Yer, İzmir Selçuk. İçinde bir anne ile beş küçük çocuğun yaşadığı bir baraka. Baba cezaevinde, anne hepsi bebek denecek yaşta beş çocuğa hem annelik hem babalık yapıyor ve kağıt toplayarak çocuklarını hayatta tutmaya çalışıyor. Kağıt toplamak için kısa süreliğine evden çıkmak zorunda, çıkarken çocuklar üşümesin diye elektrik sobasını açık bırakıyor ve çocuklar dışarı çıkmasınlar diye kapıyı üstlerine kilitliyor. Çocuklar oynarken soba devriliyor ve baraka tutuşuyor. Anne döndüğünde alevlerin barakayı sardığını görüyor ve çığlık çığlığa yardım istiyor. Komşular yetişiyor ancak her şey için artık çok geç. Zira beş minik kalp artık atmıyor ve yaşları 1 ile 5 arasında olan, Fadime Nefes (5), Funda Peri (4), Aslan Miraç (3), Masal Işık (2) ve Aras Bulut Akcan (1) isimli beş kardeş artık yaşamıyor.
Normal demokratik bir ülkede, bu olay infial yaratır, toplum ayağa kalkar, hükümet sarsılır bakanlar istifa eder, ihmali olan görevlilere görevden el çektirilir. Ama Türkiye gibi, ihmaller zincirinin yol açtığı her faciayı kader diye kabullenen insanların çoğunlukta olduğu bir ülkede, bu tür faciaların ardından sokağa çıkan, sesini duyurmaya çalışan duyarlı insanların sesleri duyulmaz ve hayatın olağan akışı devam eder.
Peki, bundan kim sorumlu? Elbette, yeni doğmuş bebekten 90 yaşındaki yaşlı insana kadar her yurttaşının çağdaş koşullarda insanca yaşamasını sağlamaktan sorumlu devlet ve devleti yönetenler. Gel gör ki, konu muhalefet milletvekilleri tarafından meclise taşınıp, hükümete eleştiriler yöneltilince, iktidar partisi AKP'nin grup başkan vekili Av. Özlem Zengin, "Dönüyorsunuz, dolaşıyorsunuz her şeyi paraya bağlıyorsunuz" diyerek tepki gösteriyor. Kim, Özlem Zengin? Bir avukat, bir hukukçu! Yani anayasanın değiştirilemeyen, değiştirilmesi dahi teklif edilemeyen maddelerinden olan ikinci maddesine göre, Türkiye Cumhuriyeti devletinin, “Sosyal bir hukuk devleti” olduğunu ve devleti yönetenlerin, devletin bu niteliğinin gereğini yaparak her yurttaşın, hatta ülkede yaşayan yabancıların asgari düzeyde insanca yaşayacakları koşulları sağlamakla görevli olduğunu en iyi bilmesi gereken bir mesleğin mensubu. Özlem Zengin sadece bir hukukçu değil, aynı zamanda 22 yıldır ülkeyi yöneten bir siyasi partinin, halkın sorunlarının tartışma yeri olması gereken parlamentodaki sözcüsü. Yıllardır parlamentoda görev yapan, milletin sözde vekili. Sözde diyorum; çünkü 5 küçük bedenin ihmaller zinciri sonucu yoksulluğa kurban edildiği ve toprağın altına gönderildiği böylesine büyük bir trajediyi, “Her şeyi paraya bağlıyorsunuz” diyerek, halkın yaşadıklarından bir haber olduğunu ortaya koyan bir kişiye milletin vekili demeye dilim varmıyor.
İlginçtir, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olan Özlem Zengin, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde Din Sosyolojisi alanında yüksek lisans yapmıştır. Yani Özlem Zengin sosyal bilimlerden olan toplum sosyolojisi konusunda eğitim almış ve bu eğitimi ile kadın, aile ve çocuk üzerine sivil toplum alanında çalışmalar yapmış olan bir kadın, bir anne. Zengin, bu çalışmaları çerçevesinde İstanbul Kadın ve Aile Araştırma Merkezi (İKAMER), Beyaz El Dayanışma Derneği ile Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM) kurucu üyeliğinde bulunmuş bir siyasetçidir. Özellikle kadın ve aile üzerine çalışmaları bulunan Zengin’in, bu ülkede yaşanmakta olan derin yoksulluk ve bu yoksulluğun yükünü çeken kadınlar ile çocuklarının yaşadıklarını bilmemesi mümkün değil. Hele hele bu konularda Cumhurbaşkanı danışmanlığı yapmış Özlem Zengin, bunları mutlaka biliyordur. Bilmiyorsa Özlem Zengin, sadece danışmanlık adı altında aylık almakla yetinmiş demektir ki, bu çok daha vahim bir durumdur.
Son zamanlarda hep söylenir, ben de yazılarımda zaman zaman belirtirim, iktidar toplumdan koptu. Şimdi toplumla arasında dağlar var. Çünkü çevresinde bir avuç insan zenginleşti. İktidarın çevresinde kümelenmiş bu küçük kitle, lüks ve şatafat içinde yaşıyor. İktidar ülkeyi sadece onlarla sınırlı görüyor ve "Ülkede yoksulluk bitti" diyerek, toplumun yaşadığı derin yoksulluğu yok sayıyor. Kendisini eleştirenlere, "Yoksulluk varsa, AVM'ler, restoranlar, oteller, yollar neden dolu?" diye cevap veriyor. Buraları dolduranların, kendisinin izlediği rant politikası ile zenginleştirdiği, 85 milyon nüfuslu Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının en fazla %10’u olduğunu, bunun da 8-10 milyon insan ettiğini, söylediği tesislerin ve yolların doluluğu için bu sayının hareketliliğinin yeterli olduğunu görmüyor. Halbuki AKP yasaklar, yolsuzluklar ve yoksullukla (3Y) mücadele edeceği vaadi ile iktidar olmuş bir partidir.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatının (OECD) bu yılın Ağustos ayında yayınlanan raporuna göre, Özlem Zengin’in her şeyi paraya bağlıyorsunuz dediği Türkiye'de 6,5 milyon çocuk aşırı yoksulluk içinde yaşıyor ve bu durum ülkedeki krizin derinleştiğini gösteriyor.
DİSK’e bağlı Genel Hizmetler Sendikası'nın (DİSK/GENEL-İŞ) OECD raporunu değerlendirdiği, 13.08.2024 tarihinde yayınlanan raporu aynen şu şekilde:
"Türkiye’de gıda harcaması ile giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı olan yoksulluk sınırı 65 bin TL civarında ve açlık sınırı ise asgari ücreti geçmişken toplumun çoğunluğu artık ekonomik koşullardan dolayı nefes alamayacak duruma gelmiştir.
Türkiye'de yoksulluk her geçen gün derinleşirken enflasyon tırmanırken ücretlere zam yapılmaması zaten kırılgan olan yaşam koşullarını daha da zorlaştırıyor. Bu koşullardan en fazla etkilenenlerin kadınlar ve çocuklar olduğu ise su götürmez bir gerçekliktir. OECD verilerine göre, Türkiye'de her beş çocuktan biri yeterli beslenemiyor ve her dört çocuktan biri ise okula aç gidiyor.
Durum Vahim:
OECD’nin 2024 verilerine göre, Türkiye çocuklarda yoksulluğun en yüksek olduğu ülkelerden biri. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının Sosyal ve Ekonomik Destek programının raporuna göre ise maddi durumu kötü ailelere yapılan yardımdan yararlanan çocuk sayısı 172 bine dayandı. Bu yardım 2012’de 37 bin 295 çocuk ile sınırlıydı.
2020’de 129 bin olan yardımdan yararlanan çocukların sayısı, 2023 yılı sonu itibarıyla 164 bin 995’e ulaştı. 2024’ün ilk 6 ayı itibarıyla ise 171 bin 895’e yükseldi.
Çocukların fiziksel, sosyal, zihinsel ve psikolojik açıdan gelişebilmeleri için yeterli ve dengeli beslenmesi gerekirken; çocuklarımızın açlıkla sınanıyor olması ülkede çözümü için çaba sarf edilmesi gereken ilk ve en öncelikli mesele olmalıdır.
Yoksulluğun ve açlığın çocuklar için çok yönlü ve çok boyutlu kayıplara neden olduğu, fiziksel ve psikolojik olarak uzun vadeli etkilerinin de düşünülmesi gerekmektedir. Türkiye'deki 17 milyon 114 bin 912 kişi, yaşamını sosyal yardımlarla sürdürmeye çalışıyor. Haziran itibarıyla sosyal yardıma muhtaç hane sayısı 4,2 milyonu aşmış görünüyor. Sosyal yardımlarla ayakta kalmaya çalışan halk yüksek gıda fiyatları nedeniyle karbonhidrat, yüksek yağ, yüksek basit şeker ağırlıklı bütçesine uygun öğünlerle karnını doyurmaya yöneliyor. Sofralarda yeterli miktarda protein, taze sebze ve meyve yer almıyor. Bu nedenle obezite, hipertansiyon, diyabet, metabolik sendrom gibi obezitenin tetiklediği sağlık sorunları ortaya çıkıyor. Yoksulluğun çok boyutlu bir şekilde ele alınıp çözüm üretilmemesi halk sağlığını tehdit etmeye devam ediyor.
85 milyondan fazla nüfusa sahip bir ülke olan Türkiye, şu anda OECD ülkeleri arasında en yüksek çocuk yoksulluğu oranlarından birine sahip. Yüksek enflasyon oranlarıyla daha da kötüleşen ekonomik gerileme derinleştikçe insani yardıma ihtiyaç duyan çocuk sayısının artması, etkili çözümlerin aciliyetini vurguluyor. Okul çağındaki çocuklarımızın gelişimi için bir öğün ücretsiz sağlıklı yemek verilmelidir. Çocuk yoksulluğunun önüne geçmek ve çocuk işçiliği ile mücadele etmek hükümetin öncelikli görevleri arasında olmalıdır.”
Evet, durum vahim. Ülkede zengin yoksul arasındaki uçurum gün geçtikçe derinleşiyor. Milyonlarca çocuk yoksulluğun cenderesinde. Yoksulluk çocukları küçücük yaşta hayattan koparıyor. 22 yıldır yönettiği ülkenin bu acı tablosunun mimarı olan ve halktan kopan iktidar sözcülerinin dili can acıtıyor. Bunun son örneği ise Özlem Zengin’in, milletin meclisinde söyledikleridir. Çünkü, iktidara göre Türkiye güllük gülistanlık, yoksulluk falan yok. Bunlar sadece muhalefetin uydurması. Kısacası bir sermaye örgütü olan OECD’nin raporu bile iktidarın üstten bakan, kibirli söylemlerini değiştirmesine yetmiyor ve onlara göre, hastalık, yangın gibi nedenlerle çocukların ölmesinin nedeni para yokluğu değil, olsa olsa kaderdir, fıtrattır!