Ercan Akkar


Darbe Anayasası Sivillerin de İşine Geldi

.


Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan bu yana darbelerle sınanmış bir ülkedir. 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997, 27 Nisan 2007 ve 15 Temmuz 2016… Neredeyse her on yılda bir sandığın iradesine, halkın söz hakkına el konuldu. Bu zincirin en karanlık halkası ise 12 Eylül 1980’di. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren ve kuvvet komutanları sabaha karşı yönetime el koyduklarını açıkladıklarında Türkiye demokrasi defterini bir kez daha kanlı bir sayfaya çevirdi.

1970’lerin sonu Türkiye için karanlık yıllardı. Enflasyon yüzde yüzlere dayanmış, kuyruklar uzamış, işsizlik tırmanmıştı. Cumhurbaşkanlığı seçimi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 115 turda sonuçsuz kalmış, Ecevit-Demirel çekişmesi kilidi çözememiştir. Sokaklar sağ ve sol kamplara bölünmüş, her gün ortalama 15 kişi, politik cinayetlerde hayatını kaybeder hale gelmişti. 

Devlet otoritesi zayıfladıkça silahlar konuşuyor, üniversiteler kapanıyor, kentler çatışma alanına dönüyordu. Askerler bu ortamı ‘ülkeyi kaostan kurtarma’ gerekçesiyle müdahale nedeni yaptı. Fakat darbenin gerçek hedefi sadece sokaktaki şiddet değil, örgütlü halk hareketleri idi. Sol partiler, sendikalar, demokratik kitle örgütleri ve gençlik, darbeyi en ağır hisseden kesimler oldu.

KARANLIK RAKAMLAR VE DİYARBAKIR’IN ACISI

12 Eylül’ün bilançosu, yalnızca bir ‘idare değişikliği’ değil, toplumsal bir felaketti: 650 bin kişi gözaltına alındı, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, 210 bin dava açıldı, 98 bin kişi örgüt üyeliği suçlamasıyla yargılandı, 517 kişiye idam cezası verildi, 50’si infaz edildi. 171 kişinin işkenceden öldüğü resmen belgelendi, yüzlercesi sakat kaldı, binlercesi kayboldu. 30 bine yakın kişi pasaport alamadı, 30 bin kişi yurt dışına siyasi mülteci olarak gitti. 400 gazeteci hakkında toplam 4 bin yıla yakın hapis cezası istendi, 300’ü tutuklandı; 39 ton kitap ve dergi ‘sakıncalı’ diye imha edildi. Bu rakamların her biri bir insan hikayesi demekti. 17 yaşındaki Erdal Eren'in idamı, dönemin genç kuşağı için kapanmayan bir yara olarak kaldı.

Darbenin en korkunç yüzü ise Diyarbakır'daki 5 No’lu Cezaevinde görüldü. Buraya getirilen binlerce tutukluya sistematik işkence yapıldı. Elektrik verme, falaka, köpekli saldırılar, dışkı yedirme gibi insanlık dışı yöntemler günlük rutin haline geldi.

Mahkumlara zorla ‘Türküm, doğruyum’ andı okutuldu, Kürtçe konuşmak yasaktı. Yüzlerce kişi burada yaşamını yitirdi, yüzlercesi sakat kaldı. Tanıkların anlattıkları bugün bile insanın kanını donduruyor. Diyarbakır 5 No’lu, sadece bir cezaevi değil, Türkiye’nin hafızasında bir utanç müzesidir. Merkez Bağlar ilçesinde bulunan bu cezaevi tüm taleplere rağmen ‘Utanç Müzesi’ yerine ‘İnsan Hakları Müzesi’ne dönüştürülüyor. 

BİTMEYEN ANAYASA VE DEMOKRASİ DERSİ

Darbenin en kalıcı ürünü, 7 Kasım 1982’de referanduma sunulan 1982 Anayasası oldu. Yüzde 91 oyla kabul edilen bu metin, sıkıyönetim koşullarında, sansürlü bir ortamda, ‘evet’ demenin tek seçenek olduğu bir atmosferde onaylandı.

Anayasa, özgürlükleri sınırlayan maddeleriyle siyasi hayatı dar bir çerçeveye hapsetti: Yüzde 10 seçim barajı, sendikaların grev haklarının kısıtlanması, Milli Güvenlik Kurulu’nun sivil siyaset üzerindeki vesayeti… 

Bugün siyasetçiler ‘sivil ve demokratik yeni anayasadan’ söz etse de 43 yıldır bu metin köklü biçimde değiştirilemedi. Bunun nedeni sadece askeri miras değil; aynı zamanda koltuğa oturan her iktidarın bu anayasayı kendi gücünü korumak için elverişli bulmasıdır. Yani askerin yaptığı anayasaya dokunmamak, sadece darbecilerin değil, sivillerin de işine geldi.

Kenan Evren ve dönemin kuvvet komutanları, ancak 2010 referandumundan sonra yargı önüne çıkarılabildi. 2014’te müebbet hapis cezası aldılar, fakat karar kesinleşmeden Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya öldü. Bu bile darbenin toplum üzerindeki derin izlerinin hala silinmediğinin göstergesidir.

Bugün halkın beklentisi ise açık: Temel hak ve özgürlükleri güvenceye alan, barajları kaldıran, yargı bağımsızlığını sağlayan, iktidarı sınırlandıran gerçek bir sivil anayasa… 

Ama siyasi partiler bu konuda samimi bir ortak irade göstermedikçe darbenin gölgesi kalkmıyor. 12 Eylül, bize demokrasinin bir kez kazanılıp sonsuza dek elde tutulacak bir nimet olmadığını öğretti. Sandık kadar sivil topluma, hukuka ve özgür düşünceye sahip çıkmak, darbe zihniyetinin panzehiridir.

BİR DİPNOT: Geçen hafta Diyarbakır ve Van’daki kaldırım işgallerini kaleme almıştım. Aldığım mailler ve telefonlar, hem Diyarbakırlıların, hem de Vanlıların bu konudan çok muzdarip olduğunu gösteriyor.

Van Büyükşehir Belediyesi yetkilileri yazıyı okumuş olacaklar ki, sosyal medya paylaşımlarından gördüğüm kadarı ile hemen harekete geçerek, kentin bazı bölgelerinde (İkinisan Caddesinde) kaldırım işgaline karşı denetimlere başlamış. Fakat yine gördüğüm kadarıyla bu alelacele göstermelik yapıldı izlenimi veriyor. Çünkü o günden sonra en azından ben yeni bir denetim görmedim-duymadım. Ayrıca sayın yetkililer Van sadece İkinisan Caddesinden ibarette değil. Vanlılar, sizlerden denetimlerin sonuç odaklı olmasını bekliyor.

Bu arada Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinden ise, ses-seda çıkmadı. Sanırım kaldırım işgalinden memnunlar veya oy kaygısı taşımadıkları için oralı olmuyorlar. Unutmayın; sizleri o makamlara getirinler bu tür kanayan yaralara çözüm bulmanızı bekliyor.

Sevgiyle kalın.

 

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.