Veli Beysülen


İşçi Sınıfı 1960'ların İşçi Sınıfı Mı ? (3)

.


Bu yazı serisinin geçen hafta yayınlanan bölümünde, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından başlayarak sendikaların kurulduğu 1950’li yıllara kadar geçen süreçte sanayileşme ve istihdam yapısını irdelediğim kısa bir gezinti yapmıştım. Bu kısa gezintinin amacı, sendikal hareketin tarih sahnesine çıktığı 1950’li yıllardan DİSK’in kuruluşuna giden süreçte sendikaların dayandıkları tabanın bilinmesini sağlamaktır. Zira ülkede uygulanan karma ekonomik modelin sonucu olan istihdam farklılıkları ile sanayinin yerleşimi, sonraki yıllarda sendikal örgütlenme ile grev ve direnişlerde belirleyici olacak.
 
Önceki bölümde ifade ettiğim gibi, Türkiye Cumhuriyeti, yerine kurulduğu Osmanlı İmparatorluğu'ndan ciddi sanayi kuruluşları olmayan toprak ve hayvancılığa dayalı bir ekonomi devralmıştı. Dolayısıyla yeni devlet, bir yandan toplumun acil temel ihtiyaçlarını karşılamak diğer yandan altyapı çalışmaları yapmak üzere Kamu İktisadi Teşekkülleri'ni (KİT) kurdu. Bunların yanı sıra özel sermayeyi destekleyen düzenlemeler yaptı ve kredi desteği sağlayacak olan bankalar kurdu.

Yine önceki bölümde belirttiğim üzere, İzmir İktisat Kongresi'nde işçilere sendika hakkı tanınması karara bağlanmış ise de buna ilişkin yasal düzenlemeler yapılmadı. Dolayısıyla sendika hakkı kâğıt üzerinde kaldı. İkinci emperyalist paylaşım savaşının, bitmesinin ardından dünyada esmekte olan demokrasi ve insan hakları rüzgârının etkisinde kalan Türkiye’de 1946 yılında Cemiyetler Kanunu'nda değişiklikler yapılarak, sınıf temelli örgütlenmelerin kurulması serbest bırakıldı. Ancak sendika kurma özgürlüğüne kavuşan işçilerin kısa zamanda birçok sendika kurmalarından telaşlanan hükümet, Aralık 1946’da sıkıyönetim ilan etti ve sıkıyönetim bütün işçi kuruluşlarını kapatarak yöneticilerini mahkemeye verdi. Mücadelenin devam etmesi üzerine, bu sefer 1947 yılında 5018 sayılı sendikalar kanunu çıkarıldı ve sendikaların kurulması serbest bırakıldı. Kanunun çıkmasının ardından 1948 yılından itibaren sendikalar, 1952 yılında ise TÜRK-İŞ kuruldu. Ancak 5018 sayılı sendikalar kanunu, sendikalara toplu sözleşme ve grev hakları tanımadığı için bu ilk sendikalar tabela örgütü olmanın ötesine geçemediler.
 
1952 yılında kurulan TÜRK-İŞ’e bağlı Ankara merkezli sendikalar daha ziyade kamu işyerlerinde hizmet sektöründe çalışan işçileri örgütlerken, İstanbul merkezli sendikalar ise sanayi sektöründe çalışan özel işyerleri işçilerini örgütlüyorlardı. Bu süreçte TÜRK-İŞ Genel Merkezi ile İstanbul sendikacılığı arasında mücadeleye bakış açısından ciddi farklıklar ortaya çıkmaya başladı. Zira çoğunluğu kalifiye, sanayi proletaryasına dayanan İstanbul sendikaları, daha mücadeleci bir sendikal anlayışla mücadeleyi yükseltirken, daha ziyade kamu işçilerini örgütleyen, iktidar partisi Demokrat Parti ile muhalefet partisi CHP’ye yakın yöneticilerin yönettikleri Ankara merkezli sendikalar uzlaşmacı sendikacılığı tercih ediyorlardı. Buna karşın, 1946 sendikacılığının etkisinin sürdüğü İstanbul İşçi Sendikaları Birliği (İİSB) içinde bir araya gelmiş olan sendikalar merkezin bu politikasını reddediyorlardı. Kuşkusuz bu farklar, sendikal merkezler arasında çekişmeye neden oluyor ve alttan alta süren ayrışmayı körüklüyordu. 1962 yılında çıkan kanunla birlikler kapansa da bu ayrışma çeşitli biçimlerde devam etti.
 
Kuşku yok ki İİSB’nin izlediği mücadeleci direngen sendikal anlayışın yönlendirmesiyle yükselen işçi sınıfı mücadelesi sonucu, 1961-1967 yılları arasında birçok direniş ve grev yaşadı. Bu direniş ve grevler adım adım DİSK’in kuruluşuna gidişin kilometre taşları oldular. DİSK’in sendikal anlayışı ile ilke ve programı adeta bu mücadele içinde yazıldı. Böylece 13 Şubat 1967 tarihinde kurulan DİSK, 1946-1967 yılları arasındaki 21 yıllık mücadelenin vücut bulmuş hali olarak kuruldu. Yani DİSK, bilinçli, direngen daha kalifiye sanayi proletaryasına dayanıyordu.
 
Evet, DİSK özel sermayenin elinde bulunan, ülkenin önemli sanayi tesislerini bünyesinde toplayan İstanbul merkezli sanayi havzasında konumlanmış, otomotiv, beyaz eşya, dijital ve elektronik ev eşyası petro-kimya, lastik, gıda gibi sanayi kolları ile Zonguldak maden işçileri ve bilinç düzeyi daha yüksek basın çalışanlarını örgütleyen sendikalarca kurulmuş bir örgüttür. Günün koşulları önce sendikal anlayış farklılıklarını, sonra ayrı örgütlenmeyi dayatmış ve ağırlıklı olarak kalifiye bilinç düzeyi yüksek, işçi sınıfı mücadelesinin motoru işkollarında çalışan işçilerin kurdukları DİSK, 1980 yılına kadar sadece işçilerin hakları için değil, ülke demokrasisi, insan hakları, evrensel hukuk için mücadeleden geri kalmadığı gibi, toplumun diğer katmanlarının yaşadıkları sorunları da merkeze alan bir mücadele hattı üzerinden yürüyerek mücadeleyi yükseltti.
 
Bu 13 yıllık süreçte DİSK bir yandan farklı hizmet iş kolu sendikalarının katılımı ile temsilini ülke düzeyinde yaygınlaştırırken, diğer yandan birçok işyerinde örgütlendi. 12 Eylül 1980 faşist darbesi Konfederasyon ile bağlı sendikaların faaliyetlerini durdurduğunda DİSK’in üye sayısı 600 bini aşmıştı. Ülke toplam nüfusunun 45 milyon 200 bin civarında, toplam sigortalı işçi sayısının 2 milyon 200 bin olduğu düşünüldüğünde bu rakam azımsanacak bir rakam değildir.  
 
Bu yazı serisinde buraya kadar yazdıklarım, 1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin sanayileşme politikası, bu politikanın uyguladığı ekonomik model, sanayi ve hizmet sektörlerinin gelişimi, DİSK’in dayandığı işçi yapısı, çalıştıkları işyerlerinin coğrafi konumu ile üye oldukları sendikaların merkezi konumlanışlarına dair bilgi vermek içindi.
 
Evet, Disk özel sektör ağırlıklı sanayi işçilerini örgütleyen sendikaların dayandıkları işçi tabanının yoğun olarak bulunduğu Marmara Bölgesi'nin merkezi konumundaki İstanbul’da kuruldu. Bu, şartların getirdiği doğal bir adres tespitiydi. Zira DİSK’i kuran 5 sendikanın 4’nün merkezi İstanbul’daydı. Ancak sonraki yıllarda DİSK’e katılımlar olmuş ve üye sendika sayısı artmıştır. Bu arada Ankara merkezli Genel-İş, Sosyal- İş ve Dev Maden-Sen gibi sendikalar ile İstanbul merkezli ancak iş kolunun coğrafi konumlanışından dolayı, başta İzmir ve Adana illeri olmak üzere tekstil sanayinin geliştiği Ege ve Akdeniz bölgelerinde örgütlü Tekstil- İş Sendikası DİSK’e katıldılar. Zaman içinde katılımlar devam etti. Kısacası 1967 yılında, üye profili sanayinin motoru konumundaki iş kollarında çalışan sanayi proletaryasına dayanarak kurulan DİSK gittikçe hizmet iş kollarına yayılan bir tabana sahipti artık.
 
Bu katılımlarla genişleyen DİSK’in kurulduğu 1967 yılından 1977 yılına kadar geçen 10 yıllık süre boyunca Konfederasyon Genel Başkanlığını Kurucu Genel Başkan Kemal Türkler yaptı. 22-27 Aralık 1977 tarihlerinde toplanan DİSK 6. Genel Kurulu'nda Genel-İş Genel Başkanı Abdullah Baştürk, DİSK Genel Başkanlığa seçildi. Bu yönetim değişikliği DİSK’in mücadelesinde önemli bir değişiklik yapmadı ve DİSK, direniş ve grevler ile özellikle Süleyman Demirel başkanlığındaki Milliyetçi Cephe hükümetinin özelde işçi sınıfına genelde ise emekçi halk karşıtı, ekonomik ve sosyal politikaları ile anti demokratik uygulamalarına karşı durmaya devam etti.

12 Eylül darbesinin hemen öncesi 25-30 Haziran 1980 tarihlerinde toplanan DİSK 7. Genel Kurulu'nda Abdullah Baştürk yeniden genel başkanlığa seçildi. Bu genel kurulun aldığı en önemli karar konfederasyon genel merkezinin Ankara’ya taşınması kararıydı. Yani DİSK Genel Merkezi'nin Ankara’ya taşınması tartışması yeni bir tartışma değil. Zira 25-30 Haziran 1980 tarihlerinde İstanbul’da toplanan DİSK 7. Genel Kurulu'nda, Konfederasyon Genel Merkezinin Ankara’ya taşınması yönünde konfederasyon yönetim kurulu üyelerinin imzasıyla sunulan önerge tartışılmış ve delegeler tarafından kabul edilmiştir. Bu karar basit bir genel kurul kararı değil, bir tüzük değişikliğidir. Çünkü sendika ve konfederasyon genel merkezlerinin adresi, tüzüğün başlangıç maddesi hükmüdür. DİSK tüzüğüne göre, tüzük değişiklikleri delege tam sayısının 2/3 çoğunluğu ile alınır. Burada dikkat edilecek husus, tüzük değişikliğinin kongreye katılan değil, delege tam sayısının 2/3 çoğunluğu ile yapılıyor olmasıdır. Yani delege tam sayısı 400 olan DİSK Genel Kurulu en az 267 delegenin kabul oyuyla taşınmayı tüzük maddesi haline getirmiştir. Kısacası 12 Eylül darbesinden 2,5 ay önce toplanan DİSK 7. Olağan Gelen Kurulu, konfederasyon genel merkezinin, Ankara’ya taşınması konusunu tartışmış ve gerekli tüzük değişikliğini yapmıştır. Hatta Genel-İş Sendikasının katkısıyla, Ankara Çankaya’da yapılan binanın, konfederasyon genel merkezi olarak kullanılması için hazırlıklar yapılmış ve bina hazır hale getirilmiştir. 12 Eylül faşist darbesinin, DİSK ve bağlı sendikaların faaliyetlerini durdurup mal varlıklarına el koymasından dolayı bu karar uygulanamamış ve taşınma gerçekleşmemiştir. DİSK genel merkez binası olarak hazırlanan bina ise, darbe yönetimi tarafından Anayasa Mahkemesine tahsis edilmiş ve uzun süre mahkeme tarafından kullanılmıştır. 
 
DİSK’in Ankara’ya taşınması süreci ile Türkiye'nin geçirdiği toplumsal ve sosyal dönüşümün işçi sınıfının yapısında yarattığı dönüşümü değerlendirmeye devam edeceğim. Sonraki bölümde buluşuncaya kadar hoşça kalın.
                                                          

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.