Veli Beysülen

Tarih: 13.11.2024 22:28

İktidarın Suni Teneffüse İhtiyacı Var!

Facebook Twitter Linked-in

İKTİDARIN SUNİ TENEFFÜSE İHTİYACI VAR!

Yazılarımı takip eden sevgili okurlarım bilirler, özellikle siyasi ve ekonomik gelişmelerle ilgili yazmakta olduğum yazımın yayınlanacağı köşede veya başka mecrada yayınlanmış, bir önceki veya daha eski bir yazım varsa, ona atıf yapıyor ve yazılarımı birbirleri ile bağlantılı yazıyorum.

Türkiye, gerek siyasi yapılar (partiler) ile bireylerin söylemleri gerekse ekonomide birbirinin devamı gibi gözüken uygulama ve söylemlerde birçok çelişkinin olduğu bir ülkedir. İlginç olan ise; çok uzun olmayan zaman aralığında, birbirleri ile taban tabana zıt söylemlerde bulunulmasındaki rahatlıktır. Kısacası Türkiye, rahmetli Süleyman Demirel’in, “Dün dündür, bugün bugündür” sözünün rehber alındığı ve siyasetçinin dün söylediğinin bugün tam tersini söylemekte sıkıntı yaşamadığı bir ülkedir. Bu nedenle, ülkede gündem olan bir konuya ilişkin yazı yazarken, konunun gündeme getiriliş biçimi ile gündeme getirenlerin konuyla ilgili geçmiş açıklamalarını da kısaca alıntılıyor ve söylem farklılığını, bu farklılığın sergilenmesinin nedenini gözler önüne sermeye çalışıyorum. Bu açıklamayı yapmamın nedeni, son zamanlarda birbirini takip eden gündemleri konu alan yazılarımda aynı konuyla ilgili daha önce yazdığım yazının başlığı ile içeriğine kısaca atıf yapıyor olmamdır. Amacım birbirinin tekrarı yazılar yazdığım yönünde yanlış anlaşılmanın önüne geçmektir.  

Bu açıklamadan sonra gelelim bugünkü yazıma. Geçen hafta bu köşede yayımlanan “Siyasi Strateji Değişikliği mi?” başlıklı yazımda; İktidar Ortağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, “İmralı ile DEM Parti arasına çomak sokma sinsilikleri CHP’nin başını çektiği kara kampanyanın dış bağlantılı mahsulüdür." demek suretiyle, geçmişte eski HDP bugünün DEM partisi için söyledikleri ile taban tabana zıt olan şeyler söylediğini ve bunların iyi okunması gerektiğini belirtmiştim. Zira TBMM’nin açıldığı gün DEM parti grubunun oturduğu sıraların önünden geçerken, dönüp partinin grup başkanvekilleri ile selamlaşması ve tokalaşması, ardından partisinin 22 Ekim tarihli grup toplantısında, “Abdullah Öcalan, gelsin Mecliste DEM parti grubunda konuşsun” demesi oldukça düşündürücüydü.

Düşündürücüydü, çünkü Bahçeli yıllardır DEM partiyi (HDP) terör örgütünün siyasi uzantısı olarak suçlamış ve kapatılması gerektiğini sürekli dile getirmiş bir siyasetçidir. Peki, ne oldu da Bahçeli, CHP’yi İmralı’da yatan Abdullah Öcalan’la DEM partinin arasını kesmekle suçluyor? Yine aynı yazıda Bahçeli’nin konuşmasının devamında, Erdoğan’ın bir kez daha seçilmesi için üzerlerine düşeni yapacaklarını, bunun Türkiye’nin siyasi ve ekonomik istikrarı için gerekli olduğunu söylediğini ve bu söylemin amacının Erdoğan’ın yeniden aday olmasının önünü açacak anayasal ve yasal düzenleme yapmak olduğunu yazmıştım.

Öte yandan Erdoğan’ın, ortağı Bahçeli’nin, 22 Ekim tarihinde partisinin grup toplantısında yaptığı bu çağrıya, bir hafta sessiz kaldıktan sonra gecikmeli bir şekilde 30 Ekim tarihinde, Bahçeli'nin gerçek milliyetçiliğin ne olduğunu gösterdiğini belirterek destek vermesi ve teşekkür etmesi, kamuoyunda Cumhur İttifakı içinde bir görüş ayrılığı olduğu tartışmalarına yol açmıştı. Kaldı ki Bahçeli’nin bu iyimser açıklamalarına rağmen, İçişleri Bakanlığı önce kent uzlaşısı çerçevesinde seçilmiş İstanbul Esenyurt Belediye Başkanı Prof. Dr. Ahmet Özer’i ardından ise önceki iki dönem yaptığı gibi bir kez daha 31 Mart 2024 tarihinde yapılan yerel seçimlerde seçilmiş olan DEM partili Mardin Büyükşehir Belediye eş başkanı Ahmet Türk'ü, Batman Belediyesi eş başkanı Gülistan Sönük ile Şanlıurfa Halfeti Belediyesi eş başkanı Mehmet Karayılan'ı terör örgütüne üyelik suçlamasıyla görevden aldı ve yerlerine Kayyım atadı. Tüm bunlar, iktidar bloku içinde görüş ayrılığı olduğu tartışmalarına yol açıyor. Zira seçilmişlerin görevden alınmaları, demokratik siyasete kapıların kapatılmasıdır ve Bahçeli’nin açıklamalarına taban tabana zıttır.

Halbuki söz söylemek, özellikle barışla ilgili sözü olanın sözünü söylemesi çok değerlidir. Nitekim Mardin Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Ahmet Türk’ün görevden alındığı gün ona destek için Mardin’e giden CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in burada yaptığı konuşmada, "Söz bitmesin, söz kıymetlidir, önemlidir, kardeşliktir, her zaman çözümdür. Sözsüz çözüm olmaz." demesi oldukça önemlidir. Evet söz bitmemeli. Zira söz birbirini anlamanın ve konuşarak sorunları çözmenin yegâne aracıdır.

Tüm bu çağrılara ve uyarılara kulak tıkayan iktidar ve Erdoğan, görevden almaların devam edeceğine dair açıklamalar yapıyorlar. Nitekim Erdoğan, “Yargı mensuplarımızı dirayetlerinden dolayı kutlarım” demek suretiyle seçmenin iradesinin yok sayılmasına onay verdi. Bu arada Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, bu insanlar suçlu iseler Yüksek Seçim Kurulu (YSK) adaylıkları neden kabul etti eleştirilerine karşı, kurumun adaylıkları kabul etmeme yetkisinin olmadığını açıklayarak, görevden alınan belediye başkanlarının aday olmalarına onay veren YSK’yı korumaya çalışıyor. Halbuki aday olan ve seçilenler, sabıkalarının olmadığına dair Adalet Bakanlığı Adli Sicil Müdürlüğünden belge almış insanlardır.  Yani seçilmeye engel herhangi bir durumları olmadığı için YSK adaylıklarını kabul etmiştir.

Kaldı ki Bakan bey, “Kesinleşmiş bir yargı kararı yoktur, kesinleşmiş yargı kararı olsa, başkanlık düşer ve meclis kendi içinden yeni başkan seçer” demek suretiyle yapılanın hukuki olmadığını itiraf ediyor. Bakan aynı açıklamada, “Yapılan geçici görevden uzaklaştırma ve yerine atama yapılmasıdır" diyerek hukuksuzluğun hukuksuzluğunun yapıldığını itiraf ediyor.

Geçen hafta yayınlanan yazımda da belirttim, evrensel hukuk normu olan masumiyet karinesi gereği her insan, hakkında kesinleşmiş yargı kararı olmadıkça suçsuzdur. Zaten Bakan da açıklamasında kesinleşmiş yargı kararı olmadığını itiraf ediyor ve yapılanın geçici görevlendirme olduğunu açıklıyor. 5393 Sayılı Belediyeler Kanunu'nun “Belediye Başkanlığının boşalması halinde yapılacak işlemler” başlıklı 45. Maddesinin b fıkrası: “Başkanın görevden uzaklaştırılması, tutuklanması veya seçim dönemini aşmayacak biçimde kamu hizmetinden yasaklama cezası alması durumunda bir başkan vekili, seçer.” şeklindedir. Ancak bu maddeye, 15/8/2016 tarihli ve 674 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile eklenen bir fıkraya göre, görevden almanın terörle ilişkili olması durumunda görevden alınan belediye başkanının yerine İçişleri Bakanlığı'nca atama yapılmaktadır. Nasıl, ileri demokrasi değil mi? 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden yararlanan iktidar, 20 Temmuz 2016 tarihinde ilan ettiği OHAL döneminde sözde, FETÖ terör örgütü mensuplarını kamudan tasfiye etmek üzere çıkardığını söylediği KHK’yı dayanak olarak kullanıyor ve muhalefete mensup seçilmiş belediye başkanlarını, haklarında kesinleşmiş yargı kararı olmaksızın görevden alarak yerlerine kayyum atıyor.    

Tüm bu hukuksuzlukları yapan iktidar bkoku ortağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi'ni demokrasinin teminatı olarak göstermekte ve devamı için sistemin mimari ortağı Erdoğan’ın bir kez daha seçilmesinin Türkiye için hayati önemde olduğunu vurgulayarak, Öcalan’a örgütü lav edip projeye destek verme çağrısı yapıyor.

Öte yandan 10 Kasım günü yapılan kabine toplantısının ardından açıklama yapan Erdoğan, “Gazi Mustafa Kemal 10 yıl daha yaşasaydı Türkiye başka bir noktada olurdu” diyerek Atatürk’e övgüler düzdükten sonra, “Rabbim ömür, milletimiz de onay verdikçe Türkiye'ye hizmete devam edeceğiz” diyerek, demokratik anayasa yapalım çağrısının asıl amacının yeniden seçilmesinin yolunu açmak olduğunu açıkça ortaya koymuş oldu.

Evet Cumhur İttifakı'nın hedefi, tek adam yönetimini kurumsallaştırarak kalıcılaştırmaktır. Bu amaca ulaşmak için Erdoğan’ın yeniden seçilmesinin yolunu yapmaya çalışıyor. Bu amaca ulaşmak üzere her yolu deneyeceği açık. Zira uyguladıkları ekonomik politika toplumun emekçi çoğunluğunu kitlesel olarak yoksullaştırmıştır. Bir daha seçilemeyeceği endişesi yaşıyor. Dolayısıyla, iktidarını sürdürme hedefine ulaşmak için havuç sopa politikası uygulayarak destek arıyor. Nitekim gerek partili cumhurbaşkanının kabine toplantısından sonra yaptığı açıklamada söyledikleri gerekse Bahçeli’nin 12 Kasım tarihli grup toplantısında sertleşmeye dönük mesajlar vermesi, önümüzdeki sürecin çok kolay geçmeyeceğini gösteriyor. Muhalefetin unutmaması gereken şey, 7 Haziran 2015 tarihinden bu yana uzatmaları oynayan ve şimdi uzatmalarında uzatmalarını oynamak isteyen iktidarın, bunun için suni teneffüs arayışında olduğudur. Bu saatten sonra, halkın desteğini yitirmiş iktidarı suni teneffüsle ayakta tutacak her siyasi parti ve siyasetçi kendi sonunu getireceğini bilmelidir. Zira bu ülke halklarının beklentisi; demokratik bir ülkede barış içinde, eşit ve onurlu yurttaşlar olarak yaşamaktır.  

İktidar blokunun bu açıklamalarına karşın gerek CHP gerekse DEM parti, sorunun çözüm yerinin TBMM ve siyaset kurumu olduğunun altını çiziyorlar. Evet, şimdi hamasi nutukların değil, adım atmanın zamanıdır. Unutulmamalıdır ki, tarih barış gibi onurlu bir görevi üstlenme cesareti gösterenleri yazacaktır!   
             
          


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —