Veli Beysülen


Eski İle Yeninin Yok Birbirinden Farkı

.


Dün 12 Mart’tı. 12 Mart, Türkiye tarihine damga vuran iki olayı ile unutulmaması gereken bir tarihtir. Bu iki olay; 12 Mart 1971 muhtırası ve 1995 yılında, derin bir provokasyonla başlayan ve katliam boyutuna ulaşan Gazi olaylarıdır.  

Kuşkusuz Türkiye’nin bugün yaşadığı yönetimsel ve yapısal sorunların temelinde, 12 Mart 1971 ile 12 Eylül 1980 darbeleri yatmaktadır. Zira bu iki darbe, toplumun aydınlanmasının önünü kesen ve ülkede gerçek bir demokrasinin kurumsallaşmasını engelleyen darblerdir. Bu özelliklerinden dolayı, 12 Mart ile 12 Eylül darbelerine sadece hükümeti deviren darbeler olarak bakılamaz. Birbirinin devamı olan bu iki darbenin asıl hedefi, 1960’larda yükselen ve 1971’de kısmen ara verilse de sonrasında devam eden aydınlanmanın sağladığı toplumsal direnci kırmaktı. Zira birçok eksiği olmakla birlikte, 27 Mayıs 1960 darbesinin ardından dünya genelinde esen demokrasi ve özgürlük rüzgarından etkilenerek yapılmış olan 1961 Anayasası, mümkün olduğunca temel hak ve özgürlüklerin kullanımına açık bir anayasaydı. Nitekim anayasadaki örgütlenme özgürlüğünü kullanan işçi sınıfı ile öğrenci gençliğin öncülük ettiği örgütlü mücadele ülkeyi sarmıştı. Kuşkusuz bu mücadelenin yükselmesi burjuvazi ile onun iktidarını ürkütüyordu. 1965 seçimlerinde tek başına iktidar olan Adalet Partisinin Genel Başkanı Başbakan Süleyman Demirel birçok konuşmasında 1961 Anayasası'ndan şikayetçi oluyor ve Anayasa'nın topluma geniş geldiğini söylüyordu.  

Elbette sadece Süleyman Demirel bunu söylemiyordu, 12 Mart’ın darbeci generallerden Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç da 15-16 Haziran 1970 büyük işçi direnişinin ardından, “Sosyal uyanış, ekonomik gelişmeyi aştı.” demek suretiyle darbe hazırlığı yaptıklarının işaretini vermişti. Çünkü gerek dünyadaki hareketlilik gerekse 1961 Anayasasının sağladığı özgürlük ortamının tetiklediği Türkiye içi toplumsal hareketlilik, sistemin toplum üzerindeki kontrolünü kaybetmesine yol açıyordu. Dolayısıyla sistem, devamını ancak toplumu baskı altına almakla sağlayabilirdi.  

Darbenin yapıldığı 12 Mart tarihinde sıkıyönetim ilan edilmemişti. Ancak Türkiye durulmadı. Aksine toplumsal mücadeleler sürdü. Faşist hareket, üniversite gençliğine yönelik saldırılarına devam etti. Bir başka değişle provokasyonların ardı arkası kesilmedi. Tüm bunlar bir şeylere hazırlık yapıldığını gösteriyordu. Nitekim 26 Nisan 1971 tarihinde Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Hatay ve Diyarbakır’da sıkıyönetim ilan edildi. Sıkıyönetimin ilanıyla birlikte, ülkede darbe koşulları tüm ağırlığıyla hissedilmeye başladı. 12 Mart faşist darbesi döneminde, Türkiye gençlik hareketinin liderleri Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan idam edilirken, onların idamlarını durdurmak için yola çıkan Mahir Çayan ve arkadaşları Kızıldere’de katledildiler. Yine Türkiye devrimci hareketinin diğer bir lideri İbrahim Kaypakkaya Diyarbakır zindanında işkencede katledildi. Bunun yanı sıra 12 Mart faşizmi, irili ufaklı birçok ilerici örgütü kapattı. 

12 Mart’ın ikinci önemli olayı ise; devletin içine sızmış paramiliter güruhun planladığı ve gerçekleştirdiği 1995 yılındaki olaylardır. Tarihe Gazi olayları olarak geçecek olan bu olay, bundan 30 yıl önce 12 Mart 1995 tarihinde, İstanbul Gazi Mahallesine yönelik gerçekleştirilen provokasyon ve katliamdır. Gazi katliamı 12 Mart ve 12 Eylül’ün toplumu dizayn etme projesinin uygulanmasında sorun çıkaran bireyler ile yapılara gözdağı vermek üzere gerçekleştirilen katliam olup, Gazi Mahallesi mücadele geleneğini sürdüren yapısından dolayı özellikle seçilmiştir.  

Peki, Gazi olayları nasıl başlamıştı?  

İstanbul Gazi mahallesi Anadolu’nun farklı kentlerinden İstanbul’a göçmüş yoksul emekçilerin, ağırlıklı olarak da Alevi yoksulların yaşadıkları bir gecekondu semti. 12 Mart 1995 akşamı Gazi Mahallesi’nde Alevilerin yoğun olarak gittikleri 3 kahvehane ile 1 pastane silahlarla tarandı. Bu saldırıda alevi dedesi Halil Kaya hayatını kaybetti. 5'i ağır 25 kişi ise yaralandı. Saldırıda kullanılan taksinin şoförü öldürülerek aracı gasp edilmiş ve kahvehaneler ile pastanenin taranmasından sonra araç yakılmıştı. Bütün bunlar olayın bir provokasyon olduğunun göstergesiydi. Zaten sonraki yıllarda, devletin içinden gelen bazı itiraflar da olayın bir provokasyon olduğunu açık şekilde ortaya koyacaktı. Örneğin; o dönem emniyet istihbarat müdürlüğü başkan yardımcısı olan Hanefi Avcı, “Bu olayları yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım başlattı.” derken, başka tanıklar ise adları devlet, mafya, siyaset üçlüsünün kirli ilişkilerini açığa çıkaran Susurluk kazasına karışan bazı polislerin, Gazi olayları sırasında halkın üzerine ateş açtıkları yönünde açıklamalarda bulundular. 

Sonuç olarak; Gazi katliamı tamamen provokatif bir olaydır. Gazi Mahallesi, alevi yurttaşların yoğun yaşadıkları ve sosyalist gençliğin güçlü olduğu bir mahalle olması nedeniyle özellikle seçilmişti. Hedef hem mezhep kavgası çıkarmak hem de sisteme muhalefet edenlere göz dağı vermekti. Yani Gazi katliamı bu iki hedefe ulaşmak amacıyla planlanmış ve uygulanmıştı. Ne yazık ki, Alevi tolumu tarih boyunca hep horlanan, sürgün ve katliamlarla karşı karşıya kalan bir inanç grubudur. Maalesef bu durum coğrafya farkı gözetmeksizin devam ediyor. Nitekim Alevi yurttaşların yoğun olarak yaşadıkları İstanbul Gazi Mahallesi katliamının 30. yıl dönümünde olduğumuz bu günlerde, bu sefer Türkiye’nin güney komşusu Suriye’den Alevi katliamına dair haberler geldi.  

2011 yılında dışardan kışkırtmayla başlayan ve emperyalist Batı ile bölge ülkelerinin dünyanın değişik bölgelerinden taşıyıp ülkeye geçmelerini sağladıkları cihatçı militanlar eliyle 13 yıl sürdürdükleri Suriye iç savaşında, 61 yıllık Arap milliyetçisi Baas yönetiminin lideri Beşar Esad Aralık ayında ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Esad’ın ülkeyi terk etmesi ile yönetimi ele geçiren HTŞ ve onun cumhurbaşkanı ilan edilen lideri Ahmet El Şara yönetiminin, Aleviler ile Nusayrilerin yoğun yaşadıkları Suriye’nin kuzey batı bölgesine yönelik operasyonları sürüyordu. Bu operasyonlarda Alevlerin hedef alındığına ve sivil insanların katledildiğine dair haberler sürekli medyaya düşüyordu. Son günlerde katliama dair görüntülerin bir kez daha medyaya düşmesi üzerine, Şara yönetimi katliamın kontrolleri dışındaki gruplar tarafından yapıldığını söyleyerek savunmaya geçse de bölgeye yönelik mezhepçi intikam duygusu ile hareket ettikleri bilinen bir gerçektir.  

Öte yandan, zalim Esad’ı, yönetimden uzaklaştırmak gerekçesi ile Suriye’de cihatçı çeteler eliyle sürdürdükleri vekalet savaşı sonucu yönetime taşıdıkları HTŞ’nin, eski yönetimin taraftarları dediği Alevilere yönelik saldırılarına sessiz kalan Batı, toplumlardan yükselen tepkilerin ardından cılız kınamalarla olayı geçiştirtirdi. Türkiye’de ise iktidar ile yandaşı yazılı ve görsel medyaya göre olaylar eski rejim artıklarının provokasyonları sonucu meydana geliyordu. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Eski rejim artığı provokatörlerin mezhep kavgası çıkarmayı amaçlayan terör eylemlerine şahit olduk” diyerek, çetelerin sivil halka yönelik saldırılarını meşrulaştıran açıklamalarda bulundu.  

Evet, 23 yıldır ülkeyi yöneten AKP iki şeyin propagandasını çok yaparak ülkeyi güllük gülistanlık gösteriyor. Bu iki şey darbeler ile eski Türkiye’dir. Ancak her ikisinde de işine gelenleri kullanmakta oldukça maharetli. Söz gelimi, 27 Mayıs 1960 darbesi ile 28 Şubat postmodern darbesini demokrasiye vurulmuş darbeler olarak açıklayıp sonuçları üzerinden demokrasi kahramanlığı yaparken, 12 Mart 1971 ile 12 Eylül 1980 faşist darbelerinin baskı, zulüm, işkence, idam ve katliamlarından bahsetmez. Yani AKP, darbeler arasında ayrım yaparak darbe karşıtlığı görüntüsü veriyor. Aynı şekilde eski Türkiye’de yokluk vardı, yoksulluk vardı, kuyruklar vardı, aslında eski Türkiye’de hiçbir şey yoktu, her şeyi biz yaptık, biz getirdik diyerek, 50 yıl 60 yıl önce yaşanan dönemsel sıkıntıları propaganda malzemesi yaparken; 23 yıldır yönettiği devletin, geçmişten bugüne derinliklerinde kalmış bilgi ve belgelerin tamamı elinin altında olan Gazi Mahallesi katliamı dahil, eski Türkiye’nin karanlıkta kalmış hiçbir olayını aydınlatmadı. Kısacası 23 yıllık iktidarın, çok eleştirdiği eski Türkiye’nin karanlıkta kalmış Gazi katliamı dahil birçok olayını mercek altına alıp aydınlatmak yerine, eskiyi sadece siyaseten kullanması samimiyetsizlikten başka bir şey değildir. Doğrusu iktidar ne derse desin, eski ile yeninin, dün ile bugünün yok birbirinden farkı!   

       

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.