Ercan Akkar


Futbolun Maskesi Düştü: Leyla Zana Tribünde Neden Küfürle Anıldı

.


Geçtiğimiz haftalarda TFF 2. Lig Kırmızı Grup’ta oynanan Somaspor-Bursaspor karşılaşması, futbolun konuşulması gereken bir maç olmaktan çıktı. Sahadaki skorun çok ötesine geçen bir olay yaşandı: Bursasporlu bazı taraftarlar, maçla, rakiple ve hatta sporla hiçbir ilgisi olmayan Kürt siyasetçi Leyla Zana’ya yönelik küfürlü ve aşağılayıcı tezahüratlarda bulundu.

Ne Amedspor vardı sahada,

Ne Diyarbakır,

Ne de Kürt siyasetine dair güncel bir tartışma…

Buna rağmen bir futbol tribününden Leyla Zana isminin özellikle seçilmesi, ister istemez şu soruyu gündeme getirdi:

Durup dururken mi oldu, yoksa bu bilinçli bir mesaj mıydı?

Üstelik Türkiye’nin yeniden ‘barış’, ‘normalleşme’ ve ‘toplumsal diyalog’ başlıklarını konuştuğu bir dönemde…

Bu nedenle mesele sadece birkaç kendini bilmez taraftarın attığı sloganlardan ibaret değildir. Bu olay, geçmişten bugüne uzanan derin bir zihniyetin ve yıllardır görmezden gelinen ayrımcı dilin son halkasıdır.

Leyla Zana kimdir, neden bir sembol haline gelmiştir? Leyla Zana, 1961 yılında Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde doğdu. Hayatı, genç yaşlardan itibaren Türkiye’nin siyasi ve toplumsal gerçekleriyle şekillendi. Eşi Mehdi Zana, Diyarbakır Belediye Başkanıyken 12 Eylül Askeri Darbesi sonrası tutuklandı ve uzun yıllar cezaevinde kaldı. Leyla Zana’nın siyasete yönelmesi, bir tercih değil; zorunlu bir mücadeleydi.

1991 genel seçimlerinde Halkın Emek Partisi (HEP) kökenli Kürt siyasetçiler, Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) listelerinden Meclis’e girdi. Leyla Zana da Diyarbakır’dan yüksek bir oy oranıyla milletvekili seçildi ve Türkiye siyasi tarihinde bir ilke imza attı; TBMM’ye giren ilk Kürt kadın milletvekili oldu.

Ancak asıl kırılma noktası, Meclis’teki yemin töreninde yaşandı. Anayasa’da yer alan yemin metnini Türkçe okuduktan sonra Kürtçe şu cümleyi ekledi: ‘Min ev sond ji bo gelê Kurd û gelê Tirk xwend.’ (Bu yemini Kürt ve Türk halkı için okudum.) Bu tek cümle, yıllar sürecek bir siyasi fırtınanın başlangıcı oldu.

1994’te Leyla Zana’nın yanı sıra Orhan Doğan, Hatip Dicle ve Selim Sadak’ın dokunulmazlıkları kaldırıldı. Meclis’ten zorla alınarak cezaevine konuldular. Bu isimler 14 yıl boyunca cezaevinde kaldı.

Leyla Zana, cezaevindeyken Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterildi, Avrupa Parlamentosu tarafından Sakharov Düşünce Özgürlüğü Ödülü’ne layık görüldü. Uluslararası alanda, demokratik siyaset ve ifade özgürlüğü mücadelesinin saygın bir simgesi haline geldi.

Altını özellikle çizmek gerekiyor; Leyla Zana’nın sporla, kulüplerle, taraftar gruplarıyla hiçbir ilgisi yoktur. Ama Kürt siyasetinde ve Kürt kadın mücadelesinde çok güçlü bir semboldür. Ve tam da bu yüzden hedef alınmaktadır.

BURSASPOR–AMEDSPOR HATTI

Bursaspor ile Diyarbakırspor/Amedspor arasında yıllardır süren gerilim, sıradan bir futbol rekabeti değildir. Geçmiş maçlarda açılan pankartlar ve atılan sloganlar bunun açık kanıtıdır.

Faili meçhullerin simgesi haline gelen beyaz Toroslar,

Faili meçhul cinayetlerle anılan ‘Yeşil’ kod adlı Mahmut Yıldırım posterleri,

Amedspor’a yönelik ırkçı, cinsiyetçi ve aşağılayıcı tezahüratlar…

Bunların hiçbiri masum değildir. Hiçbiri ‘tribün psikolojisi’ ile açıklanamaz. Şimdi Somaspor maçında Leyla Zana isminin küfürle anılması da bu zincirin devamıdır. Bu kez hedefte bir kulüp değil; bir kadın, bir siyasetçi ve bir sembol isim vardır.

Bu noktada soru nettir; Bazı kesimler, özellikle ‘barış’ tartışmalarının yeniden gündeme geldiği bir dönemde, bilinçli olarak toplumu provoke edecek sembolleri mi seçmektedir? Futbol tribünleri, ne yazık ki yıllardır bu tür mesajların verildiği güvenli alanlar haline getirilmiştir.

FEDERASYON’A AÇIK ÇAĞRI: BU SESSİZLİK SUÇTUR

Burada artık top Türkiye Futbol Federasyonu’ndadır. Yıllardır Doğu ve Güneydoğu Anadolu takımlarının maruz kaldığı ırkçı, ayrımcı ve aşağılayıcı söylemler karşısında sergilenen sessizlik, bugün gelinen noktanın başlıca nedenidir. Diyarbakırspor’un, Amedspor’un ve bölgedeki kulüplerin deplasmanlarda yaşadıkları; sadece küfürle sınırlı kalmamış, zaman zaman fiziki saldırılara ve güvenlik zafiyetlerine kadar varmıştır.

Federasyon ise çoğu zaman ya yetersiz para cezalarıyla yetinmiş ya da bu olayları ‘münferit’ diyerek geçiştirmiştir. Oysa tekrar eden bu vakalar artık münferit değil, sistematik bir sorundur.

Bugün Leyla Zana’nın bir futbol tribününde hedef alınması, işte bu cezasızlık politikasının doğal sonucudur. Bu nedenle Türkiye Futbol Federasyonu’na açık bir çağrı yapmak zorunludur:

-Irkçı ve ayrımcı tezahüratlara sıfır tolerans uygulanmalıdır.

-Kulüpler yalnızca para cezasıyla değil, seyircisiz oynama ve puan silme gibi caydırıcı yaptırımlarla karşılaşmalıdır.

-Kürt kimliğini, kadınları ve siyasal sembolleri hedef alan söylemler, ifade özgürlüğü değil nefret suçu olarak değerlendirilmelidir.

-Doğu ve Güneydoğu Anadolu takımlarının yıllardır dile getirdiği şikâyetler artık görmezden gelinmemelidir.

Çünkü bu dil sadece tribünleri değil, toplumsal barışı da zehirlemektedir. Leyla Zana’ya yönelik tezahürat, bir kişiye değil; bir halkın hafızasına, bir kadının mücadelesine ve birlikte yaşama iradesine yöneliktir. Buna sessiz kalmak tarafsızlık değil, sorumluluktan kaçmaktır.

Türkiye Futbol Federasyonu, bu nefret dilini durdurmak istiyorsa artık görmezden gelerek değil, hesap sorarak hareket etmelidir. Aksi halde bugün Leyla Zana hedef olur, yarın başka bir isim, başka bir kimlik…

Ve o zaman herkes şu soruyla yüzleşir: Bu nefret büyürken, federasyon neredeydi?

Sevgiyle kalın.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.