım, her kırıntı umut, hayatın anlamını hatırlatmaya çalışıyor bize. Karanlığın, yorgunluğun, çaresizliğin ortasında bile var olmak bir direniş. İnsan kendi içinde kaybolsa da, kendi çığlığıyla ayakta duruyor.

Her sabah bir öncekini tekrar ediyor gibi geliyor; ama yine de kalkıyoruz. Ellerin titriyor, gözler yorgun; yüreğin parçalanmış ama bir şekilde ayakta kalmaya çalışıyorsun. Çayını yaparken, ekmeğini alırken, işe giderken, eve dönerken… Her adım, küçük bir savaş. İnsan, kendi çaresizliğinde direnmeyi öğreniyor. Bazen sokaklarda, bazen evin köşesinde, bazen kendi kafasının içinde yankılanıyor bu çığlık. Sessizlik, yorgunluk, karanlık… Ama insan direniyor.

Çığlığın katmanları var. Önce kendi yalnızlığımızın çığlığı… Kimse duymuyor, kimse anlamıyor. İçimizde bir boşluk açılıyor, kelimeler yetmiyor, sessizlik dolup taşıyor. Sonra toplumun çığlığı… Sıkışmış umutlar, bitmeyen işsizlik, geçim derdi, her gün biraz daha yıpranan hayatlar. İnsanlar kendi acılarını sessizce yutuyor, ama dünya fark etmiyor. Ve sonunda, kendi iç hesaplaşmamızın çığlığı… Geçmişin yükü, hataların ağırlığı, kaybedilen hayaller… Tüm bunlar birikiyor ve insanın omuzlarını daha da ağırlaştırıyor.

Ve zaman zaman fark ediyoruz ki, çığlığımız sadece bizim değil. Yanımızdaki insanların da sessiz çığlıkları var; aynı acılar, aynı yorgunluklar, aynı umutsuzluklar… Bazen birbirimize dokunmasak da, aynı karanlığın içinde benzer çırpınışlar yaşıyoruz. Belki de insanın kendi çığlığı, başkalarının çığlığıyla birleştiğinde bir anlam bulacak. Belki de bu sessiz çığlık, bir gün duyulacak, yankılanacak ve karanlığı delip geçecek.

Ama o güne kadar, insan kendi çığlığıyla ayakta kalacak. Her nefes, her küçük direnç, insanın kendi varoluşunu ilan etmesi olacak. Sessizliğin ortasında, karanlığın içinde, yorgunluğun gölgesinde, yine de ayağa kalkacak. Çünkü hayatta kalmanın, var olmanın ve direnmenin başka yolu yok. Ve insan, kendi çığlığıyla hayatı, anlamı ve umudu yeniden var edecek.

Zaman geçiyor, günler birbirini kovalıyor, mevsimler değişiyor ama hayatın ağırlığı değişmiyor. İnsan hâlâ kendi çığlığında, kendi yalnızlığında debeleniyor. Kimsenin duymadığı bir dünyada, kendi varlığını kanıtlamaya çalışıyor. Her nefes, her düşünce, her küçük hareket, bir direnç ve bir direniş. İnsan kendi içindeki karanlığa rağmen ayakta duruyor; kendi çığlığıyla var oluyor.

Kimi zaman gözlerimizden yaşlar süzülüyor, kimi zaman sessiz dualar ediyoruz; kimi zaman sadece nefes almak bile bir direniş oluyor. İçimizdeki çığlık, görünmez ama güçlü. İnsan kendi karanlığında kaybolsa da, kendi çığlığıyla varlığını yeniden hatırlıyor. Umut, görünmez bir ışık gibi hâlâ içimizde parlıyor; gözle görülmese de, kalpten hissediliyor.

Ve zamanla anlıyoruz ki, bu çığlık artık bir alışkanlık gibi, bir yaşam biçimi gibi, bir kalp ağrısı gibi. Geçim sıkıntısı, yalnızlık, yorgunluk, umut kırıntıları… Hepsi iç içe geçiyor ve bir bütün hâline geliyor. Ne kadar ömrü olduğunu bilmeden yaşamak gibi, her nefeste biraz daha hissederek, her gün biraz daha ağırlaşarak ama yine de dimdik, sessizce, kendi içinde hayatta kalarak… İnsan kendi çığlığıyla nefes alıyor, kendi acısıyla var oluyor ve kendi umudunu saklamayı öğreniyor.

Çünkü gerçek bu: Hayatta kalmak bir seçim değil, zorunluluk. Var olmak bir direniş, nefes almak bir savaştır. Ve insan, kendi çığlığıyla direnmeye devam ediyor; karanlığın ortasında, sessizliğin içinde, yorgunluğun gölgesinde… Ta ki ömrün ne kadar olduğunu bilmeden, her nefesi hissettiği sürece… Ve işte o çığlık, artık sadece bir ses değil; insanın en derin yerinde taşıdığı, var olmanın, direncin ve umudun simgesi hâline geliyor.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.