Veli Beysülen


İşçi Sınıfı 1960'ların İşçi Sınıfı Mı ? (6)

.


Bu yazı serisinin önceki bölümünde, 2003 yılında önceki yıllarda yürürlükte bulunan 1475 sayılı iş kanunun yerine, 2003 yılında  yürürlüğe konan 4857 sayılı kanunla, 1980’li yıllarda, işçilerin örgütlenmelerini engellemek üzere, özel sektör de başlayan muvazaalı iş ilişkisinin, AKP tarafından kanuni zemine oturtulduğunu belirtmiştim. Yine aynı yazıda 4857 sayılı iş kanunun 2.maddesinin 6. Fıkrası her ne kadar teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işleri alt işverene yaptırmak şeklinde düzenlenmiş olsa da asıl amacı, ucuz, iş güvencesinden ve örgütlenmeden yoksun iş gücü sağlamak olan bu düzenlemenin sonra ki yıllarda, hizmet satın alma adı altında yerel yönetimler ile merkezi yönetime bağlı kamu kurumları tarafından yaygın bir şekilde kullanıldığının altını çizmiştim.

Nitekim kanunun yürürlüğe girmesinin hemen ardından, taşeron uygulaması, yerel yönetimler ile merkezi hükümete bağlı kamu kurumlarının mal ve hizmet üretme işleri dahil, Türkiye’de hâkim çalışma bircimi haline geldi. Kanunda ki teknik zorunluluk veya uzmanlık düzenlemesi ise hiç önemsenmedi. Zira sistemi denetleyen mekanizma işlemiyordu. Bu nedenle, tüm üretim ve hizmet birimlerinde, işyerlerinin kendi çalışanlarından çok daha fazla çalışan, alt işverenlik işçisi olarak, örgütsüz, güvencesiz, sosyal haklardan mahrum asgari ücretle çalıştırıldı. İşsizliğin yoğun olmasından yararlanan alt işverenler, kamu, yerel yönetim veya özel sektörden aldığı işlerde karın tokluğuna işçi çalıştırma olanağını kullandılar. Kâğıt üzerinde adres göstermenin yeterli olduğu, bir nevi işçi simsarlığı denen bu uygulama örgütlenmeyi kırma aracı olarak kullanıldı. Aslında bu yöntem, sermayenin önceki yıllarda talep ettiği ancak iktidarların, cesaret edip uygulamaya koymadıkları bir yöntemdi. AKP iktidarı, ise sermayenin desteği ile yürürlüğe koyduğu bu çalışma biçimini, kamudan aktardığı kaynakla, ihya ettiği kendi sermaye sınıfını yaratmanın aracı olarak kullandı.

AKP iktidarı, merkezi iktidar olarak, sistemi kendisine bağlı kamu kurumlarında rahatlıkla kullanırken, özellikle muhalefetin yönetimde olduğu yerel yönetim birimlerinde sistem tam olarak hayata geçirilemiyordu. İktidar bu engeli aşmak için  kentlerin nüfusuna endeksli “Norm Kadro” uygulaması getirdi.

Peki nedir Norm Kadro: “Norm kadro bir işletme, bir kuruluş ya da bir birimin saptanan amacına ulaşabilmesi için, kullandığı teknoloji de göz önünde tutularak amacı doğrultusunda yapması gerekli işlerin iş yüküne göre orada istihdam edilmesi gerekli personel sayısının nitelikleri itibariyle saptanmasıdır.”

Norm kadro bu şekilde tarif edilse de getirilen kısıtlamalar, yerel yönetimlerin, eğitim, kültür, sosyal destek gibi hizmetlerle çeşitlenen ve genişleyen hizmet alanlarında istihdam edeceği, yeterli personeli bünyesinde barındırmasını engelliyordu. Kaldı ki belediyeler, temizlik, ulaşım, su ve kanalizasyon gibi temel hizmetleri bile alt işverenlere ihale etmek zorunda bırakıldılar. Yani yerel yönetimler, norm kadronun yol açtığı personel kısıtlılığını, işleri alt işverenlere ihale ederek aşmaya çalıştılar. Kuşku yok ki, bu durum yerel yönetimleri, farklı işverenliklere bağlı personelle hizmet sunmak zorunda bıraktı. Zamanla bazı belediyelerin personel açığını aşmak için, şirket kurma yoluna başvurmaları, belediye şirketlerinde çalışan işçilerin anayasal haklarını kullanarak sendikalaşmaları çok başlılığa yol açınca belediyelerin şirket kurmalarına olanak sağlayan düzenleme yapıldı. Böylece belediyeler, hizmet sürekliliğini sağlamak için, ihtiyaçları olan personeli kendi şirketleri aracılığıyla sağlama imkanına kavuşmuş oldular. Şu anda yerel yönetimlerde, kadrolu istihdam edilenler ile belediye şirketlerinde istihdam edilenler olmak üzere, çalışanlar farklı işverenliklere bağlı olarak çalışmaktadırlar.

 Öte yandan Büyükşehir statüsü olan kentlere bağlı kırsal birimler (köyler) mahalle statüsünde olup, Büyükşehir Belediyelerinin hizmet alanı içinde iken, Büyükşehir statüsü olmayan illere bağlı yerel birimlerin (köyler) ihtiyaç duyduğu, yol, su, kanalizasyon gibi alt yapı hizmetleri, artık valiliklere bağlı İl Özel İdareleri tatarından verilmektedir. Elbette bu hizmetler için, il özel idareleri bünyesinde personel istihdam edilmektedir. Tüm bunlar hizmet sektöründe istihdamın genişleyerek, yaygınlaştığını gösteriyor.  

Tarihi zenginlikleri ve doğal güzellikleri ile turizm ülkesi olan Türkiye’de turizm konaklama tesisleri, ülkenin turizm potansiyeli yüksek bölge ve kentlerinde konumlandı. On binlerce insanı, istihdam eden bu tesislerde çalışanlar, düşük ücretle, güvencelerden yoksun çalışıyorlar.

Önceki yıllarda Türkiye’de nakliyecilik genelde kamyonculukla yapılırdı. Kentten kente nakliye işi, bireysel kamyon sahiplerinin bağlı oldukları nakliye büroları tarafından organize edilerek, nakledilecek ürünün taşınması sağlanırdı. Zamanla nakliye şirketleri gelişti, nakliyecilik bireysel kamyonculuk işi olmaktan çıktı ve birçok aracı bulunan nakliye şirketlerince yürütülen hizmet haline geldi. Bunun yanı sıra ülke de kargoculuk gelişti. Artık, tek merkezden yönetilen, ülkenin dört bir yanında şube ağıyla birbirine bağlı, kendi nakliye araçları ile kentten kente taşıma yapan, gönderileri göndericinin adresinden veya büroda teslim alan, taşıdığı gönderiyi dağıtım elemanları aracılığıyla alıcıya ulaştıran büyük kargo şirketleri, küçük ve orta ağırlıktaki yükleri, kentten kente taşımaktadırlar. Türkiye coğrafyasının tamamına yayılmış şube ağına sahip, bu kargo şirketlerinde on binlerce çalışan, ağır çalışma koşulları altında düşük ücretle çalışmaktadır. Yolcu taşımacılığında da durum farklı değildir. Önceki yıllarda, daha ziyade yerel düzeyde kentlerin ismini taşıyan küçük otobüs firmaları ile yapılan yolcu taşımacılığı, günümüzde ülkenin önemli kent merkezleri arasında yolcu taşımacılığı yapan, büyük firmalarca yürütülmektedir. Bu firmaların araçlarında çalışan sürücüler, yardımcı personel ile bilet satış elemanları firmanın yani şirketin çalışanlarıdırlar.

Bu yazı serisinin önceki bölümlerinde, özelleştirmelerle kamunun küçültüldüğünü yazmıştım. Ne yazık ki, özelleştirme devletin, tüm yurttaşlara, hatta yurttaş olup olmamasına bakmaksızın, ülke de yaşayan tüm insanlara, eşit ve parasız vermesi gereken sağlık ve eğitim gibi temel hizmetlere de yansıdı. Halbuki sermaye için, büyük karlar sağlamak da bu iki temel hizmet gerek anayasa da gerekse temel hak özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmelerde, tüm insanlar için temel bir hak olarak tanınmıştır. Yine anayasa ile sözleşmeler devleti bu hakları sağlayacak düzenlemeleri yaparak, gerekli teşkilatı kurmakla görevlendirmiştir.

Maalesef 1980 yılında, serbest piyasacı yeni liberal ekonomik modelin uygulanmaya konmasıyla birlikte, devlet ağırlıklı karma ekonomik model adım adım tasfiye edilerek kurumlar özelleştirildi. Böylece 2002 yılında iktidar olan AKP, devletin temel görevlerinden olan, eğitim ve sağlık alanlarında özel yatırımların önünü açtı. Bugün artık, ülkenin en ücra köşelerinde bile özel eğitim ve özel sağlık kurumları faaliyetteler. Anayasal hak olan bu temel hizmetlerin özelleştirilmesinin yurttaşlara, yüklediği maliyetleri daha önce yazılarımda yazdım. Yine de kısaca bu hizmetlerin özelleştirilmelerinin yurttaşlar ile devletin, sermayeye daha çok kaynak aktarmalarına yol açtığını söylemeden geçmek olmaz.

Kuşkusuz bu hizmetlerin özelleştirilmeleri, bu alanlarda hizmet üreten çalışanların statülerinde esaslı değişime yol açtı. Zira eskiden, doktor, hemşire, laborant, teknik elemanı gibi, kamuda 657 sayılı devlet memurları kanununa tabi beyaz yakalı (memur) olarak çalışan eğitimli, teknik donanımlı personel, artık özel sağlık tesislerinde 4857 sayılı iş kanununa tabi mavi yakalı (işçi) statüsünde çalışmaktadır. Aynı şekilde eğitimin özelleştirilmesi ile ülkenin dört bir yanında ilk okuldan üniversiteye kadar, eğitimin her kademesinde, faaliyet yürüten özel okullar açıldı. Özellikle orta öğretimde kamu eğitim sistemi meslek eğitimine dönüştürüldü. Kamu eğitimi geriledi. Kamu da eğitimin kalitesinin gerilemesinden dolayı, dar gelirli ailelerin çocukları, küçük yaşta eğitimden kopuyor. Eğitim fakültesi mezunu yüzbinlerce öğretmen atanamadığı için işsiz. Atanamayan genç öğretmenler, özel okullarda düşük ücretlerle çalışmak zorunda kalıyorlar. Maalesef özel eğitim kurumlarında mesleklerini icra etmeye çalışan eğitimciler, güvencesiz mavi yakalı statüsünde çalışıyorlar. Kısacası gerek sağlık gerekse eğitim gibi devletin temel görevlerinin, özel sektöre açılması, bu alanlarda çalışan eğitimli insanları, özel sağlık ve eğitim kurumlarında, ağır sömürü altında çalışmak zorunda bıraktı.

Tüm bunlar işçi sınıfının yapısında ciddi dönüşüme yol açan etkenlerdir. Elbette  teknolojik gelişme, dijitalleşme ve özellikle AKP döneminde çalışma hayatına monte edilen, yeni çalışma biçimleri dönüşümü daha da derinleştirdi.

Kapitalist sistemin bitmek tükenmek bilmeyen, kar daha çok kar hırsının devasa sorunlara yol açtığı zor bir yılı geride bıraktık. 2026 yılının, eşitliğin, özgürlüğün ve barışın yılı olması dileğiyle, yeni yılınızı kutluyorum.

 

 

   

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.