Günlerin bugün getirdiği, baskı zulüm ve kandır.
Ancak bu böyle gitmez, sömürü devam etmez.
Yepyeni bir hayat gelir, bizde ve her yerde.
1 Mayıs, 1 Mayıs işçinin, emekçinin bayramı
Devrimin şanlı yolunda, ilerleyen halkların bayramı. Bu sözler, 1 Mayıs İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü'nü kutlamak için yarın Türkiye genelinde alanlara çıkacak onbinlerin hep bir ağızdan söyleyecekleri 1 Mayıs marşının giriş bölümünden.
Maalesef yaşlı Dünyamız, 2025 yılının 1 Mayıs’ını, ülkelerde despot diktatör yönetimlerin hakimiyeti altında, emekçi sınıf ve katmanlar ile ezilen halkların işsizliğin, yoksulluğun, yüksek enflasyonun pençesinde inledikleri, emperyalist bloklar arası restleşmelerin yol açtığı savaşların gölgesinde karşılıyor. Ne yazık ki savaş tamtamlarının kulakları sağır eden gümbürtüsü, yoksulların, ezilenlerin ve yok sayılanların çığlıklarının duyulmasını engelliyor.
Evet, 1 Mayıs bundan 139 yıl önce, 1886 yılında, Amerika Birleşik Devletleri’nde gerçekleşen büyük işçi direnişinin yıldönümüdür. 139 yıl önce, ölçüsüz zorluklar altında ölümüne çalıştırılan, açlığın ve yoksulluğun pençesinde inleyen yaklaşık 350 bin işçi, 1 Mayıs 1886'da Amerika'nın sanayii merkezlerinde sekiz saatlik iş günü için direnişe geçti. Bu genel grev, bütün ülkelerin işçilerinin ortak çığlığı olduğu için kısa sürede Amerika'nın dışına taştı ve 8 saatlik iş gününün yanı sıra daha iyi ücret, çalışma alanları ile işçilere işyerlerinde verilen yemeklerin sağlıklı olması gibi birçok talep sonraki yıllarda kabul edildi. Ne yazık ki, gayet insani taleplerle başlayan ve sonraki yıllarda işçilere büyük kazanımlar sağlayan bu direniş sürecinde, devlet-işveren iş birliği sonucu yaratılan provokasyon ortamında işçiler öldü. İşçiler sadece eylem sürecinde ölmediler, eylemin ardından yapılan hukuksuz yargılama sonucu dört işçi önderi idam edildi.
Bu büyük direnişin öncesinde de dünyanın değişik ülkelerinde verilen mücadeleler vardı. Yani bu direniş kendisinden önce verilmiş olan mücadelelerin birikim ve deneyimi üzerine inşa edilmişti. Örneğin; direnişe geçen işçilerin en önemli talebi olan 8 saatlik işgünü için mücadeleler, Avusturalya’nın Melbourne kentinde çalışan taş ve inşaat işçilerinin 1856 yılında başlattıkları protestolara kadar uzanıyordu. Yine Fransız işçi sınıfının 1848 yılında Fransa’da gerçekleştirdiği direniş sonucu, 1848 Fransa Anayasası'nda işçilere birçok hakkın tanınması, 1871 yılında işçilerin başını çektiği Paris komününün 72 gün süreyle şehri yönetmesi gibi birçok direnişin sağladığı birikim, ABD’deki bu direnişe yol göstermekteydi. Kuşku yok ki, tüm bu direnişlerde sosyalist işçi önderleri önemli rol oynadılar. Nitekim, bu direnişin sosyalist dört önderi asılsız iddialarla idama mahkûm edildi. Pişman olduklarını beyan etmeleri halinde bağışlanacakları söylenmesine rağmen hiçbir zaman pişman olmadılar ve idam sehpasına gözlerini kırpmadan çıktılar.
Bu direnişten 3 yıl sonra, 1889 yılında Paris’te toplanan Milletlerarası İşçi Kardeşliği Teşkilatı, işçilerin uluslararası dayanışması için yılda bir günün işçi bayramı ilan edilmesini kararlaştırdı. Toplantıda bulunan ABD’li sendikacıların bugün 1 Mayıs olsun önerisini kabul eden teşkilat, 1 Mayıs’ı, “İŞÇİ SINIFININ ULUSLARARASI BİRLİK, MÜCADELE VE DAYANIŞMA GÜNÜ” olarak ilan etti.
1 Mayıs 1886 direnişi, kendisinden önceki direnişlerin kazanımlarını daha da ileriye taşıyan ve onları, üstüne koyduğu kazanımlarla sonraki kuşaklara aktaran önemli bir direniştir. Bence bu direnişin en önemli kazanımı, birleşen, mücadele eden ve sınıf dayanışması içinde olan işçilerin neler kazanabileceklerini göstermiş olmasıdır. Dolayısıyla bu direnişi sadece 8 saatlik işgünü mücadelesi ile sınırlı görmek, bizi doğru bir sonuca götürmeyecektir. Zira 1 Mayıs’ın burjuvazinin ve onun temsilcisi yönetenlerin korkulu rüyası olmasının nedeni tam da bu özelliğindendir. Özellikle Türkiye gibi ülkelerde yasaklanmasının altında yatan gerçek neden, 1 Mayıs’ı kutlayan ve onun anlamını kavrayan işçi sınıfının kendisi için sınıf olma bilincine ulaşmasının yarattığı korkudur.
Bu direnişin yol gösterdiği işçi sınıfı, gerek tek tek ülkelerde gerekse dünya genelinde gerçekleştirdiği enternasyonal dayanışma ile birçok kazanım elde etti. Marx ile Engels’in bilimsel sosyalizmin temellerini atmalarına paralel olarak, 1840’li yıllardan itibaren 1980’lere kadar, özellikle ikinci emperyalist paylaşım savaşı (İkinci Dünya Savaşı) sonrasında, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin (SSCB) başını çektiği sosyalist blokun varlığının kapitalist sistem üzerinde oluşturduğu baskının da etkisiyle çok önemli kazanımlar elde edildi. Ne yazık ki, bugün geldiğimiz noktada emeğin haklarının gasp edildiği, insani değerlerin ayaklar altına alındığı, çağdaş dünya normları ile insan hak ve özgürlüklerinin yok edildiği bir süreç yaşanıyor. Artık dünyanın birçok ülkesinde, ulusal sınırlara hapsedilen, etnik köken, din ve mezhep farklılıklarıyla kutuplaştırılan toplumların, demokrasi veya diktatörlük tercihleri ile karşı karşıya bırakıldığı karanlık günlerden geçiliyor. Kuşkusuz, tüm bu bölme ve birbirine düşürme politikası en çok burjuvaziye, tekelci sermayeye yani emperyalizme yaramaktadır.
Tüm bu olumsuzluklara karşı, dünya işçi sınıfının ve ezilen halklarının ayağa kalkması ve başta 1 Mayıs 1886 mücadelesi olmak üzere, tarihte işçi sınıfına önemli kazanımlar sağlamış mücadele pratiklerinin yol göstericiliğinde birlik, mücadele ve dayanışmayı yeniden örmesi önemli bir görevdir. Ancak bu mücadelede başarıya ulaşmanın yolu, sermayenin yapılanmasının sonucu olan işçi sınıfının yapısındaki değişimin iyi kavranmasından geçiyor. Zira günümüzde teknolojik gelişme ile ekonomik yapıda meydana gelen dönüşümden dolayı, eskinin beyaz yakalı mavi yakalı ayırımı ortadan kalkmış bulunuyor. Eskiden beyaz yakalı olarak çalışan eğitimli insanlar, 1980’li yıllardan itibaren uygulanan yeni liberalizmin devletleri üretimden ve hizmetlerden çekmesinden dolayı, artık mavi yakalı proleterle aynı kategorideler. Öncelikle eğitim, sağlık, bankacılık sektörlerindeki özelleştirmeler, devletin üretim ve imalattan çekilmesi, yerel yönetimlerin kendilerinin direkt personel istihdam etmek yerine eleman ihtiyacını şirketler aracılığıyla karşılamaları gibi nedenlerle, eskiden genelde kamuda memur olarak istihdam edilen bu alanların çalışanları artık işçi statüsünde çalışmaktadırlar. Kısacası, eğitim seviyesi daha yüksek, eğitimci, mühendis, doktor, bankacı ile bu alanların eğitimli yardımcı personeli şimdi mavi yakalı olarak çalışmaktadır.
Kuşkusuz 2019 sonu 2020 ve 2021 yıllarında dünyayı etkisine alan ve halen kısmen devam eden virüs salgınını fırsata çeviren sermaye, bundan sonrası için üretim alanlarını farklı biçimlerde örgütlemenin hazırlıklarını yapıyor. Söz gelimi, çağımızın dijital olanakları, başta eğitim ve bankacılık sektörleri olmak üzere birçok hizmetin evden verilmesi olanağını sunmaktadır. Bir başka deyişle, sermaye yaşadığımız salgını kullanarak bu çalışma biçimini uygulamaya koyma hazırlıklarını yapmaktadır. Zira bu hizmet biçimi, sermayeyi mekân, mekânın aydınlatılması, ısınması, temizliği, çalışanların işe geliş gidişleri ve işyerinde yemek yemeleri gibi birçok masraftan kurtaracak fırsatlar sunmaktadır. Böylesi bir dönüşüm aynı zamanda emekçilerin bir arada olmalarının, kaynaşmalarının, sorunlarını konuşmalarının, birbirleriyle dayanışmalarının ve örgütlenmelerinin de önüne geçecektir.
Tüm bu nedenlerle, sendikalar ile işçi sınıfının öncü kadrolarının, işçi sınıfının bu yeni yapısına uygun politikalar üretmeleri ve örgütlenmeyi bu yeni yapının üzerine oturtmaları kaçınılmaz görevleridir. Unutulmamalıdır ki, ancak bu yapıldığında işçi sınıfının sendikal ve siyasal örgütlenmesi yükseltilebilir.
Öte yandan mücadelenin işyerlerinden çıkması ve genel anlamda demokrasi barış, insan hakları, özgürlük, eşitlik, adil bir paylaşım ve doğa tahribatının durdurulması talepleri ile hayatın her alanına yaygınlaşması gerekmektedir. Söz gelimi, dünyanın herhangi bir yerinde yaşanan hak gaspına ya da doğa tahribatına karşı dünya genelinde bir tepkinin örgütlenebilmesi hedef olmalıdır. Zira çağın dijital teknolojisi, dünyanın en ücra köşesinde yaşanacak ihlalin anında öğrenilmesinin olanaklarını sunmaktadır. Evet, görüldüğü gibi 1 Mayıs sembolik bir gün olmanın çok ötesinde, birlik, mücadele ve dayanışma ile önemli kazanımlar elde edilebildiğinin bilince çıkarılması gerektiği gündür. İşçi sınıfı ile ezilen halklar, 1 Mayıs’ın bu özelliğini kavradıklarında mücadele yükselecek ve birçok kazanım elde edilecektir. Yapılacak ilk şey 1 Mayıs’ın anlamını doğru biçimde anlatmaktır.
Şimdi, yaşadığımız ülke Türkiye’de anti-demokratik uygulamaların, hukuksuzluğun, iktidarın sermayeye kaynak aktarma politikalarının yol açtığı işsizliğe, yüksek enflasyona ve onun sonucu olan derin yoksulluğa karşı sokağa çıkma ve hep bir ağızdan, “BİZ HAKLIYIZ BİZ KAZANACAĞIZ!” diye haykırma zamanı. HAYDİ 1 MAYIS ALANLARINA!