Ercan Çağlayan


Bir Kente Sığmayan Adaletsizlikler

.


Diyarbakır’ın gündemine bakınca, birbirinden farklı görünen olayların aslında aynı yere çıktığını görmek mümkün: adaletsizlik, duyarsızlık ve halkın sesine kulak tıkayan bir düzen.

Kulp’ta yıllardır süren hidroelektrik santrali meselesi yeniden kapımızda. Yerel halk, yaz aylarında dereye bırakılması gereken suyun şirket tarafından tutulduğunu söylüyor. Çocukların yüzdüğü, köylülerin ekinlerini suladığı Kulp Çayı, adeta bir kum yatağına dönmüş durumda. Bu sadece bir çevre sorunu değil; yaşamın damarlarına vurulan bir darbe. Bir avuç daha fazla elektrik için bin yıllık su kültürü kurutuluyor. Kulp’ta kuruyan sadece bir çay değil, aynı zamanda insanların doğaya olan güveni…

Öte yanda, Diyarbakır’dan Mersin’e uzanan 700 kilometrelik yol… İçinde çocukların olduğu bir minibüs, yolda bir tıra çarpıyor. 17 yaşındaki Suriyeli Farah El Masri ve yurt çalışanı Yıldız Polat yaşamını yitiriyor. Hepimiz biliyoruz ki bu kaza değil, “ihmal” adı verilen sistematik bir felaketin sonucu. 12 saatlik yolu tek şoföre yaptıran zihniyet, yönetmeliği kalkan yapıyor. Oysa yönetmeliklerin öznesi insan olmalıydı. Bu ülkede çoğu zaman insan, kağıdın soğuk yüzüne çarpıp yere düşüyor.

Tam da bu atmosferde Diyarbakır, 1 Eylül Dünya Barış Günü’ne hazırlanıyor. Yürüyüşün cezaevi önünden başlayacak olması, tarihe atılan sessiz bir not gibi. Bir dönem işkenceleriyle anılan o duvarların önünde, barış kelimesi yankılanacak. Diyarbakır için barış, sadece bir günün sloganı değil; her günün en acil ihtiyacı. Çünkü bu şehir, barışın ne anlama geldiğini bedel ödeyerek bilen bir şehir.

Bir başka cephe ise futbol sahaları. Erzurumspor maçı sonrası verilen ceza, yine Amedspor’u hedef aldı. 750 bin TL para cezası, kulüp başkanına 45 gün hak mahrumiyeti… Sosyal medyada yapılan birkaç paylaşım “kurumların itibarını zedeleyici” bulunmuş. Oysa milyonların gözü önünde yaşanan haksızlıkların itibarı kimseyi rahatsız etmiyor. Futbol sahalarında adalet terazisi, her defasında Diyarbakır’ın aleyhine eğiliyor.

Bir çayın kuruması, bir yolculukta canların sönmesi, barış için sokağa çıkanların çağrısı ve tribünlerde yükselen adalet talebi… Hepsi birbirinden ayrı değil. Hepsi Diyarbakır’ın aynı yaralı kalbinde atıyor.

Bu kentin insanları suyun sesini, çocukların gülüşünü, tribünlerin coşkusunu ve barışın türküsünü hak ediyor. Ama ne yazık ki karşılarında çoğu zaman beton duvarlar, kurallar, cezalar ve ihmal var.

Diyarbakır’ın sesi bazen Kulp Çayı’nda kuruyan su, bazen Mersin yolunda yitip giden genç bir hayat, bazen cezaevi önünde barış isteyen kalabalık, bazen de tribünlerde haksızlığa isyan eden taraftar… Ve bu sesin tek bir ortak haykırışı var: “Artık yeter, insanı ve yaşamı merkeze alın.” 

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.