Psikoterapist Haydar Alper Eser


Ateş, düşmediği yeri de yakarmış!

.


Daha uzun bir başlık yazacaktım normalde. Ateş düştüğü yeri yakınca sıra ‘’henüz yanmamışlara’’ gelir. Henüz yanmamışlar da önlem almalıdır. ‘’Yanmış gibi’’ tepki vereceğiz ve bir şeyleri kendimiz doğrudan yaşamamış olsak dahi ihtimallerle kavgamızı sürdüreceğiz. Yazıyı başka şehirlerden de çokça insan okuyacağı için vakayı kısaca özetleyeceğim. 

Diyarbakır’a bayram yerine ateş geldi. 5 Haziran günü akşam saatlerine doğru Merkez Kayapınar’da bulunan Rojava Sitesi’nin çatısında ‘’elektrik şaft boşluğu kaynaklı’’ bir yangın başladı. Gece saatlerine kadar devam eden yangın ‘’tüm müdahalelere rağmen’’ kontrol altına alınamadı. Çünkü pek de bir ‘’müdahale’’ edilemedi. Şahsi bir nakliye aracı ile en üst kattan başlayarak site sakinleri tahliye edilmeye çalışıldı. Yangın yerinde ikisi 4, diğeri ise 12 yaşında olmak üzere 3 çocuk yaşamını yitirdi. Ardından kurtarılma çalışmaları sırasında anneden de acı haber geldi. 17 de yaralı var. Olaya dair hala bir netlik yok. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Serra Bucak; olaya ilişkin soruşturma başlattıklarını ve sonuçlarını kamuoyu ile paylaşacaklarını duyurdu. Çeşitli güvenlik önlemleri eşliğinde 6 Haziran itibaren taziye kuruldu. Birçok siyasi, STK sonda olmak üzere bütün bir halk taziyeye akın etti. Şahsen yer bulamadığı için kapıda bekleyen bu kadar kalabalıkla ilk kez karşılaştım. Ayrıca evet, başta değil de sonda olmak üzere!

Şimdi olaya dair umuma bilgi verdiğimize göre gelelim asıl derdimize. Nesiniz kardeşim siz? Terapist mi, gazeteci mi yoksa felaket tellalı mı? ‘’Kendi işinizle ilgilenin’’ ya da ‘’bunun senin çalışma alanınla ne ilgisi var?’’ gibisinden farklı cephelerle olan savaşımıza. Birileri bizi kliniklere kapatmak istiyor birileri de kliniklerden atmak. Gözlük takmamızı istiyorlar, fular bağlamamızı, sesimizi tizleştirmemizi. Cam ve beton içerisinde oturup ‘’toprağa dair’’ konuşmamızı! Üstelik bu ülkede ve bu şehirde... Çok gülünçsün Azrail! Sokağa çıkmayan, bağırmayan, isyan etmeyen, toprak atmak için kürek sırası beklemeyen, taziyelerde çay/mırra dağıtmayan kişilerin isimleri önlerine ‘’Yas Terapisti’’ yazdıkları bu sirk içerisinde kendimizi hem düşmandan hem de dosttan korumaya çalışıyoruz. Üç gündür yaptığım gözlemler, duyduğum sorular, taziyede aile üyeleri ile yaptığım görüşmelerin ardından sizlere bir derleme sunuyorum.

- ‘’Giden gitti. Ölümün ardı neyi değiştirir ki?’’

Çok şeyi! Mağrur ve hüzünlüyüm. Bu şehir, taziyelere en alışkın şehir belki de ülke için. Yakın uzak, tanıdık tanımadık, elden gelir gelmez demeden insanların kendi akrabalarıymış gibi sahiplenmesi ve acıya koşması ve adeta ‘’buradayız, kapıdayız, beraber atlatacağız, acından bir parça çalıp götürmeye geldik’’ demesi gidenlerin ruhu ve kalanların yaşamı için çok önemli. Rutine dönebilmek, bir kişiye, bir aileye düşebileceğinden fazla acıyı kendine de pay edebilmek çok onurlu bir davranış. Hiçbir eğitsel, psikolojik yönü olmadan yapılsa dahi son derece kucaklayıcı ve iyileştirici. Tabi her yerde fotoğraf karesine girmeye çalışan bir kavim burayı da ara ara rahatsız ediyor. Diyarbakır, ölümü topluma mal edebilen şehirlerden biri. Türküde geçen ‘’Diyarbekr’i Hakk saklasın’’ cümlesine bir kez daha ‘’âmin’’ dedirten cinsten bir şehir. Gelelim böyle bir afet durumunda taziyeye katılmak dışında neler yapılacağına dair düşünmeye.

- ‘’Biz oranın yakınlarında oturuyoruz. Çocuğumun sorduğu soruları geçiştiriyor, cevapsız bırakıyorum. Ne denilir bilemiyorum.’’

Ne diyeceğini bilmiyorsan hiçbir şey dememen çok makul ancak bu hiçbir şey demediğin zamanı ‘’ne diyeceğini öğrenme zamanı’’ olarak görmen gerek. Çocuk bekler, çocuk sorar, çocuk unutmaz! Çocuk yetişkin gibi anlayamaz. Ayrıntı sorular sorsa dahi her türden ayrıntıyı bilmek zorunda değildir. Yaş gruplarına göre nasıl iletişime geçileceğini bilmek, sormak gerekir. Şehirdeki tüm ek mesailerimi herhangi bir terapisti arayıp çocuğunuza dair bir soruyu sormaktan imtina etmeyin diye kullanıyorum. ‘’Çocuğun üstün yararını’’ gözeten hiçbir meslektaşımın sizleri yanıtsız bırakmayacağına inanıyorum. Yaş grubunu sorun, hangi işlem döneminde olduğunu sorun. İleri durumlarda gerekirse ‘’danışmanlık’’ almaktan çekinmeyin. Yetişkinlik döneminde karşısına çok daha beter hali gelmesin diye ellerinizi taşların altına değil de çocuğunuzun başına bırakın!

- ‘’Dananın Kuyruğunun Koptuğu Yer: Çocuğa Ölümü Anlatmak’’

Kendi yaşadığı korkuların yanında başka korkulardan da korkabilir çocuk. Korkuların korkusunu, kaygıların kaygısını yaşayabilir. Sıradaki ateşin kendi evine düşeceğini ya da akşam yemeğinde tabağındaki yemeği bitirmediği için ‘’bu yangın benim yüzümden oldu’’ gibi müsebbip sayabilir kendini. Sonra birkaç soru gelir bilmediği ama yine de heyecanlandığı kelimelere dair. ‘’Ölüm nedir? Neden ölmüş? Nasıl ölmüş peki? Yine gelir mi? Yarın sitede top oynar mıyız? Yani bir daha dönmeyecek mi? Peki nereye gitmiş? Biz de oraya gidelim. Küseceğim ona. Sözleşmiştik ama gelmedi. Bir işi çıkmış olmalı. Çocuk dediğin ölür mü?’’ ve çok daha fazlası. Belki de en çok zarar verilen, en çok duymazdan gelinen sorular. Oysa duymazdan gelindikçe daha güçlü çıkar çocuğun sesi. Hiç ses çıkarmaması da bir sestir duymasını bilen için. Ağızlarda sorun yok. Sizler yetişkin olduğunuz için kulağınızı kaybetmişsiniz. Dil bilmek, çok dilli olmak gibi çok kulaklı olmak da mühim! Şayet olmadığınızı düşünüyorsanız mutlaka kulak desteği alın. Çünkü bayram, çünkü okul yok, çünkü rutin bozuluyor, çünkü çocuğun ilk regülasyon alanı evi olmalı!

‘’Okul yoksa aile var! Okul yokken aile vardı!’’

Aileyi hep romantize ediyoruz oysa durup daha sakin düşünmeliyiz. Aile, bazı şeylerin olursa iyi olacağı yer değildir. Aile, bazı şeylerin olmak zorunda olduğu yerdir! Aile bugün konuşan, tartışan, anlamaya çalışan, gizil duyguların dışa atımı için uğraşan bir bütün olmalıdır. Artık her aile eğitimli, artık her aile her konuda aşırı uzman. Oysa hata da tam olarak burda. Çocukların öğretmeni, terapisti, arkadaşı olmaya çalışmayı bırakıp bu eğreti hale son mu verseniz acaba? Zira dış dünyada bunların hepsi var. Çocukların yeni figürler yerine onları izleyen ve kriz durumlarına müdahale eden, onlarla önleyici çalışan ebeveynlere ihtiyacı var. Şu an okulların kapalı olması, mevcut konuyu dillendirmeyi, arkadaşları arasında iletişime geçmeyeyi ve problemi eritmeyi engelliyor. Medyadan ve aile sohbetlerinde bu konuyu döngüsel şekilde dillendirmekten kaçının. Kendilerinin sormasına ve istenirse anlatmasına alan açın. Onları her anlamda susturmayın, duymazdan gelmeyin. Ve önleyici davranmaya dikkat edin.

- ‘’Yahu olan olmuş. Hala önleyici çalışılabilir mi?’’

‘’Önlemek’’ her zaman devam eden bir olgu. Günü kurtarmayı ya da o anı iyileştirmeyi değil de daha ötesinin, daha beterinin önüne geçmek için verilen koca bir çaba. Örneğin balayı dönemi bittikten sonra aileyi pat diye yalnız bırakmamak yaşanan acının ani artışına dair önleyici olacak. Ya da çocuklar bayram sonrasında okula başladığında birkaç dakikayı bu konuya ayırıp öğretmenlere, eğitmenlere sorular sormasına fırsat vermek olası korkuların önüne geçecek. Hayat, her zaman bizlere sorular soracak. Önemli olan soruyu duymak, soruyu anlamak ve soruya hazırlıklı olabilmek. Çok iyi cevaplar vermek biraz da kriz yönetimi işi. El kadar çocuklardan da büyük krizlerin yönetimini beklemek travmatizasyonu gözden kaçırmak demek.

'’Yaz sıcaklarında bol bol su için, illa susamayı ya da baş ağrısı yaşamayı beklemeyin’’ cümlesi en basit önleyici haldir. Zira krize müdahale ederken de kriz sonrası sağaltım çalışmaları yaparken de alınmış olan hasar eksilmeyecek, azalmayacaktır. Bizler olanı değiştirecek keramet sahipleri değiliz. Ancak olandan öğrenip bir daha olmaması için didinebiliriz. Evdeki prizleri kontrol ettirebilir, binalara dair kontrolleri yaptırabilir, asansör ve şaft için kurumlarla iletişime geçebilir, belediyede ekip isteyebilir ve mavi/geçerli kağıdı almak için uğraşabiliriz. İster ‘’Önleyici Hizmetler’’ ister ‘’tevekkül’’ diyin buna. Biz, devemizi bağlamanın sorumluluğunu taşımalıyız. İlla özgür olacaksak; sorumlu ve özgür olmalıyız. Bunlar da işimizin bir parçası değil mi sizce? -

Terapistlerin/Psikologların/Psikolojik Danışmanların Taziyede Ne İşi Var?

Beni şahsen tanıyanlar için bu kısım komik gelecektir. Ne denli uğraştığımızı biliyorlardır zira. Elimden gelse kapılarını çalıp ‘’Ne işiniz var burada? Haydi sokağa!’’ diyeceğim meslektaşlarıma. Toplanın, yas tutacağız. Toplanın, ölülerimizi gömeceğiz. Toplanın, sokağa ineceğiz. Toplanın, isyan edeceğiz. Toplanın, bir şeyler yolunda gitmiyor. Toplanın, toplum ruh sağlığımız alarm veriyor. Toplanın, bundan hepimiz sorumluyuz. Toplanın, kongelerin temasını ‘’hak arayan terapistler’’ ya da ‘’toplumsal sözcü olarak terapistlik’’ yapmakla olmuyor. Bunu uygulayıcı hale getirmeliyiz. Kültürü bilmeliyiz, susmayı bilmeliyiz, elimizi hangi zaman diliminde hangi omuzlara atabileceğimizi bilmeliyiz. Bilmiyorsak sormalıyız, birbirimizden öğrenmeliyiz. Herkesin kendini şu yerin müdürü, bu yerin başkanı, o yerin sorumlusu olarak tanıtmaya çalıştığı yerlerde direkt halk olarak, herkes kadar aynı olarak, o kişi ile ‘’ruhdaş’’ olarak tanıtmalıyız. Aynı anneden olana kardaş; aynı ruhta olana ruhdaş densin bundan böyle.

Ben müsaade isteyeyim. Gitmeden sizlere afetlerde çalışılabilecek birkaç çocuk kitabı sunacağım. Telefon ve kapılarımız açık, kapandığı gün zaten mesleğin başkalarının istediği gibi olduğu gündür. Yangın ve akabinde olan vakalara tamamen gönüllü şekilde çalıştığımız kayda geçsin böylelikle. Kötüsü gitsin, iyisi gelsin. 

İnsanların ‘’kurban’’ olmadığı bayramlar olsun!

- Yangın Var! | 5-8 Yaş

- Yangından Korkmuyorum | 6-9 Yaş

- Maya’nın Deprem Çantası | 5-8 Yaş

- Afet Bilinci Serisi | İlkokul Düzeyi

- A Terrible Thing Happened | 4-8 Yaş

- Su Baskını & Biz | 6-10 Yaş

- When The Wind Stops | +5 Yaş

- I’m Not Scared I’m Prepared | 6-10 Yaş

- Travmalarla Baş Etmek | +7 Yaş

- Benim Adım Korku | 6-9 Yaş

 

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.