Türkiye tarihinin en ağır geçim krizi ile karşı karşıya. Dikkat edin, ekonomik kriz demiyorum, geçim krizi diyorum. Zira yaşanan bir ekonomik kriz değil. Çünkü halkın büyük çoğunluğu geçim sıkıntısı yaşarken, servetine servet katan küçük bir azınlık, ülke milli gelirinin büyük kısmına el koymaya devam ediyor. Kısacası toplumun büyük çoğunluğunun yoksullaşması pahasına, bir avuç sermaye sahibi servetine servet katıyor. O zaman yaşanan krize, iktidarın yüksek enflasyon ve adaletsiz vergi sistemi aracılığıyla, yoksul çoğunluktan topladığını varsıl azınlığa aktarmasının yol açtığı yaşam krizi demek abartı olmaz. Yani yaşadıklarımıza doğru tanı koymak, mücadele yöntemlerini doğru belirleme açısından önem arz etmektedir.
Kuşku yok ki, normal demokratik bir ülke de toplumun büyük çoğunluğunu yoksullaştıran bir iktidar, bırakın 22 yılı, 2 yıl bile iktidarda kalamaz. Zira toplumdan yükselecek demokratik tepkiler karşısında ülkeyi bu kadar kolay yönetemez. Elbette bu demokratik tepkiyi örgütleyecek olan, siyaset kurumunun muhalefet kanadı ile çalışanların temsilcisi sendikal harekettir. Ancak Türkiye’de her iki alanda da yetersizlikler söz konusu.
Elbette Türkiye gibi, 22 yıldır ülkeyi yöneten ama yerine göre kendisi yönetmiyormuş gibi, olumsuzluklarda başkalarını suçlayan, sürekli geçmişi karalayan, toplumun hassasiyetlerini kaşıyarak ayrıştırma ve ötekileştirme politikası ile iktidarının devamını sağlayan, çalışanların, emeklilerin ve diğer toplumsal katmanların Anayasal haklarını kullanmalarını baskı ve zorla engelleyen, ülkede uygulanmakta olan demokratik parlamenter sistemi ortadan kaldırarak, her şeye tek kişinin karar verdiği, tek adam yönetimini getiren bir iktidarın, 22 yıldır yönettiği bir ülke de mücadele çok kolay değildir. Kaldı ki, iktidar sadece idari baskı ile toplumu susturmuyor. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin yok edilmesinden dolayı, parlamento devletin tepesinden gelen talimatlara uygun yasalar çıkarma aracına dönüştü. Dolayısıyla artık yürütmeyi denetleyemiyor. Yargı tarafsızlığını kaybederek, iktidarın muhalefeti susturma aracına dönüştü. Büyük çoğunluğu yandaş hale getirilmiş, yazılı ve görsel medya ülke gerçeklerini gösterip yazmadığı gibi, iktidarın sanal vaatlerini pazarlıyor. Sosyal medyaya yerleştirilen trol ordusu gelişen toplumsal tepkilere karşı kullanılıyor. Maalesef tüm bu araçlara sahip iktidar, gelişen toplumsal tepkileri manipüle ediyor ve gerektiğinde kötü gidişin nedeni olarak gösteriyor.
Tüm bunlar yetmemiş gibi, işçi ve kamu çalışanları sendika konfederasyonlarının sözde büyük olanlarının iktidara yamanmaları, onun emek karşıtı politikalarına tepki vermemeleri mücadelenin handikapları olarak, mücadele edenlerin karşısına çıkıyor.
Tüm bu baskı ve sindirme politikalarına rağmen, hiçbir şey yapılmıyor demek, alanda bin bir güçlükle verilen mücadelelere ve bu mücadeleler için emek sarf edenlere haksızlık olur. Zira gerek siyaset cephesinden gerekse sendikal hareket cephesinden bu gidişe dur demek için mücadele edenler yok değil.
Siyaset cephesinde eksikleri olmakla birlikte, CHP’nin işçi, emekli ve köylü buluşmaları, DEM partinin son günlerde başlattığı emek buluşmaları, bu mücadelenin ivme kazanmasının önemli araçlarıdır. Ancak bunların süreklileşmesi ve iki partinin, emek cephesiyle buluşarak, omuz omuza mücadeleyi yükseltmeleri gerekiyor. Özellikle içinde bulunduğumuz sonbahar ayları, 2025 Merkezi Yönetim Bütçesinin, parlamentoya sunulması ve görüşülmesinin yanı sıra artık ülke de ortalama ücret halline gelmiş olan, Asgari Ücretin, belirlenmesi sürecinin yaklaşıyor olmasından dolayı mücadelenin yükseltilmesi gerektiği aylardır.
Öte yandan sendikal cephe de yukarıda belirttiğim sözde büyük konfederasyonlar, iktidara yamanıp sessiz kalsalar da kurulduğu günden bugüne, bedeller ödeme pahasına mücadeleden geri durmamış olan, Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) yaklaşık iki yıldır. “Yeter Artık Geçinemiyoruz! Gelirde Adalet, Vergide Adalet, Ülke de Adalet” şiarı ile ülke genelinde eylemler yapıyor. Son aylarda, konfederasyona bağlı sendikaların yetkili oldukları kamu ve özel işyerlerin de kampanya için hazırlanmış olan bildirilerin okunması şeklinde devam eden eylem süreci şimdi bölgesel işçi buluşmalarına dönüştü. 13 Eylül’de Mersin’de başlayan işçi buluşmaları, 20 Eylül’de İzmir, 25 Eylül’de ise İstanbul’da devam etti. İşçi buluşmalarının bir sonra ki adresi Ankara olacak. Bu buluşmaların, kitleselleşmesi sessiz milyonların sesinin ülkenin tepesine ulaşması açısından önemlidir.
Eylemlerin devam ettiği bugünlerde, DİSK Genel Başkanı Dr. Arzu Çerkezoğlu, 20 Eylül 2024 tarihinde Cumhuriyet Gazetesinin “Olaylar ve Görüşler” köşesinde konuya dair yazdığı yazının bir paragrafında aynen şöyle diyor. “Milyonlarca işçi, emekçi, emekli, yani bu ülke nüfusunun çalışan, üreten çoğunluğu, durmak bilmeyen zamların ve ağır vergilerin yükü altında ayakta kalmaya çalışıyor. Yüksek enflasyon koşullarında reel gelir kayıplarının telafi edilmemesi ve adaletsiz vergi düzeni ile işçi sınıfından sermayeye, yoksuldan zengine büyük bir gelir transferi yapılıyor. Yani yaşadığımız geçim krizinin en önemli nedeni bölüşümdeki eşitsizliğin devasa artışı.” Diyor ve yazısının devamında, “2016’da gayrisafi katma değer içinde emeğin payı yüzde 36.3 iken 2022’de bu pay yüzde 26.3’e geriledi. Sermayenin payı ise yüzde 47.5’ten yüzde 53.7’ye yükseldi. Üstelik emeğin bölüşümden aldığı paydaki bu gerileme, orta sınıfın eridiği hızlı bir işçileşme sürecinde, yani ücretliler sayısal olarak artarken gerçekleşti.” Diyor ve iktidarın uygulamalarına karşı mücadele çağrısı yapıyor.
DİSK Genel Başkanı yazısını, “İşçileri emeği ve ekmeği için, gençleri gelecekleri için; kadınları hem işte hem evde hem de sokakta yaşadığımız eşitsizlikleri ortadan kaldırmak için; emeklileri yılların alın teri 12 bin 500 TL’ye mahkûm edildiği için; asgari ücretlileri her şeyin fiyatı artarken bir tek kendi gelirleri artırılmadığı için; beyaz yakalıları, plaza çalışanlarını parlak binaların sönük maaşlıları haline dönüştürüldükleri için bu mücadeleye katılmaya çağırıyoruz. Sendikalı olsun olmasın, DİSK üyesi olsun olmasın, “Bu sistemden, bu düzenden mağdur oldum” diyen herkesi DİSK çatısı altında sesimizi yükseltmeye ve gücümüze güç katmaya çağırıyoruz.” Diyerek bitiriyor.
Kuşkusuz bu çağrı değerlidir. Özellikle yazının son paragrafında eylemlere katılmaya çağırılan toplumsal katmanların hepsi, iktidarın uygulamaları ile mağdur ettiği büyük çoğunluktur. O zaman yapılacak şey, eylemlere omuz vermektir. Kısacası gidişattan şikayetçi olan her birey, kendisini bu mücadelenin bir parçası olarak görmeli ve içinde olmalıdır. Unutmamak gerekir ki, “Hak Verilmez Alınır.” Yani hiç kimsenin hele hele emek düşmanlığı ayyuka çıkmış AKP iktidarının, tepeden inme alın size hakkınız demeyeceği gayet açık. O zaman yapılacak şey, lütuf beklemeden hakkı söke söke almaktır.
Tüm bunlar bana, yıllardır alanlarda attığımız, “Kurtuluş Yok Tek Başına Ya Hep Beraber Ya hiçbirimiz!” sloganının önemini hatırlattı. Evet çalışan, emekli, kadın, gençlik, köylü, esnaf, beyaz yakalı, mavi yakalı fark etmeksizin bu iktidarın mağdur ettiği herkes bilmelidir ki, ya hep birlikte olur bu gidişe dur deriz ya da tek tek avlanırız. Çünkü bu kötü gidişin panzehri topyekûn mücadeledir!