Ercan Akkar


Giyim Tarzı Üzerine Tartışmalar...

.


Son yıllarda, özellikle sosyal medyanın etkisiyle, kadınların giyim tarzı üzerinden yürütülen tartışmalar toplumun gündeminde sıkça yer buluyor. Açık giyinen kadınlar, kapalı giyinen kadınlarla kıyaslanıyor. Zaman zaman bu durum tartışmalara, hatta çatışmalara kadar uzanıyor. Bir yanda bireysel özgürlük savunulurken diğer yanda ‘toplumsal değerlerin’ ihlal edildiği görüşü ortaya atılıyor. Peki gerçekten ne değişti? 1980’li, 90’lı yıllarla günümüz arasında nasıl bir fark var? Bu konuyu sadece dini çerçevede mi değerlendirmeliyiz? Yoksa daha geniş bir sosyal perspektife mi ihtiyacımız var?

1980’li ve 1990’lı yıllarda Türkiye’de kadın giyimi daha muhafazakâr çizgilere sahipti. Ancak o dönemlerde dahi mini etek, askılı bluz, mayo gibi açık giyim örnekleri kent hayatında belirli ölçülerde mevcuttu. Televizyon dizileri, pop müzik klipleri ve moda dergileri, toplumun estetik algısını şekillendiriyor, yeni nesli etkiliyordu.

Bugün ise internet ve sosyal medya sayesinde dünya çapındaki moda akımları anında herkesin ekranına ulaşıyor. Artık sadece bir mahallede, şehirde değil, küresel ölçekte etkileniyoruz. Giyimdeki açıklık oranının artışı sadece Türkiye'ye özgü bir durum değil. Dünyanın pek çok ülkesinde benzer tartışmalar yaşanıyor.

Dolayısıyla, bugünkü giyim tarzını değerlendirirken sadece bir ‘ahlaki çöküş’ ya da ‘inançtan uzaklaşma’ sonucu olarak görmek eksik olur. Giyim, sadece bedenin örtülmesi değil; aynı zamanda bir ifade biçimi, bir kimlik göstergesi, bazen de bir protesto ya da özgürlük manifestosu olabilir.

Giyimdeki açıklığın artışı, bazı kesimlerde ‘bireysel özgürlük’ olarak görülse de, bu durum toplumun diğer kesimlerinde farklı duygular uyandırabiliyor. Özellikle kadın bedeninin aşırı teşhiri, mahremiyetin anlamını zedeleyebiliyor. Bedenin her yönüyle sergilenmesi, onu bir kimlik ya da kişilik göstergesi olmaktan çıkarıp yüzeysel bir ‘görsel nesneye’ dönüştürebiliyor. Oysa mahremiyet, yalnızca dini değil; aynı zamanda psikolojik, sosyal ve kültürel bir ihtiyaçtır. İnsan doğası, hem kendini ifade etme, hem de kendini koruma ihtiyacını bir arada taşır. Dolayısıyla özgürlük, sadece sınır tanımamak değil; aynı zamanda o sınırları bilinçle belirleyebilmektir.

İslam dini, kadın ve erkek için belirli tesettür kurallarını önerir. Kadınların vücut hatlarını belli etmeyecek şekilde giyinmesi, dikkat çekici süslenmeden kaçınması teşvik edilir. Ancak bu kuralların yorumlanışı, kültürden kültüre, bireyden bireye değişir.

Benzer şekilde, Hristiyanlık, özellikle Katolik ve Ortodoks gelenekte kadınlara mütevazı giyimi öğütler. Rahibeler, neredeyse baştan aşağı örtünür. Yahudilikte ise ‘Tzniut’ adı verilen bir örtünme ve sadelik anlayışı vardır. Dindar Yahudi kadınlar da saçlarını örtmeyi ve kapalı giyinmeyi tercih eder.

Dolayısıyla, örtünme sadece İslam’a özgü bir yaklaşım değildir. Ancak her dinin içinde farklı seviyelerde uygulamalar ve yorumlar bulunduğu gibi, inançsız bireylerin de farklı bakış açıları olabilir.

Her bireyin kendi bedenine ve giysisine karar verme hakkı vardır. Ancak bu özgürlüğün toplum içinde yaşarken, başkalarının hak ve hassasiyetlerini dikkate alarak kullanılması da önemlidir. Yani mesele sadece ‘açık’ ya da ‘kapalı’ giyinmek değil; nerede, nasıl ve kime karşı hangi mesajla giyindiğimizdir.

Kamusal alanda farklı inançlara, yaş gruplarına ve sosyal sınıflara sahip insanlar bir arada yaşar. Bu nedenle, giyimin kışkırtıcı, aşağılayıcı, provokatif ya da ötekileştirici bir dil taşıması toplumsal gerilimleri tetikleyebilir.

Açık giyinen biri ‘ben özgürüm’ diyebilir; kapalı giyinen biri de ‘ben inancımı yaşıyorum’ der. Ancak bu iki farklı tavır birbirine karşı üstünlük iddiasında bulunursa çatışma kaçınılmaz olur. Burada toplumsal dengeyi sağlayacak şey; saygı, hoşgörü ve empatidir.

Giyim meselesi genellikle kadınlar üzerinden konuşuluyor. Oysa erkek giyimi de değişiyor, dönüşüyor. Ancak kadınların giyimi daha fazla eleştiri, baskı ve sansürle karşılaşıyor. Bu durum, kadının bedeninin bir ‘simgesel alan’ haline getirildiğini gösteriyor.

Kadınlar ne zaman daha özgürce davranmak istese, bedenleri ve kıyafetleri üzerinden yargılanıyor. Bu yargı bazen ahlak adına, bazen gelenek, bazen de inanç adına yapılıyor. Asıl mesele ise kadınların kendi kararlarını özgürce verebilmesi.

DENGE NASIL SAĞLANIR?

-Toplumsal hassasiyetleri göz ardı etmemek; özellikle çocukların, yaşlıların ya da muhafazakâr bireylerin yoğun olduğu alanlarda daha dikkatli davranmak faydalı olabilir.

-Medya ve sosyal medya, bu konuda kutuplaştırıcı değil, uzlaştırıcı bir rol üstlenmelidir. -Giyim tarzı bir bireyin değeri ya da ahlakı ile doğrudan ilişkilendirilmemelidir.

-Giyinmek bireysel bir tercihtir. Ancak bu tercih, sosyal bir bağlamda yer aldığı için toplumun ortak duygularına da kulak vermeyi gerektirir. Kadın ya da erkek, açık ya da kapalı, her birey saygıyı hak eder. Çünkü gerçek özgürlük, başkasının varlığına da alan açabilmektir.

Sevgiyle kalın.

 

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.