Ortadoğu, tarih boyunca medeniyetlerin, dinlerin ve siyasi güçlerin çatışma alanı olmuştur. Ancak son yüzyılda, özellikle İsrail’in 1948’de kurulmasından bu yana, bölge bir türlü istikrara kavuşamamıştır. İsrail’in Filistin, özellikle Gazze Şeridi’ne yönelik uzun yıllardır devam eden saldırıları, çocuk ve kadın ayrımı yapmadan binlerce sivilin hayatını kaybetmesine neden olmuştur. Son olarak, İsrail’in İran’a yönelik geniş çaplı hava saldırıları, bölgedeki gerilimi yeni bir boyuta taşımıştır.
İsrail’in İran’a yönelik saldırıları, geçmişte Irak ve Suriye’ye yönelik müdahalelerle karşılaştırıldığında bir patternin parçası gibi görünmektedir. 2003’te ABD öncülüğünde Irak’ın işgali, bölgedeki güç dengelerini altüst etmiş ve İran’ın Irak’taki Şii gruplar üzerinden nüfuzunu artırmasına zemin hazırlamıştır.
İsrail’in İran’a yönelik saldırıları, nükleer tesisler, balistik füze fabrikaları ve Devrim Muhafızları komutanlarını hedef alan geniş çaplı bir operasyonla başladı. Bu saldırıların ana gerekçesi, İsrail’in İran’ın nükleer silah geliştirme potansiyelini engelleme isteği olarak belirtilse de, daha geniş bağlamda İran’ın Hizbullah ve diğer vekil güçler aracılığıyla bölgedeki etkisini kırma amacı taşıdığı görülüyor.
İran’ın 1979 İslam Devrimi sonrası İsrail’e karşı sert söylemleri ve Filistin davasına desteği, iki ülke arasında uzun süredir devam eden örtülü savaşı açık bir çatışmaya dönüştürmüştür.
İsrail’in daha önce Irak ve Suriye’deki hedeflere yönelik saldırıları, İran’ın bölgesel etkisini sınırlama stratejisinin bir parçası olarak değerlendirilebilir. Örneğin, Suriye’de İran destekli milislerin ve Hizbullah’ın hedef alınması, İsrail’in İran’ın lojistik ağını çökertme çabalarını yansıtmaktadır. Irak’taki Şii milis gruplarına yönelik operasyonlar da benzer bir amacı taşımıştır. Bu bağlamda, İran’a yönelik son saldırılar, İsrail’in ‘İran Eksenini’ zayıflatma politikasının bir devamı olarak görülebilir. Ancak, İran’ın misilleme kapasitesi ve bölgedeki vekil güçleri, bu çatışmanın daha geniş bir bölgesel savaşa dönüşme riskini artırmaktadır.
‘VADEDİLMİŞ TOPRAKLAR’
İsrail’in politikaları sıkça ‘Büyük İsrail’ veya ‘Vadedilmiş Topraklar’ kavramlarıyla ilişkilendirilmektedir. Bu kavram, Tevrat’ta Hazreti İbrahim’e vaat edildiği belirtilen Nil’den Fırat’a uzanan geniş bir coğrafyayı kapsar. Bu bölge, Filistin, Ürdün, Lübnan, Suriye, Irak, Türkiye’nin bazı illeri ve Mısır’ın Sina Yarımadası’nı içermektedir.
İsrail’in Filistin’deki yerleşim politikaları, Kudüs’ü başkent ilan etmesi ve Gazze’deki ablukası, bu yayılmacı vizyonun parçaları olarak yorumlanmaktadır. Ancak, bu hedeflerin pratikte uygulanabilirliği, bölgesel direniş ve uluslararası hukuk engelleri nedeniyle tartışmalıdır
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ise, ABD’nin 2000’li yıllarda bölgeye demokrasi getirme iddiasıyla başlattığı, ancak esasen enerji kaynaklarını ve İsrail’in güvenliğini garanti altına almayı hedefleyen bir strateji olarak görülmektedir. İsrail’in İran, Irak ve Suriye’deki eylemleri, BOP’un dolaylı bir uzantısı olarak değerlendirilebilir, zira bu müdahaleler ABD’nin bölgedeki çıkarlarıyla örtüşmektedir. Ancak, BOP’un bölgeye istikrar getirmekten çok kaos yarattığı ve İsrail’in yayılmacı politikalarına zemin hazırladığı eleştirileri de yaygındır.
ULUSLARARASI TOPLUMUN SESSİZLİĞİ
İsrail’in yayılmacı politikalarına karşı Müslüman ülkeler ve uluslararası toplumun etkili bir tepki gösterememesinin birkaç nedeni vardır.
İlk olarak, ABD’nin İsrail’e verdiği koşulsuz destek, diğer ülkeleri caydırmaktadır. ABD, İsrail’e askeri, ekonomik ve diplomatik destek sağlayarak bölgedeki etkisini sürdürmekte ve İsrail’in eylemlerine karşı ciddi yaptırımları engellemektedir.
İkinci olarak, Müslüman ülkeler arasındaki siyasi bölünmeler, ortak bir duruş sergilemeyi zorlaştırmaktadır. Örneğin, Körfez ülkelerinin bazıları (BAE, Bahreyn) İsrail ile normalleşme anlaşmaları imzalarken, diğerleri (Kuveyt, Katar) daha mesafeli bir tutum sergilemektedir. Ayrıca, İran ve Suudi Arabistan arasındaki rekabet, Müslüman dünyasının birleşik bir cephe oluşturmasını engellemektedir. Uluslararası toplumda ise, Avrupa Birliği’nin İsrail-Filistin çatışmasına yönelik tutumu genellikle söylem düzeyinde kalmakta ve somut adımlara dönüşmemektedir. BM’nin İsrail’e yönelik kararları, ABD’nin veto hakkı nedeniyle etkisiz kalmaktadır. Bu durum, İsrail’in bölgedeki eylemlerine devam etmesine olanak tanımaktadır.
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Ortadoğu’daki çatışmalara kalıcı bir çözüm bulmak, karmaşık ve çok boyutlu bir sorundur. Ancak, aşağıdaki adımlar bu sürece katkı sağlayabilir:
-Uluslararası Baskı ve Adil Barış Süreci: İsrail’in Filistin’deki işgal politikalarına karşı uluslararası toplumun daha etkin bir baskı uygulaması gereklidir. BM’nin 1967 sınırlarına dayalı iki devletli çözüm önerisi, desteklenmeli ve uygulanmalıdır.
-Bölgesel İşbirliği: Müslüman ülkeler, İran ve Suudi Arabistan arasındaki rekabeti aşarak ortak bir barış platformu oluşturmalıdır. İslam İşbirliği Teşkilatı gibi yapılar, bu konuda daha aktif rol oynayabilir.
-Ekonomik ve Diplomatik Yaptırımlar: İsrail’in uluslararası hukuka aykırı yerleşim politikalarına karşı ekonomik ve diplomatik yaptırımlar uygulanmalıdır. Örneğin, AB’nin İsrail ile ticaret anlaşmalarını gözden geçirmesi etkili olabilir.
-Halklar Arası Diyalog: İsrail ve Filistin halkları arasında güven inşa edecek diyalog mekanizmaları kurulmalı, kültürel ve insani projelerle barış zemini hazırlanmalıdır.
-İran ve İsrail Arasında Arabuluculuk: İran-İsrail gerilimini azaltmak için tarafsız bir arabulucu (örneğin, Türkiye veya Katar) aracılığıyla diyalog başlatılabilir.
Sonuç itibari ile İsrail’in Filistin, Irak, Suriye ve son olarak İran’a yönelik saldırıları, bölgedeki yayılmacı politikalarının bir yansıması olarak görülebilir. ‘Vadedilmiş Topraklar’ ve Büyük Ortadoğu Projesi gibi kavramlar, bu politikaların ideolojik ve stratejik dayanakları olarak öne çıksa da, pratikte uygulanabilirlikleri sınırlıdır.
Müslüman ülkeler ve uluslararası toplumun bölünmüşlüğü, İsrail’in eylemlerine karşı etkili bir duruşu engellemektedir. Kalıcı bir çözüm, ancak adil bir barış süreci, uluslararası baskı ve bölgesel işbirliği ile mümkündür. Ortadoğu’nun kan ve gözyaşından kurtulması, tüm aktörlerin ortak çabasını gerektirmektedir.
Sevgiyle kalın.