Bilindiği üzere, ilgili mevzuat gereği Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) her yıl 1 Ekim tarihinde otomatik olarak açılır. Rutin bir işleyiş olarak bu yıl da aynısı oldu ve TBMM 1 Ekim 2025 tarihinde, Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş başkanlığında toplandı. Ancak bu yıl ki toplanmayı öncekilerden farklı kılan birtakım olaylar zinciri yaşandı.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), ana muhalefet partisi olarak, Türkiye’nin alışık olmadığı bir protesto şekli ile bu yıl meclisin açılış oturumuna katılmadı. Kuşku yok ki, yaklaşık bir yıldır özellikle son altı aydır karşı karşıya kaldığı hukuksuzluklara bakıldığında bu tavrı yadırgamamak gerekir. CHP, TBMM’nin açılışına yürütmenin başında bulunan ve her konuşmasında CHP’yi ve onun cumhurbaşkanı adayı ile belediye başkanlarını ağır bir dille, yargıda kesinleşmemiş suçlarla itham eden Cumhurbaşkanının katılıp konuşma yapacağı toplantıya katılmamayı bir protesto biçimi olarak kararlaştırdı. Genel Başkan Özgür Özel, Cumhurbaşkanı için, "Diyalog zemini bırakmadılar, meclisin en büyük partisi olan CHP’ye savcılar eliyle, her gün saldırıp yok etmeye çalıştıkları bir ortamda, hiçbir şey olmamış gibi, Cumhurbaşkanı'nın konuşmasını dinleyecek halimiz yoktu." diyerek, Meclis açılış oturumu ile resepsiyona katılmamalarının nedenini açıklamış oldu.
Evet, Cumhurbaşkanı daha önce HDP-DEM partiye yaptığını şimdi CHP’ye yapıyor ve yürütmenin başı olarak, elinde bulundurduğu gücü yargıyı etkileyecek şekilde kullanıyor. Maalesef bunu evrensel hukuk kurallarını yok sayarak yapıyor. Zira masumiyet karinesi gereği, yargının tüm aşamalarından geçmiş mahkeme kararıyla suçluluğu kanıtlanmamış ve mahkumiyeti kesinleşmemiş hiçbir insan suçlu değildir.
İktidarın uygulamalarından dolayı, ana muhalefet partisi CHP’nin katılmadığı meclisin açılış oturumu ile akşam resepsiyonu, son yılların ezberini bozan görüntülere sahne oldu. Nitekim yıllardır muhalefeti yok sayan ve muhalefetle görüşmeyen, görüntü dahi vermeyen Cumhurbaşkanı, bu yıl konuşmasının ardından, Genel Kurul Salonu'nda muhalefet partilerinin liderleri ile grup başkanvekillerinin yanına giderek onlarla tokalaştı, hâl ve hatırlarını sordu. Bununla da yetinmeyen Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanlık Divanı odasında parti başkanları ile sohbet edip fotoğraf verdi. Partili Cumhurbaşkanı, akşam resepsiyonunda parti liderleri ile samimi havada sohbet edip bol bol fotoğraf ve görüntü alınmasını sağladı.
Kuşku yok ki tüm bunlar, muhalefeti bölmeye ve CHP’yi yalnızlaştırmaya yönelik hamlelerdi. Daha açık bir ifade ile Cumhurbaşkanı, CHP’nin açılış oturumu ile resepsiyona katılmamasını fırsata dönüştürmeye yönelik hamle yapıyordu. Hedef "CHP yoksa sorun yok" diyerek muhalefeti parçalamak ve CHP dışındaki partilerle anayasayı değiştirecek ortamı sağlamaktır.
Evet, Erdoğan ile başında bulunduğu iktidar bloku, bu yolla CHP’yi değişim istemeyen olarak ilan edecek ve yanına alacağı diğer muhalefet partilerinin destekleyebilecekleri, bir takım demokratik kırıntıları içeren anayasa değişikliği ile ülkeye dayattıkları tek adam yönetimini tahkim edecektir. Kısacası Erdoğan ve başında bulunduğu iktidar bloku, otokratik totaliter yönetiminin değişmesini önlemek için böl, parçala, yönet taktiği uyguluyor ve CHP’yi toplumda yükselen değişim ve barış talebinin karşısında olmakla itham ederek toplumu buna ikna etmeye çalışıyor. O zaman başta CHP ile DEM parti olmak üzere, tüm muhalefet blokunun bu tuzağa düşmemek için azami dikkat göstermeleri gerekiyor.
Daha önce yazılarımda belirttim. 31 Mart 2024 tarihinde yapılan yerel seçimlerden birinci parti olarak çıkan ve o tarihten bu yana kamuoyu araştırmalarında oyunu arttırarak birinciliğini koruduğu bilinen CHP etrafında oluşacak bir muhalefet blokunu Erdoğan ile ekibi hiç istemezler. Bu nedenle, ortağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile birlikte, geçmişte terör uzantısı olmakla suçladıkları DEM partinin de içinde bulunduğu muhalefet partilerini yanına çekmiş imajı vermeye çalışacaklar.
O zaman CHP ile DEM Parti'ye çok iş düşüyor. CHP eski düzenin milliyetçi ve tekçi bayraktarlığını yaparak Kürtleri ve DEM Parti seçmenini Kürt sorununu çözerse yine Erdoğan ve Bahçeli ittifakı çözer noktasına itmekten, DEM Parti ise iktidar bloku ile diyaloğunu, barış sürecinin sağlıklı yürümesini sağlamaya odaklı, çalışmalarını iktidarın vermeye çalıştığı görüntülerden uzak durarak yapmak zorundadır.
Elbette iki partinin niyetlerini aşan durumlarda yaşanmıyor değil. Özellikle CHP’nin dayandığı tabanın önemli bir kısmının yanı sıra ittifak yapmaya çalıştığı küçük milliyetçi partiler ile onların çizgisindeki medyanın azımsanmayacak bir kısmının, devam eden barış sürecini engelleme ve inkâr politikalarına dönme çabası içinde oldukları göz ardı edilmemelidir. Sanıyorum burada en büyük güçlüğü, Kürt halkı ile toplumun demokrasi ve barış isteyen kesimlerinin bu istemlerinin gerçekleşmesi için iktidarla ilişkilerini sürdürmek zorunda olan DEM parti yaşamaktadır.
Nitekim, TBMM açılışı ile resepsiyonda Cumhurbaşkanının mizansenle çektirdiği fotoğraflar ve televizyonların çektikleri görüntüler, iki taraftan insanların tepkisine neden oldu ve DEM partiyi suçlamak için hazır bekleyen ulusalcı kanadın partiyi linç etmesine yol açtı. Öncelikle şunu belirtmeliyim, DEM parti milletvekillerinin fotoğraf ve görüntülerdeki duruş ve vücut dillerini ben de doğru bulmuyor ve eleştiriyorum. Zira 1 yıldır devam eden süreçte arpa boyu yol alınmamış ve herhangi bir düzenleme yapılmamıştır. Kaldı ki, Anayasa Mahkemesi (AYM) ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) hak ihlali kararlarına rağmen, Kobane kumpas davasıyla cezaevine atılan partinin eş genel başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ile diğer arkadaşları bırakılmamıştır. Tüm bunlar varken, bu kadar samimi poz verilmesinin hoş karşılanmaması doğaldır. Daha ciddi durularak mesafe konabilirdi. Elbette insanların duruş şekli ve vücut dilleri eleştirilebilir. Ancak eleştiri hakkı kimseye bunca bedel ödemiş ve ödemeye devam eden bir siyasi geleneğin sürdürücüsü olan bir partiyi ihanetle suçlamaya varan eleştiriler yapma hakkı vermez. Herkes eleştirinin dozunu ayarlamak zorundadır. Unutulmamalıdır ki, bu ülkede demokrasi, eşit yurttaşlık, adalet, toplumsal barış isteyen muhalefetin motoru DEM Parti'dir. Bu nedenle spontane gelişen bir durumu yansıtan görüntüler üzerinden, DEM Parti'yi mahkûm etmek ve onu itmek iktidarın amacına hizmet etmekten başka bir şey değildir. Özellikle CHP kitlesinin bu konuda çok daha dikkatli olması kaçınılmazdır. Nitekim gidişattan kaygılanan CHP Genel Başkanı Özgür Özel, kendisini durumu düzeltmek zorunda hissettiği için muhalefet partilerinin liderlerini arayarak üzüntülerini bildirdiğini açıkladı ve İstanbul’daki miting konuşmasında, muhalefete muhalefet etmeyeceğiz diyerek parti tabanını bu tutumdan uzak durmaya çağırdı.
Doğrusu ben tepkileri; birisi yukarıda belirttiğim milliyetçi blokun çözüm sürecini sonlandırma çabası diğeri ise mutlak iktidar karşıtlığı ile barış için dahi iktidar bloku ile özellikle Erdoğan’la görüşülmemesi gerektiği yönündeki düşüncede olanlar olmak üzere, iki kesimden kaynaklanan karşı çıkış olarak değerlendiriyorum. Bunlardan özellikle ikincisinin üzerinde durmak gerekir. Zira bu durum yani mutlak iktidar ve Erdoğan karşıtlığı, iktidarın ayrıştırıcı, ötekileştirme ve düşmanlaştırma politikalarından bağımsız değildir. Elbette mutlak karşıtlığın tek nedeni bu değil. Özellikle ülkede uygulanan ekonomik politikanın vurduğu emekçi kesim, 1 yıldır herhangi bir adım atılmadığı için nasıl sonuçlanacağı bilinmeyen barış ve demokrasi sürecinin oyalama ve iktidarı koruma aracı olarak kullanılmasından kaygı duyuyor. Dahası halkın önemli bir kısmı iktidarın, süreci iktidarının devamını sağlamak üzere, destek arayışı için kullandığını düşünüyor ve DEM partinin bu desteği vermesinden endişe duyuyor.
Doğrusu süreç çok hassas. DEM parti sürecin barışa evirilmesi için üzerine düşeni yapmak zorundadır. Zira barış, bu ülke insanının, siyasi partiler ile bireylerin niyetlerini aşan talebidir. Dolayısıyla süreçte yapılacak olan ilişkileri denge de tutmaktır. Bunun için siyasi ilişkilerde ağız dalaşından uzak durmak, müzakerenin gerektirdiği dikkatli bir dille konuşmak, halkla buluşulduğunda ise TBMM komisyonunda yürütülen müzakerenin başarısı için adım atmaktan imtina eden iktidarı en sert şekilde eleştirerek, üstünde baskı kurmak doğru olanıdır.
Kısacası durum, fotoğraf karelerinden yapılacak okumalara sığmayacak kadar hassas. Bu hassasiyet göz ardı edilmeden CHP ile DEM Parti'nin tabanlarını ikna etmeleri gerekiyor. DEM Parti, barış için adımlar atarken, CHP’ye yapılan hukuksuzlukları görmezden gelmemeli, CHP ise DEM partinin barış misyonunu görmeli ve onu yürütmek zorunda olduğu diplomatik faaliyetlerden dolayı iktidarla iş birliği yapmakla suçlamamalı!