Merhaba aziz dostum. Merhaba ortada bir yurt kalıp kalmadığını bilmediğim için ‘’yurttaş’’ demeye çekindiğim kişi. Tüm merhabalara rağmen hala zararın az olandan geleceğini düşünenlere ve kaybedecek hiçbir şeyi kalmadığını ancak tüm kayıpların ardından anlayanlara. ‘’Gençliğinde genç olabilene ne mutlu!’’ der Turgenyev. Bu ülkede yaş farkı gözetmeksizin genç olamayanlara merhaba.
Bu düzlemde piyonlar daima dörtnala.
Bu şehirde bir gece vakti sokakta.
Bu ülkede gitarı parçalar sopa.
Bir iyi olma hali mümkün mü? Sağlıksız bir yaşantı sürdüren insanların duygularını değerlendirip anormal bulmamız çok acemice değil mi? Şair Eşref’in o eşsiz telgrafı gibiyiz son bir haftadır. ‘’Musluklardan başka her yer akıyor, stop’’ diyerek ortaya koyduğu tek cümle bugünün de özetidir. Olması gereken hiçbir şey olmadığı için ve olmaması gereken her şey olduğu için, özetle ihmale ve istismara dair ne varsa galiba sonunda isyan doğuruyor. İnsanların seans sırasında öfkelenmesi, bahsi geçen isimlere kızması ve soyut intikamlar alması gibi bizler de bazı şeylere karşı kızgınız, öfkeliyiz, keder hissetmeyecek kadar sertiz artık. Üstelik bu intikamlar soyut falan da değil. Gayet duyu organlarına hitap eder şekilde. Plastik mermiler, kolluk güçleri, kardeşi kardeşe kırdırmanın mesleki ayrımı sadece. Burada yazıma ara verip gözlerime limon sürüp geliyorum.
Öhhö öhö! Kaldığım yerden devam edebilirim. Kötüye giden bir şey, daha kötüye gitmesin diye uğraşılıyor. Seçimlerimiz her zaman kötü ile daha kötü arasında olduğu için ‘’mo’ iflah’’ ilan ediyoruz kendimizi de kentimizi de. Anamızın mezarı mı çok uzakta yoksa türkü mü çok kısa bilmiyoruz ancak o kutsi anı yakalayamıyoruz. Sosyal, ekonomik, politik, hukuki ve bin ayrı alanda hiçbir güvencemiz yok. Peki ya psikolojik güvence? Peki ya ruh sağlığına dair anlık değişen ibreler? En son ne zaman böyle boşlukta hissettik kendimizi? Pandemide ilaç ararken mi? Yakalanmamak gibi bir kozumuzun olmasına karşın bunu kullanamadığımız zaman mı? Deprem günü yattığımız yatak, yerin dibine girince mi? Bahurlarla şehri gezerken mi? Kızıl karanfiller dökerken mi ölülerin üstüne? Travmatik değil miydi bunlar? ‘’O halde bugün son derece beşeri, son derece insan eliyle, koca bir ülkeye; travmatik deneyimler yaşatılıyor’’ cümleme hepiniz katılırsınız. Muhtemelen ben cümle kurduğum, sizler de altına imza attığınız için suçlanırsınız. Olsun, biraz da suçla sınayalım erdemimizi!
Artık suçun kendisi değil; suça kimin ‘’suç’’ dediği önemli!
Tam buradan konu psikolojiye evrilebilir. Kendinizi yorgun, bezmiş, tükenmiş bir klinik nesne gibi görüyorsunuz. Sokaklarda mikrofon uzatılan insanlar ‘’ben iyi değilim, benim psikolojim bozuk’’ diyorlar kurdukları cümlelerin ardından. Asla! İyi olan sizlersiniz. Tepki verebilen insanlar sağlıklıdır. Kanıksamayan, alışmayan insan sağlıklı olmak için direnendir. Bir konudaki fikrinizin azınlıkta olması sizi ‘’sağlıksız’’ yapmaz. Yapmamalı! Eskidendi o. Eskiden çok az insan hastaydı psikolojik anlamda. Şu an gün gün işlenen bir yapı sayesinde kalmadı sağlıklı kimse. ‘’Bu kadarı da olmaz’’ diye itiraz edilen her şey oldu. ‘’Ben kendi işime bakayım da başıma başka iş almayayım’’ dediğiniz her işe sirayet etti. Zehirlendik ey ülkem. Öksüren kim varsa sağlıklıdır. ‘’Boğuluyorum’’ diyen kim varsa sağlıklıdır. ‘’Vurmayın, öldüm’’ diyen kim varsa sağlıklıdır. Klinik değil, meta-klinik çağdayız. Bu da demektir ki tek ayak üzerinde biz değil; öğretmenimiz duracak. Bir jenerasyonu yiyip içenler, çöplerini üzerimize boşaltamayacak!
DSM iyice incelensin. ‘’Küfür Yememek İçin Televizyonu Açmama Sorunu’’ yaşayan ya da ‘’Her An Diplomam/Maaşım/Varlığım Elimden Alınabilir Anksiyetesi’’ vakası çalışan kimse var mı? Nasıl yani? Yok mu böyle hastalıklar? ‘’İşten Geldikten Sonra Hızla Sokağa Çıkma Bağımlılığı’’ çalışan? Ya da ‘’Hain İlan Edilmeye Duyarsızlaşma: Dehainizasyon’’ yaşayan da mı yok? Tamam, işin tıbbi sağlık boyutuna bakalım. ‘’Tazyikli Suyun Üzerinde Kurumasına Bağlı Üst Solunum Enfeksiyonu’’ kapan da vardır heralde. O kadarı da olsun artık. Adaletsizliği de ekleyin ‘’Somatoform Bozukluklar’’ listesinin ta en başına. Zira bireyde somatik tepkiler uyandırdığına dair araştırmam, sokak fanzinlerinde yayınlandı. Akademik dergilerden vazgeçtik. Artık makalelerimizi, fanzinlerde yayınlayacağız.
Ne mutlu ruhunda inat barındıran kişiye!
Ne mutlu liseden iki kez mezun profosörlere!
Ne mutlu ‘’Ben Şuyum, Ben Bundanım’’ demeyene!
Bir kişilik ve onur sahibi olmayı her zorluğa rağmen isteyene ne mutlu!
Ben artık gideyim. Verilecek ifadelerim vardır. Tüm bilen yanlarını bırakıp kendini çapulcu ilan eden ağabeylerimden yaşamayı öğreneceğim. Brecht okuyacağım. Alışmayacağım hiçbir şeye. Bin kez yıkılacak her şey. Ben kalkıp bin birinciyi kuracağım. Hala umudum var. Ya delirdim ya da bıktım. Ne kadar iki uçta gibi görünen seçenekler. Oysa kimin tasnif ettiğine bağlı. Kimin size ‘’kaçık’’ dediğine bağlı! Delirmedin ey ülkem. Bıktın artık! Hissettiğin şey öfke değil de yılların yorgunluğu! Dışarıya yorgunluk diye mi çıkacak sanıyorsun? Hayır, teyakkuza geçeceksin istemeden. Bitmeyen bir güce sahip olacaksın. O güç bizi kurtaracak. Kaybetmemize karşın vazgeçmeyecek olmak. Çaresiz hissediyor olmak. Evet, bizi çaresizlik kurtaracak. Kendimize yeni bir ‘’çare’’ inşaa edeceğiz! Shibli’nin duvarındaki yazı gibi;
- ‘’Zafer tankların değil; insanın olacak!’’