İş cinayetleri hız kesmeden devam ediyor. Ne yazık ki Türkiye, 24 Aralık 2024 Salı sabah saatlerinde Balıkesir Karesi ilçesinde ZSR A.Ş. isimli Silah ve Mühimmat üretimi yapan fabrikanın Mühimmat üretim bölümünde meydana gelen patlamada, 8’i kadın 3’ü erkek 11 emekçinin feci şeklide can verdiği haberi ile bir kez daha sarsıldı. Yıllardır bu ülke de söylendi, yazıldı, çizildi. Türkiye, vahşi kapitalizmin en vahşi halinin uygulandığı bir ülke haline geldi. Maalesef Türkiye, İş Güvenliği ve İşçi Sağlığı tedbirlerinin maliyet unsuru görüldüğü, dolayısıyla maliyet düşsün diye gerekli tedbirlerin alınmadığı bir ülke. Kuşku yok ki işverenler, gerekli tedbirleri almama cesaretini AKP iktidarının, kamu denetim sistemini işletmemesinden veya yandaşlara kuralsızlığı hak görmesinden alıyorlar.
Önceki yıllarda Yavaşçalar A.Ş.'ye ait fabrikaya 15 Temmuz darbe girişiminin ardından 2016 yılında TMS tarafından el konuyor. El konan fabrika 2017 yılında rekabet ortamı oluşturulmadan ihalesiz bir şekilde direk satış yöntemiyle, Sarsılmaz Fişek Ticaret ve Sanayi Anonim Şirketine satılıyor. Sarsılmaz A.Ş. 2018 yılında fabrikayı, Zirve Holding Anonim Şirketi ve Senta Madencilik Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi'ne devrediyor. İki şirkette iktidara yakınlığı ile bilinen şirketler. Zirve Holding Kalyon Grubu'na, Senta Madencilik Sanayi ise Zafer Topaloğlu'na ait. Bu iki şirket 2024 yılının Nisan ayında ZSR'nin belli orandaki hissesini Topalipo A.Ş.'ye devrediyorlar.
Önceki iş cinayetlerinde yaşananlar bize, çok yeni olan bu patlamanın oluş şekli, şirketin yapısı ve yaptığı işler ile kimlerle ne tür ilişkiler içinde olduğuna dair bilgilerin, tam olarak ortaya çıkarılacağı ve sorumlular hakkında gerekenlerin yapılacağı hususunda çok umutlu olmamak gerektiğini gösteriyor. Maalesef her iş cinayetinin ardından olduğu gibi, bu iş cinayetinin hemen ardından, topluma ayar verilmeye çalışıldı ve yukarıdan, resmi makamlar dışında yapılan açıklamalara tevessül etmeyin talimatı geldi. Yine her iş cinayetinin ardından olduğu gibi, ilgili Bakanlar Cumhurbaşkanımızın talimatıyla, soruşturma başlattık, savcı görevlendirdik, müfettiş görevlendirdik diye açıklamalarda bulundular. Kısacası Bakanlar, rutin işlerini toplumun gazını almak için kullanmayı ihmal etmediler.
Evet, yazılarımda sık sık 12 Eylül 1980 darbesinin, 24 Ocak 1980 tarihinde ilan edilen uluslararası sermaye programı, yeni liberalizmin (Neoliberalizm) yol temizliğinin yapılması için yapıldığını, bu nedenle, faşist darbenin hedef aldığı kurumsal yapıların başında DİSK’in geldiğini, DİSK ile bağlı sendikaların faaliyetlerinin durdurulduğunu yazarım. Zira demokratik sınıf ve kitle sendikacılığının öncüsü DİSK’in yürüttüğü mücadele ile sol yapıların öncülük ettiği toplumsal mücadele, programın uygulanma zeminini ortadan kaldırıyordu.
Kuşkusuz 12 Eylül darbesi DİSK ve bağlı sendikaların faaliyetlerini durdurmakla kalmadı. Başta Konfederasyon ve bağlı sendikaların yönetim kademelerinde görev yapanlar olmak üzere, işyeri temsilcileri ile çok sayıda aktif üyesini, gözaltına aldı ağır işkencelerden geçirdi. 52’si idamla yargılanan olmak üzere, binlerce yönetici ve üye hakkında Sıkıyönetim Mahkemelerin de davalar açtı. Kısacası 1967 yılında kurulan ve 15-16 Haziran ve Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) direnişleri, Faşizme ihtar eylemleri, işyeri direnişleri ve grevlerle kısa sürede İşçi Sınıfı mücadelesinin motor gücü haline gelen DİSK’e 12 Eylül sürecin de ağır bedel ödetildi. Kuşku yok ki, bu süreçte ağır bedel ödeyenlerin başında, zamanın DİSK Genel Başkanı Abdullah Baştürk geliyordu. Baştürk aynı zamanda Genel-İş sendikası Genel Başkanıydı.
21 Aralık, 12 Eylül faşizminin zindanlarında direnen, DİSK ve Genel-İş Genel Başkanı Abdullah Baştürk’ün ölümünün 33. yılıydı.
DİSK ve Genel-İş’in Abdullah Baştürk’ü anmaya hazırlandıkları günlerde, tarih adeta tekerrür etti ve bir süredir muhalefete gelin sivil anayasa yapalım ülkeyi 12 Eylül anayasası ayıbından kurtaralım diyen sözde darbe karşıtı, ama 12 Eylül’e rahmet okuturcasına muhaliflerini baskı ile susturan iktidarın yargısı, hiçbir hukuki gerekçe olmaksızın DİSK Genel Başkan Yardımcısı Genel-İş Genel Başkanı Remzi Çalışkanı tutuklattı.
Remzi Çalışkan’ın tutuklanması, DİSK’in ve Genel-İş’in geçmişinden ayrı düşünülemez. Zira 12 Eylül Sıkıyönetim Mahkemelerinde, DİSK’e açılan davada “Anayasal düzeni yıkmaya teşebbüs” ettiği iddiasına dayandırılıyordu. Halbuki DİSK 12 Eylül öncesi, 1961 anayasasının getirdiği demokratik hakları kullandırmayanlara karşı direnmiş ve Anayasal düzene kastedenleri protesto etmiş bir örgüttü. Zira o günde, bugün sivil ve demokratik anayasa yapalım diyenlerin yaptığı gibi ülkeyi yönetenler, mevcut anayasa da bulunan temel hak ve özgürlüklerin kullanımını engelliyorlardı. DİSK ise tüm bunlara karşı direniyor ve anayasal haklarımızı sonuna kadar kullanacağız diye sesini yükseltiyordu. DİSK Davasının askeri savcısı daha ilk günlerde Baştürk’e “idam edileceksiniz” dediğinde Baştürk “Siz benim ancak ceketimi asarsınız” diye cevap vermişti. Dün faşist darbenin yaptığının bugün Remzi Çalışkan şahsında tekrar ediyor olması, sadece tarihi bir tekerrür değil aynı zamanda iktidarların emek mücadelesine yönelik baskıcı ve sindirici politikalarının sürekliliğinin göstergesidir. Kuşku yok ki, iktidarların emek düşmanlığı ve emek örgütlerine yönelik saldırıları, onların otoriter eğilimlerini açıkça ortaya koymaktadır.
Maalesef aradan bunca yıl geçmiş olmasına rağmen, bu ülke de demokrasi bir arpa boyu yol ilerleyemedi. Bırakın ilerlemeyi, mevcut iktidar demokrasinin son kırıntılarını da yok ederek, tek adam yönetimine geçti. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin yok edildi, yargı iktidarın muhalifleri susturma sopasına dönüştü.
Gerek 12 Eylül’de Abdullah Baştürk ile arkadaşlarının hukuksuz bir biçimde tutuklanmaları gerekse bugün Remzi Çalışkan’ın, tutuklanması ülke de yaşananlardan bağımsız okunamaz. Özellikle içinden geçtiğimiz sürece baktığımızda yapılanın Remzi Çalışkan, şahsında DİSK’in verdiği mücadeleyi cezalandırmak olduğunu açıkça gösteriyor.
22 Aralık 2024 tarihinde başka mecrada yayımlanan, “EMEK MÜCADELESİNDE İKİ FARKLI ANLAYIŞ” başlıklı yazımda, asgari ücret tespit sürecine değinmiş ve asgari ücret tespit komisyonunun yapılan üç toplantısında rakam konuşulmamasının, rakamın Cumhurbaşkanı tarafından belirleneceği anlamına geldiğini yazmıştım. Yine aynı yazımda, İşçi tarafını temsil eden TÜRK-İŞ’in, masaya teklif sunmamasını eleştirmiştim. Asıl ilginç olan ise komisyonun önceki üç toplantısına rakam sunmayan TÜRK-İŞ’in üçüncü toplantının hemen ardından, asgari ücret talebini 29.583 lira olarak açıklamasıydı.
Kuşkusuz TÜRK-İŞ bu rakamın devlet ve işveren taraflarınca kabul edilmeyeceğini çok iyi biliyordu. Bu nedenle sözde yüksek rakam açıklayarak, son toplantıda masadan kalkmanın zeminin hazırlıyordu. Nitekim 24 Aralık 2024 sabah saatlerinde, komisyonu Perşembe veya Cuma günü toplantıya çağırarak, Asgari Ücreti belirleyeceklerini söyleyen Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan, her ne olduysa akşam saatlerinde komisyonu toplantıya çağırdı ve Asgari Ücreti 22.104 lira olarak açıkladı.
TÜRK-İŞ ise yukarıda belirttiğim gibi son toplantı da masadan kalktı ve iki işveren tarafının el ele rakam belirlemesine dolaylı onay verdi. Açıklanan rakam %30 artış anlamına geliyor. Halbuki 1 Ocak itibariyle, vergi ve harçlar yeniden değerleme oranında yani %44 artırılacak. Öte yandan TÜİK’in açıkladığı yıllık resmi enflasyon Kasım ayı sonu itibariyle, %47, ENAG’a göre %86, Merkez Bankasının yıl sonu beklentisi %44, açlık sınırı 22 bin, yoksulluk sınırı 72 bin lira tüm bunları yok sayarak, asgari ücreti açlık sınırında belirlemek, milyonlarca insanın sefaletinin katlanarak sürmesi demektir.
Tüm bunlar, iktidarın 12 Eylül darbesi hukukunun bile ötesine geçerek, DİSK’i hedef almasının altında yatanın, DİSK’i susturmak olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Zira asgari ücrette oynanan oyun, milyonlarca çalışan ile emeklinin sefaletinin giderek artacağını gösteriyor. Bu saatten sonra mevcut iktidardan, çalışanlar lehine adımlar atmasını beklemek kendimizi kandırmaktır. O zaman hedef, erken seçim sandığının toplumun önüne gelmesini sağlamak üzere, üretimden gelen gücün kullanılması dahil her türlü eylemi programlamak ve hayata geçirmek olmalıdır. Başka türlü, yerli ve yabancı sermayenin, ekonomi programını uygulayarak, ülkenin büyük çoğunluğunu sefalete sürükleyen bu iktidardan kurtulmak mümkün değildir.
Not: Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi, 24 Aralık 2024 tarihinde 1 ay önce hukuksuz bir şekilde tutuklanan, DİSK Genel Başkan Yardımcısı Genel-İş Genel Başkanı Remzi Çalışkan’ın serbest bırakılmasına karar verdi ve Başkan akşam saatlerinde serbest bırakıldı. Sayın başkana geçmiş olsun dileklerimi iletiyor, başarılar diliyorum.