Ne yazmalıyım diye çok düşündüm. Haber kanallarını şöyle bir açtım, baktım ki memlekette yazacak öyle çok şey var ki, insan hangisinden başlasa diğerine haksızlık edecek gibi hissediyor. Ekonomi darmadağın; eğitim bir enkazın altında çırpınıyor. Ana muhalefete yapılanlar, siyaseti siyasetin alanından çıkarıp bir hesaplaşma sahnesine çevirdi. İktidar, kendi gücünü korumak için devletin bütün kurumlarını bir parti organına dönüştürürken; muhalefet, kendi içine kapanmış, değişim demekle değişemeyen, halka umut olmaktan çok iç kavgalarla manşet olan bir hale geldi. CHP, bir dönem bu ülkenin en güçlü muhalefet odağıyken, artık kendi koltuk hesaplarının, belediye rantlarının, delege pazarlıklarının içine gömülmüş durumda. Halkın talepleriyle arasına koca bir duvar örmüş.
Muhalefetin seçilmiş belediye başkanları cezaevlerinde, İstanbul il yönetimine kayyum atanmış. Halkın iradesi, sandıkta değil, iktidarın masasındaki imzada şekillenir hale gelmiş. Bütün bunlar yaşanırken ülkenin gerçek sorunları görünmez kılınıyor: açlık, sefalet, derinleşen eğitim sorunu, ekonominin enkaza dönmesi, kadın cinayetlerinin her gün artması, kamuya ait malların el altından özelleştirilmesi… Bütün bu hayati konular gölgede bırakılırken ülke, bitmek bilmeyen bir kavganın içine sıkıştırılıyor.
Türk’ün Türk’e düşmanlığı artık sokakta, iş yerinde, evde, hatta aynı sofrada kendini gösteriyor. Aynı mahallenin insanları, farklı siyasi tercih yüzünden birbirine selam vermez hale geldi. Aynı fabrikada alın teri döken işçiler, birinin oy tercihi diğerinin kutsalıyla uyuşmuyor diye birbirine kin besler oldu. Aynı aile sofrasında kardeş kardeşine, evlat babasına, komşu komşusuna “hain”, “satılmış”, “terörist” yaftası yapıştırır hale geldi. Bu öfke ve düşmanlık öyle derinleşti ki artık sıradan bir tartışma bile kin ve nefret üretir hale gelmiş durumda. İnsanlar, birbirlerini kendi kimliklerinden, siyasi tercihinden veya yaşam biçimlerinden ötürü tehdit olarak görmeye başlamış.
Bir tweet yüzünden, bir futbol forması yüzünden, bir şarkı tercihi yüzünden bile insanlar linç ediliyor. Sosyal medyada herkesin birbirine bağırdığı, televizyon ekranlarının kavga arenasına döndüğü bir ülkede; kimse artık gerçeği, ortak faydayı, adaleti konuşmuyor. Herkes kendi mahallesinden doğruları dinliyor, karşısındakine sadece nefretle bakıyor.
Bu kadar mı derinleşir düşmanlık? Evet, çünkü iktidarın işine geliyor. Birbirini yiyen bir toplumun adalet, özgürlük, eşitlik talebi kalmaz. CHP gibi koca bir muhalefet partisi bile bu gerçeği görmezden gelip kendi koltuk düzenini koruma telaşına düşerse, halkın güveni de, umudu da kalmaz. Geriye öfke, güvensizlik ve büyük bir yalnızlık duygusu kalır. Ve bu yalnızlık, toplumu toplum olmaktan çıkarır.
Ana muhalefetin sorumluluğu büyüktü. Bu ülkede korku duvarlarını aşacak, farklı kimlikleri ortak bir zeminde buluşturacak bir irade koymak zorundaydı. Ama o da halka yük olmak yerine kendi yükünü hafifletmenin, eski düzenin mirasını korumanın peşine düştü. Halkın geleceğini inşa etmek yerine, kendi geçmişini savunmakla meşgul oldu. Siyaseti halkın sesi olmaktan çıkarıp, belediye ve delege pazarlıklarına indirgeyerek zaten zayıflamış umutları yerle bir etti.
Yüzyıldır aynı kafese konmuş bir toplumun sıkışmışlığı var. Tekçi, tek renkli, tek kimlikli bir ulus-devlet anlayışı, halkın gerçek çeşitliliğini yok sayarak ayakta tutulmaya çalışıldı. Kemalizm, Türkçülük, her türden dar milliyetçilik; belki bir zamanlar bir yön verdi, bir düzen kurdu. Ama artık açıkça görüyoruz ki bu mantık sadece bölüyor, yaralıyor, öfke ve nefret üretiyor. Halkı halk olmaktan çıkarıp birbirine yabancı gruplara dönüştürüyor.
Ve bu nefretin içinde kim kazanıyor? Ne halk kazanıyor, ne gelecek. Sadece bir avuç iktidar sevdalısı, sadece düzenin efendileri, sadece bu kavgadan beslenenler gülüyor. Çünkü bölünmüş bir toplum yönetmesi en kolay toplumdur. Kardeşin kardeşe, komşunun komşuya, yurttaşın yurttaşa düşman kesildiği yerde ne hak aranır, ne adalet istenir, ne de gelecek planlanır.
Oysa bu ülke, bütün çürümüşlüğüne rağmen hâlâ ayağa kalkabilecek bir ülke. Hâlâ ortak bir gelecek ihtimali var. Ama önce şu aynaya bakmamız gerekiyor: Biz birbirimize yabancılaştık. Daha da kötüsü, birbirimize düşman olduk. Ve bu düşmanlık sürdükçe, ister ekonomi düzelsin, ister iktidar değişsin, ister dışarıdan milyarlar aksın; bu ülkenin yarası kapanmaz. Çünkü en derin yara, insanın insanı kaybetmesidir.
Bu yüzden artık yeni bir sayfa açmanın vakti geldi. Tekçi, milliyetçi, Kemalist ya da herhangi bir dar ideolojik kalıbın üstüne inşa edilecek hiçbir gelecek, bu ülkenin yarasını saramaz. Tek yol; halkın kendi rengini, kültürünü, kimliğini özgürce yaşayabildiği çok renkli, çok kültürlü, demokratik ulus modeline geçmek. Halkın kendisini yeniden ortak bir gelecek fikrinde buluşmaya ikna edebilecek, kimseyi kimliğinden, inancından, dilinden dolayı dışlamayan bir sistem kurmak.
Artık susmanın değil, konuşmanın zamanı. Artık korkulara değil, ortak akla tutunmanın vakti. Çünkü bu ülke bizim; biz bir araya gelmezsek, kimse gelip bizi kurtarmayacak. Yarın için, çocuklarımız için, bu toprakların onuru için; artık farklılıklarımızla birlikte var olmayı seçmek zorundayız. Çünkü ya birlikte iyileşeceğiz, ya da hep birlikte yok olacağız.