Veli Beysülen


İşçi Sınıfı 1960'ların İşçi Sınıfı Mı ? (5)

.


Bu bölüme bir düzeltme yaparak başlayayım. Bu yazı serisinin 4. bölümünde daha önce kamu kurumlarında 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu'na tabi çalışan, teknik bilgiye sahip beyaz yakalı (memur) çalışanların, bu kurumların yaptığı işlerin verildiği özel şirketlerde, eski 1475 sayılı şimdi ise “4657” Sayılı İş Kanunu'na tabi mavi yakalı (işçi) statüsünde çalışmak zorun da bırakıldıklarını yazmıştım. Burada 4857 olması gereken kanun numarasını yanlışlıkla 4657 olarak yazmışım.
 
Evet, bu yazı serisinin daha önce yayımlanan dört bölümünde Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından başlayarak ülkede uygulanan ekonomik model, kamu özel iş paylaşımı ve bu iş paylaşım da istihdam edilen çalışanların örgütlenme süreçlerine dair kanun düzenlemeleri ile örgütlülük düzeylerini incelemeye çalıştım. Bunu yaparken özellikle cumhuriyet ilan edilmeden önce toplanan İzmir İktisat Kongresi'nde alınan kararlara dikkat çekmeye çalıştım. Zira kongrede alınan kararlar, yeni devletin uygulayacağı ekonomik model ve sanayi yatırımları konusunda yol gösteren kararlardır. Dolayısıyla bu kararların yön verdiği ekonomik model ile işçi sınıfının yapısına dair fikir sahibi olabilmek için kararları bilmekte yarar var. Nitekim sonraki yıllarda İzmir İktisat Kongresi kararları referans alınarak uygulanan karma ekonomik modelin terk edilmesi ile sınıfın yapısında ciddi bir dönüşüm yaşandı. Kuşku yok ki sınıfın yapısındaki bu dönüşüm işçi sınıfının örgütlenmesi ile mücadelesine yansıdı.
 
Bir önceki bölümde, 1980 yılında yeni liberal ekonomik modelin uygulanmaya konmasıyla birlikte kamu kurumlarının yaptığı işlerin özel şirketlere ihale edildiğini ve kamuda çalışan beyaz yakalı (memur) teknik personelin bu işleri alan şirketlerde mavi yakalı (işçi) statüsünde çalışmaya başladıklarını yazmıştım. Gerek teknik düzeyi yüksek bu kalifiye çalışanların gerekse tarım ve hayvancılıkta sübvansiyonların kesilmesi sonucu köyden kopan tarım çalışanlarının kentlerde yedek iş gücü olarak konumlanmaları işçi sınıfının nicel olarak büyütürken, niteliğinde de önemli değişimlere yol açtı.
 
Öte yandan yine İzmir İktisat Kongresi'nin küçük işletmecilikten, yani mahalle zanaatkarlığından büyük entegre tesisleşmeye geçilmesi yönündeki kararı üzerine, özellikle sanayi işletmelerinin her biri, ana üretim faaliyetini sürdürmesini sağlayacak tüm yan hizmetleri de bünyesinde barındıran ve bu hizmetleri kendisinin istihdam ettiği personelle yürütmesini sağlayan şekilde konumlanmıştı. Bu işletme tipinde  istihdamın tamamı işletmenin ana üretim faaliyetinin dahil olduğu işkolunda çalışıyordu. Zamanla sendikalaşmanın başlaması ile DİSK’in genelde sanayi proletaryasını örgütlemesi, gerek aynı işyerinde gerekse sanayi havzasında faaliyet yürüten farklı işyerlerinde çalışan işçilerin dayanışma içinde olmalarına olanak sağlıyordu. Kuşku yok ki, örgütlenme ve toplu pazarlığın tek tek işyerleri ile sanayi bölgesi genelinde tüm çalışanları kapsaması sermayeyi rahatsız ettiği için süreç içinde işler sözde uzmanlık alanlarına göre parçalandı. İlk etapta hizmet birimlerinin işletmelerin bünyesinden tasfiyesiyle başlayan yeni tesisleşme tipi, zamanla ana işin mikro parçalara bölünmesi şeklinde devam etti. Zira serbest piyasacı yeni liberalizm, sermayenin örgütlenmeyi tasfiye ederek emek sömürüsü üzerinden kendini tahkim etmesinin programıydı. Bu amaca ulaşmak ise işçi sınıfını parçalamak ve birbirinden koparmakla mümkündü. Ancak böyle işçi sınıfı arasında gelişen dayanışma fikri kırılabilirdi.
 
Evet, yeni ekonomik modelle birlikte karma ekonomik modelin komplike işletme mantığı terk edildi. İlk olarak ana işin dışında kalan yemek, servis gibi hizmet birimleri işletmelerin bünyesinin dışına çıkarıldı. Sonra her işletmenin ana üretim faaliyeti kendi içinde parçalara bölündü. İşletmelerin bünyesinde farklı şirketleşmeler ortaya çıktı. Özellikle sendikal örgütlülüğü mümkün olduğunca imkânsız hale getirmek üzere işletmeler, kendi içinde parçalandı. Öyle ki aynı tesis içinde farklı işverenlikler oluştu. Birçoğu ana işletmenin çalışanı olan teknik elemanlar adına şirketler kuruldu ve iş parçalara bölündü. Bilinen adı taşeronluk olan alt işverenlikler ortaya çıktı. Aynı işverenlik, ülke çapında birçok yerde faaliyet yürüten tesisler kurarak işletme tipi üretimi hayata geçirdi. Kuşku yok ki gerek işletmelerin kendi içinde parçalanması gerekse şirketlerin işletme tipi üretim tarzını benimseyerek farklı yerlerde tesisler kurması sendikal örgütlenmeye darbe vurdu.    
 
Öte yandan, kara taşımacılığı yaygınlaşıp kolaylaştıkça tesisler ülke sathına yayıldı ve organize sanayi bölgeleri Anadolu’nun her bölgesinde kentlerin vazgeçilmez parçası haline geldi. Yerel ve genel yönetim ile finans sektörünün (bankaların) desteklediği bu yerel sanayileşme, feodal ilişkileri üst düzeyde olan köyle kent arasında kalmış gerçek anlamda proleterleşemeyen işçilerin emeği ile üretim yapmak suretiyle ana sanayiye ucuz iş gücü sağladı. Böylece ana sanayi parçalandı ve kendisine ucuz işgücü vadeden Anadolu’ya yayıldı. Daha açık bir ifade ile uygulanan politikaların tarım ve hayvancılıktan kopardığı kitleleri büyük sanayi kentlerinde istihdam etmenin örgütlü işçi sınıfı ile karşı karşıya kalmak olduğunu gören sermaye, işgücünü büyük sanayi kentlerine yığmak yerine parçalara böldüğü işi onlara götürdü. Bugün baktığımızda Anadolu’nun orta büyüklükteki kentlerinin her birinin bitişiğinde devasa organize sanayi bölgeleri bünyesinde on binlerce işçi, asgari ücretle hatta zaman zaman asgari ücretin altında ücretle ilkel çalışma koşullarında çalışıyor.
 
Kuşkusuz bu sanayi bölgelerinde sendikal örgütlülük yok denecek kadar azdır. Zira profesyonellerin yönetmediği aile şirketleri şeklinde faaliyet yürüten bu işletmelerde çalışanlar, çalıştıkları işyeri işverenlerini koruyan yerel yöneticiler ile kamu otoritesinin yoğun baskısının yanı sıra feodal yakınlıkların baskısı altındalar. İşyerinde çalışmayı kendisine sunulmuş lütuf olarak görüyor ve örgütlenmenin ekmek kapısına ihanet etmek olduğu mantığı ile çalışıyor. Tüm bunların yanı sıra, başta ticaret olmak üzere hizmet sektöründe önemli dönüşümler yaşandı. Söz gelimi, eskiden aile işletmesi şeklinde kendi nam ve hesabına mahallelerin içinde bulunan bakkal, manav, kasap, nalbur, tuhafiye türü işletmeler artık yok. Zira artık bu işlerin tamamının toplandığı ve her birinin Türkiye çapında binlerce şubesi olan zincir marketler var. Aynı zamanda mahallenin gözü kulağı olan ücretli dar gelirli yurttaşların ihtiyaçlarını borçlanarak temin edebildikleri küçük mahalle esnafı ise artık bu zincir marketlerin işçisi olarak çalışmaktadır. Bu marketler, şubeler zinciri ile Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar ulaşmış durumda. Devasa bir sektör olan ve yüzbinlerce insanı istihdam eden bu ticaret örgütlenmesi, aşırı emek sömürüsü ile hızla yayılmaktadır. Mahalle esnafının borç defterinin yerini ise bankaların dağıttığı kredi kartları aldı. Bankalar bu kredi kartları aracılığıyla faizle borç vererek finans sektörüne muazzam kaynak sağlıyor. Yani deftere borç yazdırmak suretiyle alışveriş yapılabilen mahalle esnafının yerini para satarak para kazanan çağın tefecisi aldı.
 
Yukarıda değindiğim gibi, ilk önceleri işyerleri için de muvazaalı şekilde başlayan alt işverenlik (taşeron) uygulaması, 22.05.2003 tarihinde TBMM’de kabul edilen ve 10/6/2003 tarihinde 25134 sayılı Resmi Gazete de yayınlanarak yürürlüğe giren 4857 Sayılı İş Kanunu'nun, “Bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren arasında kurulan ilişkiye asıl işveren-alt işveren ilişkisi denir. Bu ilişkide asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak bu Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur.” şeklindeki 2.maddesinin 6.fıkrası ile önceki yıllarda özel sektörde başvurulan muvazaalı iş ilişkisi AKP tarafından kanun güvencesine kavuştu. Kısacası sermayenin hüllesi kural haline getirilmiş oldu. Kuşkusuz bu kanun düzenlemesi ile birlikte, 1980’li yıllarda, işçilerin örgütlenmelerini sekteye uğratmak için özel sektörde başlayan muvazaalı iş ilişkisi AKP tarafından kanuni zemine oturtuldu. Düzenleme her ne kadar teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işleri alt işverene yaptırmak şeklinde düzenlenmiş olsa da asıl amacı ucuz, iş güvencesinden ve örgütlenmeden yoksun iş gücü sağmaktır. Nitekim sonraki yıllarda uygulama, hizmet satın alma adı altında yerel yönetimler ile merkezi yönetime bağlı kamu kurumları tarafından yaygın bir şekilde kullanıldı.
 
Konuyu değerlendirmeye devam edeceğim. Bir sonraki bölümde buluşuncaya kadar hoşça kalın.                                                   
 

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.