Veli Beysülen


100 Yıllık Kronik Tabu Yıkılabilecek mi ?

.


Maalesef Türkiye, her olayın mutlak karşıtlıklar üzerinden değerlendirildiği bir ülkedir. ne yazık ki, bunda ideolojik ayrışmadan ziyade, üç aşağı beş yukarı birbirinin tekrarı olan sistem içi siyasetin yaptığı paylaşım kavgasının önemli payı var. 23 yıllık AKP iktidarı ve onun başında bulunan partili Cumhurbaşkanının, söylem ve uygulamaları ile sürekli teyakkuz halinde tuttuğu bu ayrışma, karşıdan söylenen veya yapılan her şeye karşı olmak gerektiği ön kabulü ile karşılanmaktadır. Bu karşı duruş öylesine ileri derecede ki, çoğu zaman ülke ve toplum yararı bile göz ardı edilmektedir.
 
Asıl ilginç olan ise iktidar ve başında ki partili Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, gündem sıkışmışlığından dolayı, çoğu zaman karşıtlığı bilinçli olarak tahrik etmeleridir. Zira bu bilinçli tahriki satın alan ve oyuna gelen, muhalefet destekçisi önemli bir kitle var. Bu oyuna gelme önyargıya neden olmakta ve söylenenin kim tarafından, hangi amaçla söylendiğine dair herhangi bir analiz yapmaya gerek duyulmadan, bireyler veya kurumlar hedef alınmaktadır. Maalesef 23 yıldır iktidarda olmanın kendisine sağladığı tecrübeyle, muhalefeti bölmeye yönelik taktikleri, ustaca uygulamaya koyan Erdoğan’ın, söylemlerine verilen ilk tepkiler, tabanda da olsa muhalefeti destekleyenler arasında bölünmeye yol açarak iktidarın amacına hizmet etmektedir.
 
Yaşadığımız ülke Türkiye, bugünlerde bir kez daha bunun bariz bir örneğini yaşadı. Nitekim, 1 Ekim 2024 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) açıldığı gün, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, beklenmedik şekilde DEM parti sıralarına yönelmesi ve hal hatır sorması ile başlayan ve sonrasında devam eden süreçte, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın, örgüte Kongresini toplayarak, silahlı mücadeleye son vermesi ve kendisini feshetmesi kararı alması çağrısı yapmasının ardından, Mayıs ayında kongresini toplayan PKK, Öcalan’ın çağrısına uydu ve kendisini feshederek, silah bırakmaya karar verdi.
 
Tüm bu gelişmeler ve alınan kararın ciddiyetinin kavranması için, örgüt 11 Temmuz 2025 tarihinde, içinde örgüt liderlerinden Bese Hozat’ında bulunduğu 30 örgüt üyesi, Irak Kürt Federe Devletinin Süleymaniye kentinde silahlarını yaktı. Elbette bu ülkeyi yönetenler ile kamuoyunu, alınan kararların, ciddiyetini anlamalarını sağlamaya yönelik sembolik bir adımdı. Nitekim PKK’nın bu sembolik hareketi Türkiye’de çözüm sürecini gerçek bir barışla sonuçlandıracak, adımların atılması gerektiği tartışmalarına hız kazandırdı. Bunların yarattığı baskıyı üzerinde hisseden iktidar partisi AKP sözcüsü Ömer Çelik ile Cumhurbaşkanlığı kaynakları, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, partinin 12 Temmuz Cumartesi günü Ankara-Kızılcahamam’da yapılacak istişare ve danışma toplantısında önemli açıklamalar yapacağını belirterek, tüm toplumu konuşmayı izlemeye çağırdılar.
 
Kuşkusuz bu açıklamalar, toplumda beklenti oluşturdu ve içinde genel af çıkarılacağının da olduğu, çeşitli olasılıkların tartışılmasına yol açtı. Ancak 12 Temmuz Cumartesi günü belirtilen toplantıda kürsüye çıkan Erdoğan, tüm bu yüksek beklentileri boşa çıkaran, alışılmış tarzda hamasete dayalı bir konuşma yaptı. Üstelik Erdoğan, her zaman yaptığını bir kez daha yaparak, özellikle muhalefetin, Kürt sorunun barışçıl çözümüne karşı çıkan statüko savunucularına malzeme verecek bir şekilde, “AKP, MHP ve DEM üç parti birlikte yürümeye karar verdik dedi.” Bu açıklamayı duyan belirttiğim kesimler, özellikle CHP’nin statükocu kanadı, koro halin de genelde Kürt hareketine özelde ise DEM partiye karşı saldırıya geçtiler. Zira onlara göre Kürt hareketi ile DEM parti, iktidar bloku ile anlaşarak, Erdoğan’ın ebedi başkanlığı için yapılacak Anayasa değişikliğine destek verecekti. Halbuki yapılan açıklama Erdoğan’ın, muhalefeti karşı karşıya getirmek üzere, çok sıkça başvurduğu taktiksel bir açıklamaydı. Erdoğan’ın taktiği, DEM partiye karşı gelişecek tepkilerle muhalefeti bölmek ve baştan beri, süreci desteklediğini deklere ederek, Erdoğan ile ekibini şaşırtmış olan CHP’yi, sürecin dışındaymış gibi göstermek üzerineydi.
 
Nitekim tepkiler ve manipülasyonlara karşı, İmralı heyeti üyesi TBMM Başkanvekili Pervin Buldan, “bu birliktelik, çözüm süreci birlikteliğidir kimse bundan farklı sonuçlar çıkarmasın, ilerisi için herkesin çizgisi bellidir” açıklaması yaptı. Ardından üçüncü  defa görevden alınarak yerine kayyum atanmış olan Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk, “CHP’li belediyelere kayyum atanırken göreve dönmeyi doğru bulmuyorum” dedi ve nihayetinde, halk tv.de konuk olan DEM parteş genel başkanı Tülay Hatimoğulları, “Erdoğan’ın neyi kastettiğini bilmediklerini ancak kendilerinin, iktidar bloku ile çözüm sürecinde çıkarılacak kanunlarla sınırlı iş birliği yapacaklarını” belirtti. Tüm bu açıklamalar, Erdoğan’ın açıklamasının taktiksel olduğunu ortaya koyan açıklamalardır. Nitekim, konuşmanın tartışmaya yol açan bölümü, Cumhurbaşkanlığı sitesinde yayınlanan metinden çıkarıldığı gibi, AKP sözcüleri açıklamanın yanlış anlaşıldığı yönünde açıklamalar yapmak zorunda kaldılar.                 
Başta bu olay, son zamanlarda yaşanan birçok örnek, mutlak karşıtlığın tek nedeninin siyasi karşıtlık olmadığını gösteriyor. Zira yüz yıllık tekçi zihniyet, statükoyu tabulaştırmış bulunuyor. Bu tabuyu benimseyen, ülke insanının önemli bir kısmı etnik kimliği ile din ve mezhebinden dolayı kendini, diğerlerinden üstün görüyor ve sahip olduğu hakların ülkenin diğerlerine tanınmasını asla kabul etmiyor. Maalesef bu durum, ülkenin can alıcı sorunlarının, sağlıklı bir şekilde tartışılmasını ve çözüm üretilmesini engelliyor. Elbette bunun Türkiye’nin, kaynaşmamış ya da kaynaşmasına izin verilmemiş, farklı kültürlerin bir arada yaşadığı ülke olmasından kaynaklanan tarihsel nedenleri vardır. Söz gelimi, Cumhuriyetin ilanından bugüne, farklılıklar ülkenin bekası için tehdit olarak görüldü ve hep baskı altında tutuldu. Dolayısıyla farklı etnik köken, din ve mezheplerden olan insanların, insan olmaktan dolayı sahip oldukları, dil, din ve mezhep gibi en temel insan haklarını kullanmaları bile yasaklarla engellendi.
 
Burada esas üzerinde durulması gereken husus, sürekli karşıtların toplumsal konumlarıdır. Ben karşı çıkanların, bilmeden karşı çıkanlar ve bilerek karşı çıkanlar olarak ikiye ayrıldığını düşünüyorum. Bilmeden karşı çıkanlara diyeceğim, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmanın, ülkenin geleceğini ilgilendiren böylesi önemli bir konuda, atılacak adımları sekteye uğratma riskini düşünmeleri ve sabırla olacakları gözlemeleridir. Zira aceleyle, özellikle siyaset zeminleri ayaklarının altından kayacak olan bilinçli karşıtların, manipülasyonları üzerinden, bilgi sahibi olmadan önyargıyla verecekleri tepkinin, en yakınlarında ki insanları bile kırdığını bilmelidirler. birde müzmin bilinçli karşıtlar var. Bunlar statükoyu seven ve onunla siyaset, medya ve sivil toplum örgütlerinde varlıklarını sürdürenlerdir. En büyük korkuları ise kendilerine avantaj sağlayan zeminin yok olmasıdır. Dolayısıyla bu kesime göre, barışı, demokrasiyi, insan haklarını ve evrensel hukuku savunan herkes bölücüdür, haindir, Türk milletinin ve devletinin düşmanıdır, emperyalizmin işbirlikçisidir. Kuşku yok ki, 40 yılı aşkın süredir devam eden, etnik çatışmanın yol açtığı ayrışma ve bu ayrışmayı siyasi ikbal için kullanan siyasetin, toplumu zehirleyen dili, farklılıklar arasında fay hatları oluşmasına yol açmaktadır.  
 
Evet, Cumhuriyetin ilanından bugüne kadar, demokratik gelişmesini tamamlayamayan Türkiye’de birçok sorun hep halının altına süpürüldü ve yok sayıldı. Kuşkusuz bu sorunların başında, demokrasi ve insan hakları temelinde çözümü sağlanamadığı için, 41 yıldır devam eden çatışmalarla bu ülke insanına acılar yaşatmış olan Kürt sorunu geliyor.
 
Kuşku yok ki, çatışmanın tarafı olan PKK’nin 41 yıldır süren çatışmalı ortamı sonlandırmak için böylesine önemli somut adımlar atması, kartların yeniden karıldığı Ortadoğu’da Türkiye’ye önemli bir fırsat sunuyor. Daha açık bir ifade ile Türkiye çok önemli bir kavşakta yolunu bulmaya çalışıyor. Türkiye’yi yönetenlerin, ülkenin bulunduğu kavşakta, idarelerinde ki arabanın direksiyonunu kıracakları yol, bundan sonrası için belirleyici olacaktır. Zira İktidar Blok’unun ısrarla “Terörsüz Türkiye” Abdullah Öcalan’ın ise “Barış ve Demokratik Toplum” dediği, yola girerek, Kürt sorununun, demokratik bir ülke de eşit yurttaşlığa dayalı, hak ve özgürlükler temel  alan çözümü hususunda, gerekli adımlar atıp düzenlemeler yapacak mı, yoksa, PKK ile görüşülmesine karşı çıkan, hakikatin yerine manipülasyonlarla toplumsal gerçekliği sistematik biçimde bulanıklaştıran ve siyaseti zehirleyen, öfkeli bireyler ile siyasi yapılara teslim mi olacak.
 
O zaman can alıcı şu soru şu: İktidar Bloku muhalefeti de çözümün parçası haline getirip, Kürt sorununda diyalog ve demokratik çözüm için adımlar atılmasını sağlayarak, 100 yıllık kronik tabunun yıkılmasını sağlayabilecek mi? Kuşkusuz bunu zaman gösterecek!   
 

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.