Veli Beysülen


Karanlıkta Kalan Katliamlar Devletin Kamburu!

.


Türkiye, azınlıklara karşı yapılan 6-7 Eylül 1955 olaylarından 10 Ekim 2015 Ankara Gar katliamına kadar pek çok katliamın yaşandığı bir ülkedir. Ne yazık ki, Türkiye aynı zamanda katliamların çoğunluğunun aydınlatılmadığı ve gerçek faillerin hep perde arkasında kalarak cezasız kaldığı ülkedir. O zaman hepimizin, "Neden?" sorusunu önce kendimize sonra devlete sormamız gerekiyor. "Neden önce kendimize sormalıyız?" dediğinizi duyar gibiyim. Çünkü bizler yurttaş olarak, devleti yeterince sorgulamadık ve katliamların aydınlatılması için üzerinde örgütlü baskı oluşturamadık. Kısacası, "Bu cinayet ve katliamlar neden aydınlatılmaz? Bu cezasızlığı kim veya kimler sağlıyor?" sorularını ısrarla ve cesaretle sormaya dair yurttaşlık görevimizi yeterince yapmış toplum değiliz. Katliamların yöneldiği toplumsal katman ile duyarlı aydın, ilerici, insan hakları savunucuları dışında kalan toplumun muhafazakar çoğunluğu, bırakın tepkileri desteklemeyi, katliama uğrayanları çoğu zaman düşman olarak gördü ve "İyi oldu" diyerek katliamlara destek verdi. Maalesef bu durum yıllardır alanlarda attığımız, “Susma sustukça sıra sana gelecek! Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz!” şeklindeki iki sloganı doğruluyor. Sonuçta bir gün sıra önceki katliamlara yeterince tepki vermeyenlere geldiğinde, yalnız kaldıklarını fark ettilerse de geç kalmış oldular.
 
Kuşkusuz cinayet ve katliamların aydınlatılmamasında esas üzerinde durulması gereken husus, her birinin işlendiği süreçte ülkeyi yöneten iktidarın tercihinin mi, yoksa devletin genel politikasın mı etken olduğudur. Her katliamı yaşandığı dönemin koşulları ile değerlendirmek bu konuda doğru sonuca ulaşmayı sağlayacaktır.  
 
Evet, geçen hafta, Türkiye tarihinin tüm detaylarıyla aydınlatılmayan ve esas sorumluları gerekli cezalara çarptırılmayan iki önemli katliamının yıl dönümüydü. Bunlar; 8 Ekim 1978 tarihinde, Ankara Bahçelievler’de bir öğrenci evinde kalan Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesi 7 gencin hunharca katledildiği Bahçelievler Katliamı ile 10 Ekim Katliamı olarak bilinen 10 Ekim 2015 Ankara Gar katliamıydı. Maalesef bu ülkede yaşanan diğer birçok katliam gibi bu iki katliam da aydınlatılmadı. Aydınlatılmadıkları için de, arkalarındaki asıl sorumlular ile yaşanmalarında sorumluluk ve ihmalleri bulunan kamu görevlileri hukuk önünde hesap vermediler. Bunun yerine hep yapıldığı gibi, yüzeysel sorgulama ve yargılamalarla sadece görünen tetikçiler yargılanıp basit cezalar aldılar ve katliamların üstü kapatıldı.        
 
Evet, 1978 yılında 8 Ekim’i 9 Ekim’e bağlayan gece, Ankara Bahçelievler 15. Sokak 56/2 numaralı dairede 5’i o anda evde, ikisi dışarda olan 7 üniversite öğrencisi Ülkü Ocakları ikinci başkanı Abdullah Çatlı’nın başında bulunduğu ülkücü bir grup tarafından katledildi. Katledilen öğrenciler, Türkiye İşçi Partisi gençlik örgütü Genç Öncü üyesi; Latif Can, Efrahim Ezgin, Hürcan Gürses, Osman Nuri Uzunlar, Serdar Alten, Faruk Erzan ve Salih Gevence’ydi. Katliamı gerçekleştirenlerden Haluk Kırcı, 17 Kasım 1980 tarihinde Ankara sıkıyönetim savcılığına verdiği ifadede her şeyi itiraf etmiş ve katliamı kimlerle nasıl gerçekleştirdiklerini detayları ile anlatmıştı. Kırcı, katliamı itiraf etti ise de failler yeterince sorgulanmadı ve asıl sorumlular yargı sürecine dahil edilmedi. Bahçelievler Katliamı ile ilgili yargılamada Ankara 1 no’lu Sıkıyönetim Mahkemesi, 1986 yılında Haluk Kırcı ile Ahmet Ercüment Gedikli’yi yedişer kez ölüm cezasına; Duran Demirkıran ile Ömer Özcan’ı ise 28’er yıl ağır hapis cezasına çarptırdı. Katliamı organize eden baş fail Abdullah Çatlı ile Kürşat Poyraz, Mahmut Korkmaz, Ünal Osmanağaoğlu, Bünyamin Adanalı hakkında, kararın verildiği tarihte yurt dışında olmalarından dolayı gıyabi tutuklama kararı verildi. "Bu failler ne zaman, nasıl ve kim tarafından yurtdışına kaçırıldılar?" soruları ise cevapsız kaldı. Daha sonra yaşanan bazı tesadüfi olaylar, faillerin hepsinin devletin içinden korunduklarını ortaya çıkardı. Nitekim, katliamı gerçekleştiren ekibin başındaki Abdullah Çatlı’nın, devlet içinden kendisine sağlanmış olan Mehmet Özcan kimliğiyle polis müdürü Hüseyin Kocadağ ve Doğru Yol Partisi Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak’la birlikte, Balıkesir Susurluk’ta yaptıkları trafik kazası birçok kirli ilişkiyi ortaya çıkardı. Evet bu tesadüfi kaza, Bahçelievler katliamının baş faili Abdullah Çatlı’nın kendisine devlet içinden başka isimle sağlanmış kimlikle devlet, siyaset ve mafya üçgeninde birçok faili meçhul olaya karıştığını ortaya çıkardı. Ama bu ortaya çıkanlar bile katliamın gerçek sorumlularını ve Çatlı ile arkadaşlarını koruyan kamu görevlilerinin yargılanmalarını sağlayamadı.
 
Geçen haftanın yıldönümü olan bir başka katliamı ise hafızlarda tazeliğini koruyan 10 Ekim 2015 Ankara Gar katliamıydı. Bundan tam 10 yıl önce, 10 Ekim 2015 tarihinde DİSK, KESK, TMMOB ve TTB'nin çağrıcı oldukları, siyasi partilerin, demokratik kitle örgütlerinin destek verdikleri, "EMEK, BARIŞ VE DEMOKRASİ MİTİNGİ'ne katılmak üzere, yurdun dört bir yanından Ankara'ya akın etmiş olan yüzbinlerce insanın Ankara Gar Meydanı'nda toplandığı saatlerde, saat tam 10.04'te kulakları sağır eden bir patlama ve hemen ardından gelen ikinci patlama ile IŞİD mensubu iki canlı bomba üzerlerine bağladıkları patlayıcıları patlattılar ve 104 barış severi hayattan kopardılar.
 
İlginçtir patlama öncesi ortalıkta gözükmeyen güvenlik güçleri, patlamanın hemen ardından ortaya çıktılar. Yaptıkları ilk iş ise yerdeki arkadaşlarına yardım etmeye çalışanlara, hatta yerde yatan yaralılara gaz sıkmak oldu. Zaten patlamadan bir süre sonra zamanın Başbakanı Ahmet Davutoğlu, “Canlı bombaları biliyoruz. Ama Türkiye'de hukuk var. Kendilerini patlatmadan yakalayamıyoruz” demişti.
 
O zaman bu katliam, öncesi ve sonrasındaki sürece etkileri ile birlikte okunmalıdır. Kuşku yok ki, patlama 2013 yılında yaşanan Türkiye tarihinin en yaygın, en geniş katılımlı ve en demokratik eylemi Gezi Direnişi ile başlayan ve 7 Haziran 2015 seçimlerinde zirveye çıkan iktidar karşılığının tetiklediği olaylar zincirinden bağımsız gerçekleşmiş değildir. Zira Gezi Direnişi ve sonrasında yaşananlar, Türkiye’de toplumsal muhalefetin korku eşiğini aştığını ve sistemi sorgulamaya başladığını gösteriyordu. 2015 yılının yaz aylarında, 7 Haziran genel seçimlerinden iki gün önce HDP’nin Diyarbakır mitinginde meydana gelen patlama ile başlayan, Şanlıurfa/Suruç ve Ankara/Gar katliamı ile devam eden süreç ve yapılan açıklamalar patlamaya dair ipuçlarını veriyor. Özellikle Başbakan’ın Gar patlamasından birkaç gün sonra televizyonda, "Patlamadan sonra oylarımız arttı” demesi düşündürücüdür.
 
Evet, Gar katliamı ile ilgili çok şey yazıldı, yazılmaya da devam edecek. Dolayısıyla konuyu uzatmadan, katliamın karanlıkta bırakılmasına yönelik çabaların sergilendiği hukuki sürece dair bazı bilgileri aktarmakla yetineceğim.
 
10 Ekim davasının müdahil avukatlar komisyonu, katliamın 10. yılında, “Katliamdan bu yana: Adalet arayışında 10 yıl” başlıklı hazırladığı raporu, katliamın 10.yılında kamuoyuyla paylaştı. “10 EKİM KATLİAMI TÜRKİYE TARİHİNİN KIRILMA ANLARINDAN BİRİDİR.” diye başlayan 49 sayfalık rapor, katliamın öncesinden başlayan ve yargılamanın son durumunu gözler önüne seren önemli bilgiler ve ipuçlarını içeriyor.
 
Rapor, soruşturmanın sadece IŞİD’in eylemi gerçekleştiren hücresine yöneltildiğini ve kamu görevlilerinin tamamen koruma altına alındığını açıkça ortaya koyuyor. Yine rapora göre katliamı gerçekleştiren IŞİD hücresi, Suruç katliamından itibaren devletin takibinde olduğunu gösterdiği halde tedbir alınmamış ve yargılama sürecinde konuya dair istihbarat bilgileri mahkemeye sunulmadığı için katliamın yaşanmasında görevini yapmamış olan kamu görevlileri yargılamaya dahil edilmemişlerdir.
 
Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 2016’da başlayan yargılamada dosya yalnızca IŞİD üyelerinin cezalandırılmasına odaklandı; devletin yükümlülükleri, güvenlik önlemleri ve ihmaller hiçbir biçimde yargılama kapsamına alınmadı. Avukat komisyonu, Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen dava sürecinde, mahkeme heyetinin delilleri araştırma konusunda üzerine düşeni yapmadığını ve sınırlı kaldığını belirtiyor.
 
Komisyon bu değerlendirmeler ışığında katliamın öncesinden başlayarak yargılama sürecinde mahkemenin izlediği stratejiye dair önemli tespitlerde bulunuyor. Müdahil avukatların talepleri mahkeme tarafından dikkate alınmamış ve IŞİD hücresine mensup birkaç tetikçiye verilen cezalarla dosya kapatılmaya çalışılmıştır. Asıl ilginç olan ise; katliamın insanlığa karşı işlenmiş suçlar kategorisinden çıkarılarak zaman aşımına uğratılmaya çalışılmasıdır.
 
Evet, Türkiye, onlarca yıldır, birçok cinayet ile toplu katliamın aydınlatılmadığı ve sorumlularının hesap vermediği ülkedir. Kuşku yok ki, katliamların aydınlatılması için kendi güvenlik ve istihbarat birimlerinde görev yapan kamu görevlilerinin yargılanmalarını sağlamayan devletin kendisi zan altındadır. Daha açık bir ifade ile aydınlatılmayan katliamlar devletin kamburu olmaya devam edecek!
                                                
               

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.