Gazeteciler Gökçer Tahincioğlu ile Ceren Bayar’ın çözüm süreciyle ilgili, DEM Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’la yaptıkları röportaj 18 Temmuz 2025 tarihinde t24’te yayınlandı. İktidarın ısrarla “Terörsüz Türkiye” dediği Örgütüne silah bırakma çağrısı yapan Abdullah Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum” dediği, çözüm sürecini konu alan uzun röportaj da iki gazetecinin sorduğu birçok soruyu cevaplandıran Tuncer Bakırhan, röportajın bir yerinde; “Türkiye kamuoyuna şunu da söylemek isterim; bu anayasa günün sonunda bizim önümüze gelecek. Orada Kürt sorununun çözümü yoksa, demokratikleşme yoksa, kadın yoksa, gençlerin geleceğine dair umut vaat eden şeyler yoksa, Alevilerin eşit yurttaşlık hakkı yoksa, ekonomide adalet yoksa, doğa kırım devam ediyorsa kim buna 'evet' der? DEM Parti buna 'evet' der mi? Ülkedeki kötü gidişatın durması için hepimizin masada olması gerekiyor. Bu süreci desteklememiz lazım. CHP, tabii ki olmalı ve bence masada olacaklar. Masada mücadele etmek gerekiyor. Masa, siyaset minderi gibidir. Minderden kaçan kaybeder. Barışı kazanmak istiyorsak minderde olmamız gerekiyor. Antrenörleriyle, teknik ekibiyle masada olmalıyız” diyor.
Kuşkusuz barış; 40 yılı aşkın süredir devam eden çatışmalardan dolayı, büyük acılar yaşamış, bu ülke insanının daha fazla acı yaşamasının önüne geçmek için oldukça büyük öneme sahiptir. Elbette 40 yılı aşan çatışmalar, bu ülke halklarının derin travmalar yaşamalarına yol açmış olduğu için, barışa ulaşmak oldukça meşakkatlidir. Bu nedenle, Barıştık demekle barışılmıyor. Zira bu sürecin sonuca ulaşması için, öncelikle sorunun tarihsel sürecinin iyi okunmasına ve çatışmaya yol açan nedenlerin ortadan kaldırılmasına ihtiyaç vardır. Bunun için, yapılacak ilk şey, Kürt halkının taleplerinin temel insan haklarına dayandığının bilince çıkartılmasına ve insanların insan olmaktan dolayı sahip oldukları, halklarını kullanmalarını sağlayacak yasal ve anayasal düzenlemelerin yapılmasıdır. Tüm bunların olabilmesi ise genel bir mutabakatla mümkündür.
Doğrusu gerek 2011 genel seçimlerinden sonra parlamentoda, zamanın TBMM Başkanı Cemil Çiçek başkanlığında oluşturulan Anayasa Komisyonunun yaptığı bir dizi çalışma ve üzerinde mutabakata varılan birçok maddeye rağmen, AKP’nin Başkanlık Sistemini dayatması sonucu akamete uğraması, gerekse 2013-2015 yılları arasında sürdürülen “Çözüm Sürecinin” yine AKP ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasi kaygılarla masayı devirmesi gibi iki önemli bagajı bulunan iktidara güvensizlik duyulması ve sürece kaygıyla bakılması kaçınılmaz oluyor.
Öte yandan, örgütün kendisini feshetme ve silah bırakma kararı aldığı, buna dair sembolikte olsa, bir grup örgüt mensubunun silah bıraktığı (yaktığı), TBMM’de çözüm için komisyon kurulması tartışılırken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) 3. Defa, tutukluluğu için hak ihlali kararı verdiği Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ile HDP’li yüzlerce siyasetçinin içerde tutulması, tartışılan “barış ve demokratik toplum” sürecinin kendisine aykırıdır.
Sayın Bakırhan, yine 22 Temmuz 2025 tarihinde toplanan DEM parti, parti meclisini açış konuşmasında bir kez daha üstüne basa basa, “Çok içten ve inanarak söylüyorum; özellikle Kürt meselesinin demokratik çözümü konusunda, kurucu parti kimliği ve tarihsel değerleriyle toplumun CHP’den beklentisi çok yüksek” diyerek, CHP’nin çözüm çabasının içinde olması gerektiğini vurguladı. Kuşku yok ki, kurucu partinin, 100 yıllık Cumhuriyetin tarihi bagajı olan, Kürt sorununun demokratik çözümü sürecinde rol üstlenmesi oldukça önemlidir. Ancak bence CHP’yi bu sürecin parçası olmaya ve katkı vermeye çağıracak ve bizzat görüşerek onu ikna edecek olan iktidar blokudur. Zira CHP, iktidarın sürece, tek adam yönetimini tahkim etmek ve Erdoğan’ın yeniden aday olmasının yolunu açmak için kullanacağı kaygısıyla yaklaşıyor. Bu yaklaşımla, Kürt sorununun demokratik çözümüne kuvvetli bir şekilde evet demekle birlikte, iktidarın dayatacağı tek taraflı yeni anayasaya hayır diyor. O zaman CHP’nin bu kaygısını giderecek olan iktidar blokudur. Bir başka deyişle iktidar bloku, konuya samimi yaklaştığını göstereceği adımlar atmakla mükelleftir. Örneğin; TBMM’de kurulacak Komisyonun, yürütmenin müdahalesinden uzak tutulması için, kuruluş esasları, tartışacağı konular, çalışma süresi gibi hususlar çıkarılacak bir yasayla belirlenmelidir.
Evet, CHP, bu sürecin demokratikleşme sürecine dönüşmesini kuvvetli bir şekilde dile getiriyor. TBMM'de kurulacak komisyona katılacağı yönünde mesajlar veriyor. Ancak iktidar, muhalefeti dizayn etme sevdasından vazgeçmiş değil. Daha açık ifade etmek gerekirse, varlığını düşmanın varlığına indirgemiş olan iktidar, dünkü düşman HDP-DEM partinin yerine CHP’yi koydu. Kumpas ve kurgu soruşturmalarla, dalgalar halinde CHP'ye karşı tutuklama furyasına devam ediyor. Buda yetmiyor, Partili Cumhurbaşkanı Erdoğan, 12 Temmuz’da Ankara- Kızılcahamam’da yapılan partisinin İstişare ve Danışma toplantısında, “AKP, MHP ve DEM parti üçlü olarak bu yolda yürümeye karar verdik,” diyerek, başta CHP muhalefet partilerini sürecin dışında tutmak istediklerini deklere etmiş oldu.
Halbuki MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, bir süre önce, “Terörsüz Türkiye devletin projesidir” demişti. Şimdi şu soruyu sormakta yarar var. Bu proje devlet projesi ise CHP'ye karşı dalgalar halinde tutuklama furyası neden devam ediyor? Amaç CHP’yi devlet projesinden uzak tutmak mı?
Kuşkusuz Erdoğan’ın, birlikte yürümeye karar verdik dediği AKP, MHP ve DEM Parti, parlamentoda iş birliği yaparak, bir takım kanuni düzenlemeler hatta zorlamayla da olsa anayasa değişiklikleri yapabilirler. Ancak kabul etmek gerekir ki, yurttaşları bunca ekonomik ve sosyal sorunun altında ezen iktidarın, uygulamalarına öfkeli toplumda karşılığınun olacağı şüpheli. Dolayısıyla DEM Partinin toplumda karşılığı olmayan, hatta kendi tabanında bile tepki çekecek böylesi bir ittifakın, parçası olacağını sanmıyorum.
Tüm bunlar bir araya getirildiğinde Bakırhan’ın, “barış” gibi önemli bir projenin, iktidarın gizli ajandasına kurban edilmemesi düşüncesiyle hareket ettiğini ve CHP’yi sürece katılmaya çağırdığını düşünüyorum. Zira CHP masa da olduğu taktirde iktidarın gizli ajandası ile masayı bloke etme konusunda eli çokta rahat olmayacak ve Türkiye, barış gibi değerli bir fırsatı tepmeyecektir.
Evet barış gibi, tüm farklılıkların, demokratik bir ülke de eşitler olarak yaşamalarının yolunu açacak olan projenin, başarıya ulaşması bu ülke de yaşayan her yurttaşın, emek ve demokrasi güçlerinin ve nihayetinde siyasetin hedefi olmalıdır. Bu hedef, bireylerin ve siyasi yapıların gizli ajandalarına kurban edilemeyecek kadar değerlidir.
Erdoğan’ın bunun Türk, Kürt, Arap birliğine, Ümmetin bütünlüğüne indirgemeye çalışması, Kürt hareketinin, attığı adımlarla elinden her türlü anti-demokratik uygulamanın bahanesini çekip almasının çaresizliğindendir. Zira atılan adımlarla, Kürt siyasi hareketini, hatta Türkiye’de ki muhalefetin tamamını, muhalefetin Cumhurbaşkanı adayını bile montaj video ile terörle ilişkilendirmesinin ve cezalandırmasının kozu Erdoğan’ın ve başında bulunduğu iktidarın elinden alınmıştır.
Şimdi terör bahanesi ile ülkenin sıkıştırıldığı OHAL yönetiminden, çıkarılmasının fırsatını değerlendirmenin ve demokratik dönüşümün, hukuki zemini için oluşmuş olan ortamı kullanarak, demokrasiyi yasalarla tahkim etmenin zamanıdır. Unutulmamalıdır ki barış bu toplumun istemi olarak, kişiler ile siyasal yapıların üstündedir. Barışa ulaşmanın yolu ise demokratik topluma ulaşmaktan geçiyor. Kısacası Kürt sorununun kökten çözülmesi için, kuvvetler ayrılığı ilkesinin teminat altında olması ve yargının yürütmenin esaretinden kurtarılarak, bağımsız ve tarafsız duruma getirilmesi gerekiyor. Bunun yanı sıra terör gerekçesiyle, anayasayı uygulamayan, ifade özgürlüğünün, toplantı ve gösteri özgürlüğünün, örgütlenme, sendikalaşma özgürlüğünün kullanılmasının önüne engel koymanın gerekçesi elinden alınmış iktidar, bu hakların kullanımına direnemeyecektir. Kısacası başta Kürt sorununu, ülkenin bütün sorunlarının silahsız, barışçı, parlamenter ve legal yoldan çözülmesinin önündeki bütün engellerin kaldırılması fırsatını kullanmak, muhalefetin ilk seçimlerde iktidar olmasının yolunu açacaktır.
Kuşku yok ki. Erdoğan ve çevresinin ayak sürmelerinin ve adım atmaktan imtina etmelerinin nedeni demokratikleşme korkusudur. Onu zorlayacak olan, parlamento içi ve dışı muhalefettir. Zira DEM Parti tek başına Erdoğan'ı demokrasiye doğru ilerletemez. Dolayısıyla tüm saldırılara rağmen, CHP'nin çözümden yana tutum alması büyük önem taşımaktadır. Cumhur İttifakının ajandası, kendi siyasal bekasına yönelik tedbirleri içerebilir. Unutulmamalıdır ki, onu geri püskürtecek olan muhalefetin blok halinde karşı duruşudur. Ve son söz; barışı savunmak suçsa, o suç işlenmeye değer!