Psikoterapist Haydar Alper Eser


3S: Sorumluluk Sınav Stres

.


Kıymetli Dostlar; hepinize selamlar. Sınavistan Cumhuriyetinin her bir ferdi için klavye başına geçtim. Pazardan veya manavdan havuç alırken de genelde düz ve rengi parlak olanları tercih ediyoruz. Benzeri bir durum yılda birkaç kez farklı farklı jenerasyonlar için görülüyor. ‘’Ben seçilmem, seçerim’’ tavrı ise sadece Türkçe Pop şarkılarındaki vakur tavrı sunuyor. O halde 3S üzerine biraz muhabbet edelim. Yaşadıklarınızın psikolojik ve nörolojik boyutunu aktarmaya çalışalım. Ne yaşadığınızı siz onları neden yaşadığınızı da (haddimiz olmayarak) biz biliyoruz. 

Her sene çokça vukaat yaşadığımız, bir sonraki sabaha ‘’hele bakalım başımıza neler gelecek’’ diye uyandığımız, mental sağlığımızın etkilenmemesi için balta sapı olmamız gereken bir atmosferde bir yandan ekonomi, bir yandan aile çatışmaları, bir yandan ergenliğin getirdiği normal haller yetmezmiş gibi bir köşeden telefonumuz acı acı çalıyor. Telefonu açmaya giden gençler hattın öte ucundan bir ses duyuyor. ‘’Ben Sınav, geliyorum!’’

Hiçbir şey yapmamışız gibi hissetmeler, hiçbir şey yetişmemiş gibi hissetmeler, bir çadır içinde çalışmak değil de çalışmaya çalışmak ve bunu kimseye haykıramamak gerçekten zor mesele. Depremin ardından yaptığım görüşmeler ile yaptığım en genel çıkarım bu bölgelerde yaşayan sınav grubu öğrencilerinin ‘’eşit şartlarda sınava girmeyeceğiz’’ demeleri. Haklılar. Hangi yıl şartlar eşit oldu ki? Eşit olsa sistem bir ‘’eleme’’ usulü yapar mıydı? Herkes sadece seçilenleri görüyor. Peki, ya elenenler?

Uyku problemleri, geçirilen sinir veya öfke atakları, yakın çevre ile (zaten zorla kurulan) tüm iletişimin bozulması gibi biyolojik ve psikolojik dengeyi bozan çokça etmen var. Her bireyin bir hududu (sınırı) vardır. Acı eşiği, gülme eşiği gibi. Sınav kavramı bu hududa dair bir tehdit sayılabilir. Vücut bu tehdit durumuna karşı yaşamaya devam edebilmek için bir tepki üretir. Stres denen şey bizi ayakta ve hayatta tutar. Elbette stres güzellemesi yapmayacağım. Güzin ablalardan yeterince çektiğimizin farkındayım. 

Anlatmaya çalıştığım bu ruh halinin sizlere neler hissettirebileceği. Sanki sıkışmışsınız, sanki birilerince engelleniyormuşsunuz gibi hissedebilirsiniz. Algılarınız yorulur, aşırı uyarılırsınız. Sağa baksam sınav, sola baksam sınav, ilerisi zaten hep sınav. Şu şartlarda rutine devam edebilmek bile başlı başına bir sınav değil mi? Ancak bunların kategorisi farklı. 

Bizler 3 çeşit stresten bahsederiz. Günlük Stresler, Gelişimsel Stresler ve Yaşam Krizleri. Örneğin bu yazı bu akşam için gazeteye yetişir mi diye streslenmem günlük bir strestir. İncil alıntısı gibi ‘’her günün derdi kendine yeter’’ diyelim. Yarının derdi yarına kalsın. Gelişimsel Streslerin zaten adı üstünde. Gelişimin olduğu yerlerde selam ediyor size. Istakozlar nasıl kabuk değiştirir bilir misiniz? Aynı zamanda bir haham olan Abraham Twerski’nin kısa hikayesini dinlemenizi isterim. Diş Doktoru’nun ofisinde bir dergiye gözünün takıldığı hikayeyi dinleyin. Kronolojik olarak ergenlik, orta yaş krizi menopoz veya andropoz kavramını uhulet ve suhulet ile anlayacaksınız. 

Son kısım ise Yaşam Krizleri. Zaten binlercesini yaşayacağımız sınavlar yaşamımızı eğen, büken, kıran bir yapıya dönmesin diye bu tanımı vermem gerek aslında. Ölümlerin, ayrılıkların, kazaların konuşulduğu; derin travmaların aktarıldığı terapötik yaklaşımlar için YKS fazla ‘’hassas’’ sayılabilir. Basite almamı eleştirebilirsiniz. Peki, ya gerçekten basit olduğunu aktarmaya çalışıyorsam? Akut veya Kronik boyuta değinelim.

Stres, adrenal bezlerden salgılanan hormonlar tarafından ve merkezi sinir sistemi yoluyla salgılanır. Akut stres, nabızda ve kan basıncında bir artışla, solumanın sıklaşmasıyla, ayrıca avuç içlerinin terlemesi ve ani üşüme hissiyle sonuçlanabilir. Kronik stres ise depresyona yol açabilir, bağışıklık sistemine zarar verebilir ve uyku problemleri yaratabilir. Belki de sorumluluk bize fazla sorumlu gelir. Belki de eylemleri gerçekleştirmek ancak ötesine karışmamak isteriz. Ancak bizim amcalar (egzistansiyalizm’in pirleri) yaşamı ekmek ve köfte ilişkisinde kuruyor. Yemeğini yiyen bulaşığını yıkamalıdır. Davranışı gerçekleştiren de bunun sorumluluğunu almalıdır. Bence gayet makul. Tabi bu coğrafyada bunu görmemiz zor. Zira anneler, babalar, aile fertleri, sosyal ve romantik ilişkiler hırsla bizim yerimize sorumluluk almak; ‘’kendi yalnızlıklarından kaçmak istedikleri için bizim yalnızlığımıza saklanmak’’ durumunda hissediyorlar. 

Kardeşlerinizin annesinin birbirinden farklı olduğunu kimse söylemiş miydi sizlere? Öz veya üvey değil de imge açısından yaklaşalım olaylara. Stres durumu da böyle. Parmak veya dil izleri gibi. Herkes farklı yaşıyor, farklı etkileniyor. Kimi canı acısa da susuyor, kimi henüz canı acımadan yaygara çıkarıyor. Beyin ve beden çatışması yaşanmaya devam ettikçe nefes alamayacak hale geliyorsunuz. Bu yüzden sizlere ‘’derin’’ nefes alın diyorlar. Şu durumda normal nefeslenmen yeterli değil. Bunun için daha derine dal. Basınç hisseden bir yüzücü gibi boğulmamak için elinden geleni yap. Ayrıca korkma, bu iş gerçekten ‘’hayati’’ bir hal alırsa reflekslerin seni ‘’yaşatmak’’ için mücadele edecektir.

 Önerebileceğim şeyler bir ölçüde önleyici sayılabilir. Henüz kriz yaşamadığımız için en az hasarla kurtulmanın yolu bu zaten. Hasarsız çıkmam namümkün. O halde kim daha az yara alırsa o yarına taşır kendini. Churcill’in tabiri ile yarınlarda var olmak istiyorsanız onu inşaa edeceksiniz. Ben Churcill kadar meşhur veya donanımlı değilim. Yarınlara kalmak istiyorsan önce yarına kadar yaşamalısın diyebilirim. İçinde ne saklı olduğu belirsiz olan ve bu belirsizliğe tahammül etme güdümüzün bizi yaşamda tutacağı zamanlar dilerim hepiniz için. Başınıza gelenlerin yanında pişmiş tavuğun başı haya eder. Tavanınızı yerin dibine gömdüler. Ancak elinizden her şey çıksa dahi yarınlarınızı alamazlar sizden. Bunu da bir mücadele olarak görün. Amaçlarınızın, hayallerinizin; sınavlar, üniversite labları, kendini dahi yetiştirmeyi başaramamış akademisyenlerin sizi yetiştirme vaatleri ile bir olmadığını unutmayın. Siz sadece elinizden geleni ardınızda unutmayın. Mücadele edenin kazanacağı kesin değil, ancak son düzlükte ‘’koşamayacağım galiba’’ diyenlerin o çizgiye geç gideceği aşikar. 

O halde Yaser Arafat’ın dediği gibi ‘’mücadele ancak zaferle biter’’ diyelim bizde. Yazdığım en motivasyon dolu yazıydı. Onda da dilimi tutamayıp Yaser Arafat’tan alıntı yapmış oldum. Olsun, bunca şey meşru görüldü bu düzende. Sizler de ‘’meşru’’ kalmaya bakın. Vurduğunuz gol, iki şık arasında kalmalarınız net sayısı olsun. Sınavda ve daha önemlisi yaşamda başarılar!

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.